determined course; resolved mode of action or conduct; as, to have one's way

listen to the pronunciation of determined course; resolved mode of action or conduct; as, to have one's way
الإنجليزية - التركية

تعريف determined course; resolved mode of action or conduct; as, to have one's way في الإنجليزية التركية القاموس.

way
ilerleme

Üniversiteye yavaş yavaş ilerleme katettim. - I worked my way through college.

Korkarım onu bu şekilde yaparak ilerleme kaydedemeyeceğiz. - I'm afraid we'll get nowhere doing it this way.

way
{i} yol: on the way to Bolu Bolu yolu üzerinde
way
{i} gidişat
way
{i} usul

Tom onu usulüne göre yaptırdı. - Tom got it done right way.

Yulaf ezmesini yiyebileceğim tek usul bol şekerlidir. - The only way I can eat oatmeal is with a lot of sugar.

way
husus
way
uzak mesafede
way
mesafe

Göl buradan uzun bir mesafedir. - The lake is a long way from here.

O zamandan beri büyük mesafe kaydettik. - We've come a long way since then.

way
yol

20. yüzyılın ortalarından beri Pekin'de su kuyusu sayısı önemli ölçüde düşmüş ve yeni yol ve binalar için bir yol yapmak için yıkılmışlardır. - Since the mid-20th century, the number of hutongs in Beijing has dropped dramatically as they are demolished to make way for new roads and buildings.

Twitter'ın sloganı Dünyanızda nelerin yeni olduğunu keşfetmenin en iyi yolu.'dur. - The motto of Twitter is The best way to discover what's new in your world.

way
yöntem

Biz bunu son kez senin yönteminle denedik ve işe yaramadı. - We tried it your way last time and it didn't work.

Biz senin yönteminin dışında kalacağız. - We'll stay out of your way.

way
uzakta

Tom buradan uzakta yaşamaktadır. - Tom lives a long way from here.

O adam biraz uzakta duruyordu fakat Tom'un bağırdığını duyunca geri döndü. - That man was standing a little ways away, but he turned when he heard Tom shout.

way
taraf

Hanımefendiler ve beyefendiler, lütfen bu tarafa gelin. - Ladies and gentlemen, please come this way.

Elbiselerimi değiştirirken sadece bir dakika için diğer tarafa bakar mısın? - Would you mind looking the other way for just a minute while I change my clothes?

way
{i} iş alanı
way
{i} davranış

Tom Mary'nin davranış şeklini onaylamıyor. - Tom doesn't approve of the way Mary's been behaving.

Onların ona davranış tarzı hakkında söylendi. - He grumbled about the way they treated him.

way
{i} gelenek

Bir dil öğrenmenin geleneksel yolu olsa olsa birinin görev duygusunu tatmin edebilir ama o bir sevinç kaynağı olarak hizmet edemez. Ayrıca muhtemelen başarılı olmayacaktır. - The traditional way of learning a language may satisfy at most one's sense of duty, but it can hardly serve as a source of joy. Nor will it likely be successful.

way
{i} durum

Yağmur yağdıktan sonra havanın çok taze ve temiz olması durumunu seviyorum. - I love the way the air is so fresh and clean after it rains.

Bir şeye bakış şeklin senin durumuna bağlıdır. - Your way of looking at something depends on your situation.

way
{i} bakım

Bir bakıma uzun boyunlu ve dişsiz çok büyük çenesi olan dev dinozorlar gibi şu görüntüler ortaya çıktı. - Those shadows appeared in a way like giant dinosaurs, with a long neck and a very big jaw without teeth.

O, her bakımdan bir beyefendidir. - He is a gentleman in every way.

way
cihet
way
{i} tarz, biçim, şekil: in a polite
الإنجليزية - الإنجليزية
way
determined course; resolved mode of action or conduct; as, to have one's way

    الواصلة

    de·ter·mined course; re·solved mode of ac·tion or conduct; as, to have one's way

    النطق

المفضلات