doğrulu

listen to the pronunciation of doğrulu
التركية - الإنجليزية
accuracy
linear, rectilinear
rectilinear
right

His answer is far from right. - Onun yanıtı doğruluktan uzak.

doğru
true

I'll be damned if it's true. - Eğer o doğruysa mahvoldum demektir.

His story may not be true. - Hikâyesi doğru olmayabilir.

doğru
accurate

Your analysis of the situation is accurate. - Sizin durum analiziniz doğrudur.

The sentence is not grammatically accurate. - Cümle dil bilgisi yönünden doğru değildir.

doğru
{s} correct

Is my answer correct? - Benim cevabım doğru mu?

Please check the correct answer. - Lütfen doğru cevabı kontrol edin.

doğru
truth

If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence. - Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.

To tell the truth, I'm tired of violent movies. - Doğrusunu söylemek gerekirse, ben şiddet filmlerinden bıktım.

doğru
right

It is right that you should write it. - Onu yazman gerektiği doğrudur.

The right mind is the mind that does not remain in one place. - Doğru akıl bir yerde kalmayan akıldır.

doğru
straight

He said the words came straight from his heart. - O kelimelerin doğruca kalbinden geldiğini söyledi.

After the meeting she headed straight to her desk. - Toplantıdan sonra o doğrudan masasına doğru yöneldi.

doğru
through

In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future. - Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.

Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives. - Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.

doğru
authentic
doğru
{s} just

Tom crawled into bed just before midnight. - Tom tam gece yarısından önce yatağa doğru gitti.

Tom showed up at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

doğru
for

If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence. - Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.

We've found him to be the right man for the job. - Biz, onun bu iş için doğru adam olduğunu keşfettik.

doğru
(Hukuk) fair

As soon as the three doctors had left the room, the Fairy went to Pinocchio's bed and, touching him on the forehead, noticed that he was burning with fever. - Üç doktor odadan çıkar çıkmaz Peri, Pinokyo'nun yatağına doğru gitti ve alnına dokununca onun ateşler içinde yandığını gördü.

Tom is telling the truth, I'm fairly certain. - Tom doğruyu söylüyor, ben oldukça eminim.

doğru
fair enough
doğru
due

Due to Tom's behavior, the court is convinced that Mary's account is accurate. - Tom'un davranışı nedeniyle mahkeme Mary'nin hesabının doğru olduğuna inanıyor.

doğru
{s} exact

It isn't totally exact. - Bu tamamen doğru değil.

That isn't exactly right. - Bu tam olarak doğru değil.

doğru
precisely

More precisely, it is the question of the meaning of life. - Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.

doğru
{s} honest

Honestly, I am not the most accurate person on earth. - Dürüst olmak gerekirse, ben dünyada en doğru kişi değilim.

I honestly didn't think Tom would show up. - Doğrusu Tom'un ortaya çıkacağını düşünmemiştim.

doğru
valid

The newest version uses facial-recognition software to validate a login. - Yeni sürümü bir giriş doğrulamak için yüz tanıma yazılımı kullanır.

The validation methodology was based also on Bowling's reports. - Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.

doğru
thru
doğru
all right

Is it all right to use a flash here? - Burada bir flaş kullanmak doğru mu?

I thought Tom did all right. - Tom'un tamamen doğru yaptığını düşünüyordum.

doğru
ways
doğru
actual

That's actually not true. - O aslında doğru değil.

The difference between you and me is that I'm actually interested in trying to do what is right. - Seninle benim aramdaki fark benim aslında doğru olanı yapmaya çalışmakla ilgileniyorum olmam.

doğru
suitable

It's dangerous to assume that all of the sentences in the Tatoeba Corpus are correct and suitable for language study. - Tatoeba külliyatındaki tüm cümleleri, dil eğitimi için doğru ve uygun saymak tehlikelidir.

doğru
short and to the point
doğru
as well

And yet, the contrary is always true as well. - Ne var ki aksi de her zaman doğrudur.

doğru
correctly

If I remember correctly, Tom sold his car to Mary for just 500 dollars. - Eğer doğru hatırlıyorsam, Tom arabasını Mary'ye sadece 500 dolara sattı.

If I remember correctly, that's the song Tom sang at Mary's wedding. - Eğer doğru hatırlıyorsam, o, Tom'un Mary'nin düğününde söylediği şarkı.

doğru
erect
doğru
on the beam
doğru
(Bilgisayar) literal
doğru
as sure as i'm sitting here
doğru
plumb
doğru
around

Stop beating around the bush and give it to me straight! - Lafı uzatma ve bana doğruyu söyle!

A lie can travel halfway around the world while the truth is putting on its shoes. - Doğru, daha ayakkabılarını giyememişken; yalan, dünyanın öbür ucuna gitmiştir bile.

doğru
sound

The story didn't sound true. - Hikaye doğru görünmüyordu.

The story may sound strange, but it is true. - Hikaye garip gelebilir , ama doğru.

doğru
faithful
DOĞRU
straightforward
DOĞRU
straight forward
DOĞRU
forthright

I admire his forthrightness. - Onun doğruluğuna hayranım.

doğru
proper

Let's do this properly. - Hadi bunu doğru düzgün yapalım.

Tom doesn't know how to pronounce my name properly. - Tom ismimi doğru dürüst nasıl telaffuz edeceğini bilmiyor.

doğru
becoming
doğru
on the level
doğru
upstanding
doğru
upright
doğru
upfront
doğru
aboveboard
doğru
precise

More precisely, it is the question of the meaning of life. - Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.

doğru
fitting
doğru
base

The validation methodology was based also on Bowling's reports. - Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.

