تعريف dolu في التركية الإنجليزية القاموس.
- full
Do not talk with your mouth full.
- Ağzın doluyken konuşma.
Don't speak with your mouth full.
- Ağzın doluyken konuşma.
- hail
The hail cracked the window.
- Dolu pencereyi çatlattı.
Have you ever seen it hail?
- Hiç dolu yağdığını gördün mü?
- crowded
The street was crowded with cars.
- Cadde arabalarla doluydu.
The room was crowded with furniture.
- Oda mobilya ile doluydu.
- occupied
All the apartments are occupied.
- Tüm apartmanlar doludur.
- (Avcılık) load
- full of
- (Konuşma Dili) beyond measure
- fraught with
- (Gıda) full bodied
- crammed
- charged
- vibrant with
- sleet
- thick
- engaged
- capacity
The hall was filled to capacity.
- Salon tam kapasite doluydu.
The bus was filled to capacity.
- Otobüs tam kapasite doluydu.
- alive with
The place was alive with creative young people.
- Yer yaratıcı genç insanlarla hayat doluydu.
The pond was alive with various tiny fishes.
- Gölet çeşitli küçük balıklarla doluydu.
- thick with
- filled
The bus was filled to capacity.
- Otobüs tam kapasite doluydu.
The park is filled with children.
- Park çocuklarla doludur.
- instinct
- abounding
- shot
- rife
- replete
The annals of sports are replete with the names of great black athletes.
- Spor yıllıkları, büyük siyah sporcuların isimleriyle doludur.
- instinct with
- loaded
Tom was so loaded with work that he would forget to eat.
- Tom işle o kadar doluydu ki yemek yemeyi unutacaktı.
Tom didn't know the gun was loaded.
- Tom silahın dolu olduğunu bilmiyordu.
- laden
- shot through
- steeped in
- fraught
- abundant
- a load of
- brimful of
- haıl
- racked
- teeming
The street was teeming with people.
- Sokak insanlarla doluydu.
- ridden
- hayat dolu
- vivacious
- su dolu
- watery
- dolu fırtınası
- hailstorm
The hailstorm ruined crops.
- Dolu fırtınası ürünleri mahvetti.
- dolu olmak
- bristle
- dolu olmak
- abound
- dolu (bol)
- abundant
- dolu daire
- (Bilgisayar) filled circle
- dolu kutu
- (Bilgisayar) filled box
- dolu olan
- abounding
- dolu olmak
- be alive with
- dolu olmak
- alive with
- dolu çerçeve
- (Bilgisayar) bevel
- dolu yağmak
- hail
- dolu yağışı
- full precipitation
- dolu ağırlık
- gross vehicle weight
- dolu bant
- (Bilgisayar,Teknik) filled band
- dolu birim
- (Dilbilim) plerem
- dolu derz
- (İnşaat) flat joint
- dolu dolu
- good
- dolu duvar
- (İnşaat) filled wall
- dolu döküm
- (İnşaat) casting solid
- dolu elips
- (Bilgisayar) filled ellipse
- dolu film
- (Sinema) exposed film
- dolu gövde
- (Muzik) solid body
- dolu kabuk
- (Kimya) closed shell
- dolu kapı
- plain door
- dolu kovuk
- filled cavity
- dolu musunuz
- Are you occupied
- dolu olmak
- spill over with
- dolu olmak
- be full
- dolu olmak
- be filled with
- dolu olmak
- crawl
- dolu olmak
- to teem with sth, to be alive with, to crawl with sth, to abound in/with sth
- dolu oval
- (Bilgisayar) filled oval
- dolu savak
- spillway
- dolu savak
- (Tarım) spilway
- dolu sağanağı
- hail shower
- dolu tanesi
- hailstone
- dolu tanesi
- stone
- dolu tohum
- (Tarım) filled seed
- dolu yay
- (Bilgisayar) filled arc
- dolu yağmak
- to hail
- dolu yağıyor
- it is hailing
- dolu yolu
- (Sinema) modulated track
- dolu çizgi
- full line
- dolu şey
- full
- ağzına kadar dolu olmak
- brim
- deyimlerle dolu
- idiomatic
- aşk dolu
- loving
- gereksiz sözlerle dolu
- verbose
- hakaret dolu
- sardonic
- kuşku dolu
- suspicious
- su dolu
- waterlogged
- bellek dolu
- (Bilgisayar) out of memory
- bellek dolu
- (Bilgisayar) memory full
- deli dolu
- alive and kicking
- disk dolu
- (Bilgisayar) disk is full
- dizin dolu
- (Bilgisayar) directory full
- hasret dolu
- wistful
- hayat dolu
- vibrant
- hayat dolu olmak
- be full of beans
- hayat dolu olmak
- full of beans
- hayat dolu olmak
- be full of life
- hayat dolu olmak
- full of life
- huzur dolu
- peaceful
- kin dolu
- venemous
- minnet dolu
- thankful
- nefret dolu
- wicked
- nefret dolu
- catty
- nefret dolu
- venomous
- sevgi dolu
- warmhearted
- sevgi dolu
- affectionate
She is always very affectionate with her relatives.
- O her zaman akrabalarına karşı çok sevgi doludur.
He sent me an affectionate letter.
- Bana sevgi dolu bir mektup gönderdi.
- sevgi dolu
- warm
- sevgi dolu
- fond
Tom has fond memories of Mary.
- Tom'un Mary ile ilgili sevgi dolu anıları var.
- sevgi dolu
- loving
Tom grew up in a loving home.
- Tom sevgi dolu bir evde büyüdü.
It is pleasant to watch a loving old couple.
- Sevgi dolu yaşlı bir çifti izlemek keyifli.
