تعريف eksiksiz في التركية الإنجليزية القاموس.
- complete
Sami told cops a complete fake story.
- Sami polislere eksiksiz bir sahte hikaye anlattı.
The procedure must be executed correctly and completely.
- Prosedür doğru ve eksiksiz yürütülmelidir.
- in full
- thorough
Perhaps the advice you gave was convincing and thorough.
- Belki verdiğiniz tavsiye inandırıcı ve eksiksiz.
I should've been more thorough.
- Daha eksiksiz olmalıydım.
- perfect
- solid
- perfectly
- total
- unabridged
- exact
- up to date
- technicality
- exhaustive
- perfect, free of defects or faults
- (Hukuk) integral
- consummate
- factual
- every bit of (something): Yüz bin lirayı eksiksiz harcadı. He spent every bit of the one hundred thousand liras
- complete, perfect, free of deficiency
- thoroughgoing
- complete, perfect, consummate; completely, perfectly
- without defect
- completely
The procedure must be executed correctly and completely.
- Prosedür doğru ve eksiksiz yürütülmelidir.
- true
- definitive
- intactness
- watertight
- eksik
- deficient
- eksik
- lacking
A developed perception of linguistic beauty is still lacking in her.
- Dilsel güzelliğin gelişmiş algısı hâlâ onda eksik.
- eksik
- missing
There is a napkin missing.
- Eksik bir peçete var.
The last leaf of this book is missing.
- Bu kitabın son yaprağı eksik.
- eksiksiz bir biçimde
- wholly
- eksiksiz bir biçimde
- precisely
- eksiksiz bir mutluluk
- bliss
- eksiksiz hale getirmek
- (Kanun) perfect
- eksiksiz olarak
- wholly
- eksiksiz olarak
- faultlessly
- eksiksiz olarak
- precisely
- eksiksiz sistem
- (Bilgisayar) turnkey
- eksiksiz açıklama
- full disclosure
- eksiksiz bir halde
- right as trivet
- eksiksiz bir memnuniyet
- pleasure without alloy
- eksiksiz biçimde
- infallibly
- eksiksiz biçimde
- unfailingly
- eksiksiz düzgün uzay
- (Matematik,Teknik) complete uniform space
- eksiksiz grup
- (Matematik,Teknik) complete group
- eksiksiz integral
- (Matematik,Teknik) complete integral
- eksiksiz isim
- (Denizbilim) nomen inviolatum
- eksiksiz iş
- (Konuşma Dili) yeoman service
- eksiksiz kafes
- complete lattice
- eksiksiz küme
- (Matematik,Teknik) complete set
- eksiksiz küme
- math . complete set
- eksiksiz tümce
- (Dilbilim) favourite sentence
- eksiksiz tümlev
- (Matematik) complete integral
- eksiksiz yapmak
- do completely
- eksiksiz yerine getirmek
- completely fulfil
- eksiksiz yerine getirmek
- amply fulfil
- eksiksiz öbek
- (Matematik) complete group
- eksiksiz ölçevli uzay
- (Matematik) complete metric space
- eksiksiz ölçüm
- (Matematik,Teknik) complete measure
- eksiksiz örgü
- (Matematik) complete lattice
- eksik
- short
We're shorthanded now.
- Şimdi personel eksikliğimiz var.
Tom is aware of his shortcomings.
- Tom eksikliklerinin farkında.
- eksik
- incomplete
He was born with an incompletely formed heart valve.
- O eksik olarak oluşan kalp kapağı ile doğdu.
This report seems to be incomplete.
- Bu rapor eksik gibi görünüyor.
- eksik
- inadequate
- eksik
- lack
The explorers began to suffer from a severe lack of food.
- Araştırmacılar ciddi bir gıda eksikliğinden muzdarip olmaya başladı.
He failed in the examination for lack of preparation.
- Hazırlık eksikliğinden sınavda başarısız oldu.
- eksik
- wanting
He is by no means wanting in courage.
- Onun asla cesareti eksik değil.
- eksik
- missing, lacking, absent, short; less (than); incomplete, imperfect, defective, deficient; insufficient; deficiency, lack, defect, shortfall
- eksik
- short-coming
- eksik
- scanty
- eksik
- missing, absent: Sınıftan iki kişi eksikti. Two people were absent from the class
- eksik
- {s} less
- eksik
- partial
- eksik
- devoid
- eksik
- light
- eksik
- amiss
- eksik
- dumb
- eksik
- broken
- eksik
- halfness
- eksik
- rudiment
- eksik
- less (than)
- eksik
- imperfective
- eksik
- crude
- eksik
- (Muzik) impererfect cadence
- eksik
- under-
- eksik
- uncomplete
- eksik
- sketchy
- eksik
- incompleteness
- eksik
- spotty
- eksik
- defective
- eksik
- imperfect
Partly because he could not receive enough information, Harper's description remains imperfect.
- Kısmen yeterli bilgiyi alamadığından dolayı Harper'in açıklaması eksik kalıyor.
Being happy doesn't mean that everything is perfect, but rather that you've decided to look beyond the imperfections.
- Mutlu olmak her şeyin mükemmel olduğu anlamına gelmez fakat aksine eksikliklerin ötesine bakmaya karar vermenizdir.
- eksik
- shortfall
- eksik
- shortcoming
I'm well aware of Tom's shortcomings.
- Tom'un eksikliklerinin oldukça farkındayım.
Tom is aware of his shortcomings.
- Tom eksikliklerinin farkında.
- eksik
- shortage
- eksik
- fragmentary
- eksik
- abortive
- eksik
- faulty
- Eksik
- pilfered
- eksik
- ıncomplete
The dictionary is incomplete. It only goes to the letter J.
- Sözlük eksik. Sadece J harfine kadar gidiyor.
The salad is incomplete without olive oil, croutons and nuts.
- Salata; zeytinyağı, kızarmış ekmek parçaları ve fındık olmadan eksiktir.
- eksik
- scrimp
- eksik
- gappy
- eksik
- minus
- eksik
- (Hukuk) deficit
- eksik
- shy
- eksik
- lack; deficiency, shortage; what is missing
- eksik
- incommensurate
- eksik
- ragged
- eksik
- (something) which has something missing or lacking, deficient, incomplete
- eksik
- skimp
- eksik
- out
- eksik
- insufficient
- eksik
- shortcoming, defect
- eksik
- incompetent
- eksik
- lame
This was a lame attempt to conceal the fact that the author of this sentence has nothing to say.
- Bu cümlenin yazarı söyleyecek bir şeyi olmadığı gerçeğini gizlemek için bir eksik bir girişimdi.
- eksik
- missing part
- eksik
- deficiency
Body temperature rising, pulse rising ... he's in a state of oxygen deficiency.
- Vücut ısısı yükseliyor, nabız yükseliyor... Onun oksijen eksikliği durumu var.
- eksik
- skimpy
- eksik
- scrimpy
- eksik
- scantly
- eksik
- meager
- eksik
- under
Lack of sleep was undermining her health.
- Uyku eksikliği gizliden gizliye onun sağlığına zarar veriyordu.
That's quite an understatement.
- O oldukça eksik bir beyan.
- eksik
- absentee