The clock on that tower is accurate.
- O kuledeki saat doğrudur.
Your analysis of the situation is accurate.
- Sizin durum analiziniz doğrudur.
I'll be damned if it's true.
- Eğer o doğruysa mahvoldum demektir.
The story seems true.
- Hikâye doğru görünüyor.
Give it to me straight.
- Onu doğruca bana ver.
Jane will get straight A's.
- Jane doğrudan A alacaktır.
I think the actions he took were right.
- Onun yaptıklarının doğru olduğunu düşünüyorum.
Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
Your hypothesis is correct.
- Hipoteziniz doğrudur.
Regardless of the amount, Brian wants the correct, entire amount by next week.
- Miktarı göz önünde bulundurmaksızın,Brian gelecek haftaya kadar doğru,tam miktar istiyor.
To tell the truth, I'm tired of violent movies.
- Doğrusunu söylemek gerekirse, ben şiddet filmlerinden bıktım.
If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence.
- Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.
The submarine had to break through a thin sheet of ice to surface.
- Denizaltı yüzeye doğru ince bir buz tabakasını yarıp geçmek zorunda kaldı.
Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
The sun having set, we all started for home.
- Güneş batarken, hepimiz eve doğru hareket ettik.
The ship made for the shore.
- Gemi kıyıya doğru gitti.
Tom is telling the truth, I'm fairly certain.
- Tom doğruyu söylüyor, ben oldukça eminim.
As soon as the three doctors had left the room, the Fairy went to Pinocchio's bed and, touching him on the forehead, noticed that he was burning with fever.
- Üç doktor odadan çıkar çıkmaz Peri, Pinokyo'nun yatağına doğru gitti ve alnına dokununca onun ateşler içinde yandığını gördü.
Due to Tom's behavior, the court is convinced that Mary's account is accurate.
- Tom'un davranışı nedeniyle mahkeme Mary'nin hesabının doğru olduğuna inanıyor.
Direct flights between New York and Tokyo commenced recently.
- New York ve Tokyo arasında doğrudan uçuşlar son zamanlarda başlamıştır.
Why don't you tell her directly?
- Neden doğrudan ona söylemiyorsun?
Don't expect me to be truthful when you keep lying to me so blatantly.
- Bana göz göre göre yalan söylemeyi sürdürürken benden doğru sözlü olmamı bekleme.
Will you answer all my questions truthfully?
- Bütün sorularımı doğru şekilde cevaplar mısın?
Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
Through trial and error, he found the right answer by chance.
- Deneme yanılma yoluyla doğru cevabı buldu.
In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
- Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
If I remember correctly, Tom sold his car to Mary for just 500 dollars.
- Eğer doğru hatırlıyorsam, Tom arabasını Mary'ye sadece 500 dolara sattı.
Tom crawled into bed just before midnight.
- Tom tam gece yarısından önce yatağa doğru gitti.
More precisely, it is the question of the meaning of life.
- Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.
We're all a little scared, to be honest.
- Doğrusu hepimiz biraz korktuk.
Honestly, I would think driving there daily is better than moving.
- Doğrusu, her gün oraya arabayla gitmenin taşınmaktan daha iyi olduğunu düşünüyorum.
Tom doesn't know how to pronounce my name properly.
- Tom ismimi doğru dürüst nasıl telaffuz edeceğini bilmiyor.
He is the proper person for the job.
- O, iş için doğru kişidir.
That wasn't exactly true.
- O tam olarak doğru değildi.
It isn't totally exact.
- Bu tamamen doğru değil.
That's not exactly an accurate comparison.
- O tam olarak doğru bir karşılaştırma değil.
That isn't exactly right.
- Bu tam olarak doğru değil.
I don't know if that's true.
- Onun doğru olup olmadığını bilmiyorum.
I've heard it said that it's harder to please a woman than to please a man. I wonder if that's true.
- Bir kadını memnun etmenin bir erkeği memnun etmekten daha zor olduğunun söylendiğini duydum. Doğru olup olmadığını merak ediyorum.
Please circle the right answer.
- Lütfen doğru cevabı daire içine alın.
Tell me the right time, please.
- Bana doğru saati söyle, lütfen.
Mike walked up to the boy.
- Mike çocuğa doğru yanaştı.
The dog came running up to me.
- Köpek koşarak bana doğru geldi.
I never said that he was righteous.
- Onun doğru olduğunu hiç söylemedim.
Tom threw a pillow at Mary and the pillow hit her squarely in the face.
- Tom Mary'ye bir yastık attı ve yastık doğrudan onun yüzüne çarptı.
All you have to do is to tell the truth.
