Sami told cops a complete fake story.
- Sami polislere eksiksiz bir sahte hikaye anlattı.
A complete poem is one where an emotion finds the thought and the thought finds the words.
- Eksiksiz bir şiir, bir duygunun düşünceyi ve düşüncenin kelimeleri bulduğu yerdir.
Perhaps the advice you gave was convincing and thorough.
- Belki verdiğiniz tavsiye inandırıcı ve eksiksiz.
I should've been more thorough.
- Daha eksiksiz olmalıydım.
The procedure must be executed correctly and completely.
- Prosedür doğru ve eksiksiz yürütülmelidir.
A developed perception of linguistic beauty is still lacking in her.
- Dilsel güzelliğin gelişmiş algısı hâlâ onda eksik.
One of my bags is missing.
- Benim çantalardan biri eksik.
There is a napkin missing.
- Eksik bir peçete var.
I'm well aware of Tom's shortcomings.
- Tom'un eksikliklerinin oldukça farkındayım.
They short-changed me at that store.
- O mağazada bana paranın üstünü eksik verdiler.
This report seems to be incomplete.
- Bu rapor eksik gibi görünüyor.
He was born with an incompletely formed heart valve.
- O eksik olarak oluşan kalp kapağı ile doğdu.
He failed due to lack of effort.
- O, çaba eksikliği nedeniyle başarısız oldu.
Admitting his lack of experience, I still think that he ought to do better.
- Onun tecrübe eksikliğini kabul etmeme rağmen, hâlâ daha iyi yapması gerektiğini düşünüyorum.
He is by no means wanting in courage.
- Onun asla cesareti eksik değil.
Being happy doesn't mean that everything is perfect, but rather that you've decided to look beyond the imperfections.
- Mutlu olmak her şeyin mükemmel olduğu anlamına gelmez fakat aksine eksikliklerin ötesine bakmaya karar vermenizdir.
Partly because he could not receive enough information, Harper's description remains imperfect.
- Kısmen yeterli bilgiyi alamadığından dolayı Harper'in açıklaması eksik kalıyor.
The greatest shortcoming of the human race is our inability to understand the exponential function.
- İnsan ırkının en büyük eksikliği üstel işlevi anlamak için bizim yetersizliğimizdir.
Tom was never afraid even to talk about his own shortcomings.
- Tom kendi eksikliklerinden bile bahsetmeye korkmuyordu.
The salad is incomplete without olive oil, croutons and nuts.
- Salata; zeytinyağı, kızarmış ekmek parçaları ve fındık olmadan eksiktir.
He was born with an incompletely formed heart valve.
- O eksik olarak oluşan kalp kapağı ile doğdu.
This was a lame attempt to conceal the fact that the author of this sentence has nothing to say.
- Bu cümlenin yazarı söyleyecek bir şeyi olmadığı gerçeğini gizlemek için bir eksik bir girişimdi.
Body temperature rising, pulse rising ... he's in a state of oxygen deficiency.
- Vücut ısısı yükseliyor, nabız yükseliyor... Onun oksijen eksikliği durumu var.
That's probably an understatement.
- O muhtemelen eksik bir beyandır.
That's quite an understatement.
- O oldukça eksik bir beyan.