dikilen

listen to the pronunciation of dikilen
التركية - الإنجليزية
standing

Who's that woman standing over there? - Şurada dikilen kadın kim?

That man standing over there is my father. - Orada dikilen o adam benim babamdır.

Present participle of stand.; in the process of coming to an upright position
The position of a team in a league or of a player in a list: "After their last win, their standing went up three places"
Duration
Position or reputation in society or a profession: "He does not have much of a standing as a chemist"
A person's right to bring a lawsuit because he or she is directly affected by the issue raised
Remaining erect; not cut down; as, standing corn
(of fluids) not moving or flowing; "mosquitoes breed in standing water"
The right to take part in legal proceedings
having a supporting base; "a standing lamp"
The act of stopping, or coming to a stand; the state of being erect upon the feet; stand
the act of assuming or maintaining an erect upright position
It is an ordinary foul for any player except the goalie to take an active part in the game when standing on the bottom of the pool
Many orders per requisition, each order gets one delivery
permanent; "a standing army"
It is ordinary foul for any player except the goalie to take an active part in the game when standing on the bottom of the pool
{i} status, reputation; duration, length of time; act of one who stands; place where one stands
Not flowing; stagnant; as, standing water
Performed from an erect position
Not transitory; not liable to fade or vanish; lasting; as, a standing color
Condition in society; relative position; reputation; rank; as, a man of good standing, or of high standing
dik
perpendicular

Dancing is a perpendicular expression of a horizontal desire. - Dans, yatay arzunun dikey bir ifadesidir.

dik
upright

An empty bag can't stand upright. - Boş torba dik duramaz.

She stood bolt upright. - O civatayı dik durdurdu.

dik
steep

We climbed the steep slope. - Dik bir yamaca tırmandık.

He stared at the steep slope. - O, dik yamaca bakakaldı.

dik
{s} vertical

He drew some vertical lines on the paper. - Kağıt üzerinde bazı dikey çizgiler çizdi.

Keep away from the vertical cliff! she shouted. - Dikey kayalıklardan uzak durun! o bağırdı.

dik
erect

This statue was erected ten years ago. - Bu anıt on yıl önce dikildi.

An immense monument was erected in honor of the eminent philosopher. - Büyük filozofun şerefine muazzam bir anıt dikildi.

dik
(Biyokimya) longitudinal
dik
perpendicular to
dik
fixed

He fixed his eyes on me. - Gözlerini bana dikti.

Everyone's eyes were fixed upon her. - Herkesin gözleri ona dikildi.

dik
abrupt
dik
scarped
dik
{f} potting
dik
stick up
dik
{f} transplanted

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

dik
{f} pot

Tom gave Mary a potted plant. - Tom Mary'ye saksıya dikilmiş bir bitki verdi.

You should look out for potholes when driving. - Araba sürerken çukurlara dikkat etmelisin.

dik
sew

My mother gave me her sewing machine. - Annem bana dikiş makinesini verdi.

I'm learning to sew so that I can make myself a dress. - Kendime bir elbise yapabileyim diye dikiş dikmeyi öğreniyorum.

dik
{f} sewing

She is sewing a dress. - O bir elbise dikiyor.

I bought a new sewing machine. - Ben, yeni bir dikiş makinesi satın aldım.

dik
{f} stitching
dik
endwise
dik
{f} sewn

How beautiful my sewn drapes are. - Dikili perdelerim ne kadar güzel.

dik
{f} sewed

Her mother sewed a skirt for her. - Annesi ona bir etek dikti.

Tom sewed the button back on his shirt. - Tom düğmeyi gömleğine geri dikti.

dik
transplant

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

dik
endways
dik
{f} transplanting
dik
{f} suture
dik
sew on

Can you sew on these buttons for me? - Sen bu düğmeleri benim için dikebilir misin?

Do you have a needle to sew on these buttons? - Bu düğmeleri dikmek için bir iğnen var mı?

dik
{f} stitch

She needed five stitches. - Ona beş dikiş atıldı.

The doctor gave him four stitches. - Doktor ona dört dikiş attı.

dik
implant
dik
{f} suturing
dik
intent

Tom listened intently. - Tom dikkatle dinledi.

Tom is listening intently. - Tom dikkatle dinliyor.

dik
{s} up
dik
{s} arduous
dik
steeper

The higher we climbed, the steeper became the mountain. - Ne kadar yükseğe tırmanırsak dağlar o kadar dik olur.

dik
{f} plant

About a dozen trees had soon been planted. - Yaklaşık bir düzine ağaç kısa sürede dikilmişti.

Tom planted three apple trees in his yard. - Tom bahçesine üç elma ağacı dikti.

dik
precipitous
dik
sheer
dik
straight, upright, erect (in standing)
dik
(açı) right
dik
rapid
dik
(Geometri) right
dik
stiff

Tom's a stiff-necked old man. - Tom dik kafalı yaşlı bir adam.

dik
sharp, biting (remark)
dik
bluff
dik
upstanding
dik
straight

I've heard that sitting up straight is bad for your back. - Dik oturmanın sırtın için zararlı olduğunu duydum.

In hopes of attaining superhuman powers, Christopher Columbus once stared at the sun for five minutes straight. It didn't work. - İnsanüstü güçlere ulaşmak umuduyla, Kristof Kolomb bir zamanlar beş dakika güneşe doğruca dik dik baktı.İşe yaramadı.

dik
uprightly
dik
bold

This morning at the station, her attention was caught by a poster with bold letters. - Bu sabah istasyonda, kalın harfli bir afiş onun dikkatini çekti.

dik
perpendicular, vertical; straight, upright, erect; steep, rapid, precepitous; intent, fixed, penetrating; right
dik
fixed, penetrating, intent (look)
dik
(saç) rough
dik
jagged
dik
stand up
dik
square

If a triangle has two right angles, it's a square missing one side. - Bir üçgenin iki dik açısı varsa, o bir kenarı eksik bir karedir.

The boxes are rectangular, not square. - Kutular dikdörtgendir, kare değil.

dik
horny
dik
darn
dik
standup
dik
plumb
dik
endlong
dik
darning
temsili mezara dikilen taş
cenotaph
التركية - التركية

تعريف dikilen في التركية التركية القاموس.

DÎK
(Osmanlı Dönemi) Darlık, sıkıntı. Gam. Kalbe sıkıntı veren
DİK
(Osmanlı Dönemi) Horoz
dik
Sert, kalın, tok
dik
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan
dik
Birbirine dikey olan doğrulardan oluşmuş
dik
Ters, aksi
dik
Horoz
dik
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan: "Sağlam yapılı, dik duruşlu bir gençti o yıllarda."- N. Cumalı
dik
Sert
dik
Yatık durmayan, sert
dik
Eğimi dike yakın olan: "Dik bir dereye indiler."- Ö. Seyfettin
dik
Buğday tanesine keşkekliğe çeviren su değirmeni
dik
Derin duvar
dik
Sert (bakış)
dik
Kaba, yersiz (davranış): "Kaba denilecek kadar ani ve dik bir davranışla halasını bıraktı ve kalktı."- H. E. Adıvar
dik
Sert, kalın, tok (ses): "Sesi dik ve küstahtı, söylediklerini aşağı salonda bekleşen komşular işittiler."- A. İlhan
dik
Ters, aksi (söz)
dik
Kaba, yersiz
dik
Eğimi dike yakın olan
dikilen
المفضلات