We don't know that for sure.
- Onu elbette bilmiyoruz.
I'll be there for sure.
- Elbette orada olacağım.
She can naturally speak English.
- O, elbette İngilizce konuşabilir.
I'll sure be glad to get out of here.
- Buradan çıktığıma elbette memnun olacağım.
If we are to judge the future of ocean study by its past, we can surely look forward to many exciting discoveries.
- Okyanus araştırmasının geleceğini onun geçmişiyle tahmin edeceksek birçok heyecan verici keşifleri elbette dört gözle bekleriz.
I am against the war, of course.
- Ben, elbette, savaşa karşıyım.
Of course she can speak English.
- Elbette o İngilizce konuşabilir.
Certainly, my knowledge of French is limited.
- Elbette, Fransızca bilgim sınırlıdır.
I will certainly need a car.
- Elbette bir arabaya ihtiyacım olacak.
Surely you don't believe that.
- Elbette ona inanmıyorsun.
Surely, you can't mean that.
- Elbette, onu kastedemezsiniz.
I'll try to solve the problem by all means.
- Elbette problemi çözmeye çalışacağım.
I'll do that by all means.
- Bunu elbette yapacağım.
He is a famous man, to be sure, but I don't like him.
- O ünlü bir adam, elbette ben ondan hoşlanmıyorum.
He was at the meeting, to be sure, but he was asleep.
- O elbette toplantıdaydı ama uyuyordu.
He is a famous man, to be sure, but I don't like him.
- O ünlü bir adam, elbette ben ondan hoşlanmıyorum.
He was at the meeting, to be sure, but he was asleep.
- O elbette toplantıdaydı ama uyuyordu.
He will come to the church without fail.
- O elbette kiliseye gelecek.
He'll come to see me without fail.
- O elbette beni görmeye gelecek.
Sure enough, he entertained doubts.
- Elbette o yeterince şüphe uyandırdı.
Sure enough, he entertained doubts.
- Elbette o yeterince şüphe uyandırdı.