Tom walked down into the basement. - Tom bodruma doğru yürüdü.

doğru
mathematical
doğru
above board
doğru
accurate to
doğru
truer
doğru
direct

Direct flights between New York and Tokyo commenced recently. - New York ve Tokyo arasında doğrudan uçuşlar son zamanlarda başlamıştır.

Excuse me. Can you direct me to the nearest subway station? - Affedersiniz. Beni en yakın tramvay istasyonuna doğru yönlendirebilir misiniz?

doğru
(Konuşma Dili) a correct answer (in a test)
doğru
truthful

I think Tom is truthful. - Tom'un doğru olduğunu düşünüyorum.

Don't expect me to be truthful when you keep lying to me so blatantly. - Bana göz göre göre yalan söylemeyi sürdürürken benden doğru sözlü olmamı bekleme.

doğru
thro

In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future. - Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.

Through trial and error, he found the right answer by chance. - Deneme yanılma yoluyla doğru cevabı buldu.

doğru
cheese
doğru
straight line

In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future. - Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.

doğru
correct, accurate
doğru
honest, good (person)
doğru
guileless
doğru
the thing
doğru
according to Cocker
doğru
exactly

That's not exactly true. - O tam olarak doğru değil.

That isn't exactly right. - Bu tam olarak doğru değil.

doğru
orthodox
doğru
ortho
doğru
That's true

I don't think that that's true. - Onun doğru olduğunu sanmıyorum.

I don't know if that's true. - Onun doğru olup olmadığını bilmiyorum.

doğru
toward, in the direction of
doğru
the right

Mark the right answer. - Doğru cevabı işaretleyin.

The right mind is the mind that does not remain in one place. - Doğru akıl bir yerde kalmayan akıldır.

doğru
honest injun
doğru
proper, suitable
doğru
up to

He came straight up to me. - O, dosdoğru bana doğru geldi.

A strange man came up to us. - Tuhaf bir adam bize doğru geldi.

doğru
righteous

I never said that he was righteous. - Onun doğru olduğunu hiç söylemedim.

doğru
quite so!
doğru
straight, direct; true; right; correct, accurate, exact, precise; proper, suitable; fair; honest, faithful, straightforward, aboveboard; line; truth, right; towards, toward; (zaman) around, about; straight; rightly, correctly, truly
doğru
(Matematik) line
doğru
aright
doğru
truly, correctly
doğru
according to Hoyle
doğru
toward, near the time of
doğru
square

Tom threw a pillow at Mary and the pillow hit her squarely in the face. - Tom Mary'ye bir yastık attı ve yastık doğrudan onun yüzüne çarptı.

doğru
the truth

To tell the truth, I'm tired of violent movies. - Doğrusunu söylemek gerekirse, ben şiddet filmlerinden bıktım.

All you have to do is to tell the truth. - Tüm yapmanız gereken doğruyu söylemektir.

doğru
spot on
doğru
straight, directly
doğru
sincere

He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him. - O genellikle doğru sözlü ve içten ve bu sebeple onunla tanışanların güvenini kazanır.

doğru
attic
doğru
beam
doğru
toward

He went to the beach, and looked far across the sea toward the horizon. - O plaja gitti, ve denizin üzerinden ufka doğru baktı.

Tom and his friends headed towards the beach. - Tom ve arkadaşları sahile doğru gitti.

doğru
sooth
doğru
eact
doğru
moral

The arc of the moral universe is long, but it bends toward justice. - Ahlaki evrenin yayı uzun, ancak adalete doğru eğilir.

Never let your sense of morals prevent you from doing what is right. - Ahlak anlayışının seni doğru olanı yapmaktan alıkoymasına asla izin verme.

doğru
upto
doğru
{i} hear! hear!
doğru
forwards

Why is it easier to park the car backwards than forwards? - Arabayı geriye doğru park etmek neden ileriye doğru park etmekten daha kolaydır?

Life can only be understood backwards, but it must be lived forwards. - Hayat sadece geriye doğru anlaşılabilir ama ileriye doğru yaşanmalıdır.

doğru
towards

The woman stood up from the chair and looked towards the door. - Kadın sandalyeden kalktı ve kapıya doğru baktı.

He tossed the ball towards the wall. - Topu duvara doğru çekti.

doğru
ward,wards
doğru
to
doğru
straight as a die
doğru
quite so
التركية - التركية
Bir doğru boyunca olan, müstakim
müstakim
Doğru
sevap
Doğru
rast
Doğru
korekt
Doğru
(Osmanlı Dönemi) MEHAVE
doğru
Gerçek, yalan olmayan
doğru
Akla, mantığa uygun
doğru
Bir ucundan öbür ucuna kadar yönü değişmeyen, eğri ve çarpık karşıtı
doğru
Akla, mantığa, gerçeğe veya kurala uygun: "Bunları sana şimdiden söylemek daha doğrudur."- A. Gündüz
doğru
Gerçek, hakikat: "Söyleyin doğrusunu, siz insanoğlunun ahlaklı olabileceğine inanmıyorsunuz."- N. Ataç. İki nokta arasındaki en kısa çizgi
doğru
Yanlışsız, eksiksiz
doğru
Gerçek, hakikat
doğru
Karşı yönünce
doğru
Yasa, yöntem ve ahlaka bağlı, dürüst, namuslu
doğru
Gerçeğe veya kurala uygun
doğru
İki nokta arasındaki en kısa çizgi
doğru
Hiçbir yöne sapmadan, dosdoğru, doğruca
doğru
Karşı yönünce: "Yüzü sapsarı bir kadın iskeleye doğru yürüdü."- S. F. Abasıyanık
doğru
Yakın, yakınlarında: "Şafağa doğru otomobil sesi duyuldu."- F. R. Atay
doğru
Yakın, yakınlarında
doğrulu
المفضلات