O, onunla uzun zaman birlikte yaşayabilecek tek adam.
- Er ist der einzige Mann, der mit ihr so lange zusammenleben konnte.
Hayatta kalan tek kişi o.
- Er ist der Einzige, der überlebt hat.
O benim yegane kaygım.
- Das ist meine einzige Sorge.
Biletler, alındığı gün de dahil olmak üzere sadece iki gün geçerlidir.
- Tickets are valid for just two days, including the day they are purchased on.
Caz ölmedi, sadece komik kokuyor.
- Jazz isn't dead, it just smells funny.
O, Paris'ten henüz döndü.
- He has just come back from Paris.
Johnny sadece birkaç ay önce İspanya'ya taşındı, o henüz İspanyolca konuşmaya alışkın değil.
- Johnny moved to Spain just a few months ago, so he isn't used to speaking Spanish as yet.
Dükkan tiyatronun tam karşısında.
- The store is just across from the theater.
Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.
- Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'.
Bence Tom'un öfkesi sadece bir savunma mekanizması; Yerinde olsam şahsen bunu kabul etmezdim.
- I think Tom's anger is just a defense mechanism; I wouldn't take it personally if I were you.
Ben onu ararken sadece bir dakika yerinde kal.
- Just stay put for a minute while I look for him.
Tom testi sadece zar zor geçti.
- Tom just barely passed the test.
Tom kirayı ödemek için yeterli parayı zar zor kazanmayı başardı.
- Tom just barely managed to earn enough money to pay the rent.
Kesinlikle. Ancak onu teyit etmem gerekecek, lütfen sadece biraz bekleyin.
- Certainly. I will need to confirm it, however. Please wait just a moment.
Barış şiddetin yokluğu değildir ancak adaletin varlığıdır.
- Peace is not the absence of violence but the presence of justice.
Sadece net bir cevap istiyorum. Daha fazla bir şey değil.
- I just want a straight answer. Nothing more.
Her şey tam anlamıyla önceki gibi.
- Everything's just like before.
Yeni şapkana tam anlamıyla bayılıyorum.
- I just adore your new hat.
Tom tek kelimeyle farklı.
- Tom is just different.
Tek kelimeyle harika görünüyor.
- It looks just perfect.
This is the only alternative.
- Das ist die einzige Alternative.
He is the only American who has swum the English Channel.
- Er ist der einzige Amerikaner, der den Ärmelkanal durchschwommen hat.