- sevgi dolu
- exorable
- sevgi dolu bir halde
- adoringly
- sevgi dolu bir halde
- warmly
- stres dolu
- stress-filled
- tamamen dolu
- fully loaded
- özlem dolu
- nostalgic
- özlem dolu
- wistful
- hayat dolu
- alive
The place was alive with creative young people.
- Yer yaratıcı genç insanlarla hayat doluydu.
- dolu ol
- abound
- dolu ol
- {f} abounding
- Dolu dolu
- (deyim) to the fullest
- acı dolu
- sardonically
- arabayı deposu dolu mu iade etmeliyim
- Should I return the car with a full tank
- arzu dolu bakmak
- ogle
- arzu dolu bakış
- ogle
- ağaç kökleri ile dolu
- stubby
- ağzına kadar dolu
- flush
- ağzına kadar dolu
- brimful
- ağzına kadar dolu
- chock a block
- ağzına kadar dolu
- full to overflowing
- ağzına kadar dolu kadeh
- bumper
- ağzına kadar dolu olmak
- to brim
- ağız ağza dolu
- completely full
- ağız ağıza dolu
- brimful, brimming
- aşk dolu
- amatory
- aşk dolu
- adoring
- aşk dolu
- amative
- balık dolu
- fishy
- bereket simgesi sayılan meyve vb. dolu boynuz
- cornucopia
- beğeni dolu
- admiring
- bilinmezlerle dolu
- secretive
- binalarla dolu
- built up
- bir madde ile dolu yer
- plenum
- birim dolu
- (Bilgisayar) volume full
- bit yumurtası (sirke) dolu
- nitty
- blok yükleme dolu
- (Bilgisayar) block load full
- boş atıp dolu tutmak
- to make a lucky shot, to draw a bow at a venture
- boş atıp dolu tutmak
- drawing a bow at venture
- boş atıp dolu tutmak/vurmak
- to make a lucky hit, guess the truth by chance
- bu koltuk dolu mu
- Is this seat occupied
- cebi dolu
- sitting pretty
- cepi dolu
- rich, loaded
- daha fazla otla dolu
- weedier
- dedikoduyla dolu
- newsy
- dibi ağaç kökleri ile dolu
- (nehir) snagged
- dibi ağaç kökleri ile dolu
- snaggy
- disket sürücü dolu
- (Bilgisayar) disk drive full
- disket sürücüsü dolu
- (Bilgisayar) disk drive full
- dolu olmak
- {f} teem
- duman veya kurum dolu
- fuliginous
- enerji dolu
- full of vim
- erik dolu
- plummy
- eğlence dolu
- rollicking
- eğreltiotuyla dolu
- ferny
- fazla dolu
- overfull
- fazla dolu olma
- repletion
- fındık dolu
- nutty
- gereksiz laflarla dolu olma
- diffuseness
- gereksiz sözlerle dolu
- pleonastic
- güve dolu
- mothy
- güçlüklerle dolu
- spiny
- haberlerle dolu
- newsy
- hakaret dolu
- opprobrious
- hakaret dolu
- (Kanun) libellous
- hasret dolu
- wishful
- hayat dolu
- exuberant
Tom is exuberant, isn't he?
- Tom hayat dolu, değil mi?
I was very exuberant.
- Ben çok hayat doluydum.
- hayat dolu
- as fresh as daisy
- hayat dolu
- live
He is a lively young man.
- O, hayat dolu bir genç adam.
She is a lively girl.
- O hayat dolu bir kız.
- hayat dolu
- animated
- hayat dolu
- vivid
- hayat dolu
- sprightly
- hayat dolu
- fresh
- hayat dolu
- animate
- hayat dolu
- vital
- hayat dolu
- alive and kicking
- hayat dolu
- dewy
- hayat dolu
- quick
- hayat dolu
- corky
- hayat dolu
- genial
- hayat dolu
- lively
She is a lively girl.
- O hayat dolu bir kız.
He is a lively young man.
- O, hayat dolu bir genç adam.
- hayat dolu
- full of life
He is full of life even though he is very old.
- O, çok yaşlı olsa bile hayat dolu.
He was a strong boy, full of life, before he was stricken with the plague.
- O, vebaya kapılmadan önce güçlü bir çocuktu, hayat doluydu.
- hayat dolu
- lively, full of beans, full of life
- hayat dolu olma
- corkiness
- hayat dolu olmak
- to be full of beans, to be full of life
- heyecan dolu
- charged
- heyecan dolu yarışma
- (Televizyon) cliff-hanger
- heyecan dolu yarışma
- (Televizyon) cliffhanger
- kamış dolu
- reedy
- kanla dolu
- hematic
- kanla dolu
- haematic [Brit.]
- keyif dolu
- delighting
- kin dolu
- venomous
- kin dolu
- virulent
- kin dolu bir biçimde
- venomously
- kin ve nefretle dolu olma
- despitefulness
- kuyruk dolu
- (Bilgisayar) queue is full
- mağaralarla dolu
- cavernous
- mutluluk dolu olma
- blissfulness
- nefret dolu
- baleful
- nefret dolu
- hateful
We should avoid writing sentences that are disrespectful, offensive or hateful.
- Saygısız, saldırgan ve nefret dolu cümleler yazmaktan kaçınmamız gerekir.
You're really hateful!
- Sen gerçekten nefret dolusun!
- nefret dolu bir şekilde
- hatefully
- nefret dolu olma
- hatefulness
- nefret dolu olmak
- be full of hate
- neşe dolu
- blest
- ortam dolu
- (Bilgisayar) media full
- pire yenikleriyle dolu
- flea bitten
- rüya dolu
- dreamy
- saygı dolu
- worshipful