- Tüm yapmanız gereken doğruyu söylemektir.
To tell the truth, I'm tired of violent movies.
- Doğrusunu söylemek gerekirse, ben şiddet filmlerinden bıktım.
He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him.
- O genellikle doğru sözlü ve içten ve bu sebeple onunla tanışanların güvenini kazanır.
Can you validate this parking ticket?
- Bu otopark biletini doğrulayabilir misin?
The newest version uses facial-recognition software to validate a login.
- Yeni sürümü bir giriş doğrulamak için yüz tanıma yazılımı kullanır.
Is it all right if I leave early this afternoon?
- Bu öğleden sonra erken gidersek doğru olur mu?
I thought Tom did all right.
- Tom'un tamamen doğru yaptığını düşünüyordum.
That's actually not true.
- O aslında doğru değil.
Hey! This is not the right place. You should contact the actual national coach for information regarding this.
- Hey! Bu doğru yer değil. Sen bununla ilgili bilgi için gerçek milli takım antrenörüyle temas kurmalısın.
It's dangerous to assume that all of the sentences in the Tatoeba Corpus are correct and suitable for language study.
- Tatoeba külliyatındaki tüm cümleleri, dil eğitimi için doğru ve uygun saymak tehlikelidir.
And yet, the contrary is always true as well.
- Ne var ki aksi de her zaman doğrudur.
Everyone can help ensure that sentences sound correct, and are correctly spelled.
- Herkes cümlelerin doğru seslendirilmesini ve doğru bir biçimde yazılmasını sağlamak için yardımcı olabilir.
If I remember correctly, that's the song Tom sang at Mary's wedding.
- Eğer doğru hatırlıyorsam, o, Tom'un Mary'nin düğününde söylediği şarkı.
Stop beating around the bush and give it to me straight!
- Lafı uzatma ve bana doğruyu söyle!
The cat was strutting around the yard, when it suddenly ran into the house.
- o evine içine doğru koştuğunda , kedi kasılarak ipliğin etrafında yürüyordu.
The story didn't sound true.
- Hikaye doğru görünmüyordu.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
If you understand, then do it properly.
- Eğer anlıyorsan, öyleyse onu doğru dürüst yap.
Tom doesn't know how to pronounce my name properly.
- Tom ismimi doğru dürüst nasıl telaffuz edeceğini bilmiyor.
Excuse me, but is this the right way to the subway station?
- Affedersiniz,ama bu metro istasyonu için doğru yol mu?
Is this the right way to the museum?
- Bu, müzeye giden doğru yol mu?
Tom is likely to be truthful.
- Tom muhtemelen doğru sözlü olacak.
Don't expect me to be truthful when you keep lying to me so blatantly.
- Bana göz göre göre yalan söylemeyi sürdürürken benden doğru sözlü olmamı bekleme.
He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him.
- O genellikle doğru sözlü ve içten ve bu sebeple onunla tanışanların güvenini kazanır.
They travelled eastwards.
- Onlar doğuya doğru seyahat etti.
The wind is blowing east.
- Rüzgar doğuya doğru esiyor.
They travelled eastwards.
- Onlar doğuya doğru seyahat etti.
As the Moon moves eastward away from the Sun in the sky, we see a bit more of the sunlit side of the Moon each night.
- Ay gökyüzündeki Güneşten doğuya doğru hareket eder, biz her gece ayın güneşli tarafını biraz daha çok görürürüz.
They travelled eastwards.
- Onlar doğuya doğru seyahat etti.
Tom answered correctly.
- Tom doğru şekilde yanıtladı.
By that, Boeing means that there may also have been other problems, but that an accident could have been avoided if the crew had done their job correctly.
- Onunla, Boeing diğer sorunların da olabileceği, ama mürettabat işini doğru şekilde yaparsa bir kazadan kaçınılabileceği anlamına gelir.
Life can only be understood backwards, but it must be lived forwards.
- Hayat sadece geriye doğru anlaşılabilir ama ileriye doğru yaşanmalıdır.
Tom is walking backwards.
- Tom geriye doğru yürüyor.
Tom is walking backwards.
- Tom geriye doğru yürüyor.
Tom bends over backwards to please Mary.
- Tom Mary'yi memnun etmek için geriye doğru eğilir.
Tom doesn't know how to pronounce my name properly.
- Tom ismimi doğru dürüst nasıl telaffuz edeceğini bilmiyor.
Don't play dumb. Answer my question properly!
- Aptal numarası yapma. Soruma doğru dürüst cevap ver.
Prices of white goods increased in direct proportion to the increase of demand.