تعريف derece في التركية الإنجليزية القاموس.
- degree
She received a doctor's degree.
- O bir doktora derecesi aldı.
The thermometer stood at 15 degrees.
- Termometre 15 derecede durdu.
- rating
Tom's approval rating is dropping.
- Tom'un onay derecesi düşüyor.
- extent
I can understand French to a certain extent.
- Belirli bir dereceye kadar Fransızcayı anlayabilirim.
I trust him to some extent.
- Bir dereceye kadar ona güvenirim.
- rate
- scale
These are graded on a hundred-point scale.
- Bunlar yüz puanlık bir ölçekte derecelendirilir.
- rank
- grade
Tom got extraordinary grades.
- Tom'un olağanüstü dereceleri var.
She got good grades in English.
- O, İngilizcede iyi dereceler aldı.
- stage
- step
- (Bilgisayar) deg
The thermometer reads three degrees below zero.
- Termometre sıfırın altında üç derece olarak okuyor.
The thermometer stood at 15 degrees.
- Termometre 15 derecede durdu.
- degrees
The thermometer reads three degrees below zero.
- Termometre sıfırın altında üç derece olarak okuyor.
It is ten degrees below zero now.
- Şimdi sıcaklık sıfırın altında on derece.
- (Ticaret) points
- temperature
The temperature fell several degrees.
- Sıcaklık birkaç derece düştü.
The exact temperature is 22.68 degrees Celsius.
- Kesin sıcaklık 22.68 derece Celsiustur.
- degree; rank, grade; extent, point; thermometer
- remove
- thermometer
The thermometer says it's thirty degrees in here.
- Termometre burada otuz derece olduğunu söylüyor.
The thermometer stood at 15 degrees.
- Termometre 15 derecede durdu.
- clinical thermometer
- gradation
- pitch
- States
- rank, degree, grade
- standard
- so ... (that)
- degree , grade
- point
This is an extremely important point.
- Bu son derece önemli bir konu.
Under normal conditions, the boiling point of water is 100 degrees Celsius.
- Normal şartlar altında, suyun kaynama sıcaklığı 100 santigrat derece.
- range
Because the distance between the Sun and Mars varies, temperatures range from -125 degrees Celsius in the Martian winter to 22 degrees Celsius in the Martian summer.
- Güneş ve Mars arasındaki mesafe değiştiği için, sıcaklıklar Mars kışında -125 santigrat derece ile Mars yazında 22 santigrat derece arasında değişir.
- level
Due to overfishing, some fish stocks are now at perilously low levels.
- Çok fazla balık avı dolayısıyla, bazı balık stokları şimdi tehlikeli derecede düşük seviyelerde.
Water boils at 100 degrees Celsius at sea level.
- Su, deniz seviyesinde 100 santigrat derecede kaynar.
- {i} measure
The austerity measures that many city governments have implemented are hugely unpopular.
- Pek çok kent yöneticilerinin uyguladığı kemer sıkma politikası son derece sevimsizdir.
- notch
- chop
- regulo
- stending
- dignity
- derece derece
- gradually
- derece almak
- place in a competition
- derece almak
- graduate
- derece bölüntülü
- graduated
- derece gün
- (Meteoroloji) degree day
- derece taksimatlı
- graduated
- derece vermek
- grading
- derece-gün
- degree-day
- derece derece
- by degrees
- derece almak
- to place (in a competition)
- derece derece
- progressively
- derece derece
- 1. by degrees. 2. of various degrees
- derece derece
- a) by degrees b) of various degrees
- derece derece
- by stages
- derece derece artan
- progressive
- derece derece değişen
- gradient
- derece derece sıralamak
- gradate
- derece derece sıralanma
- gradation
- derece eğitimi
- (Havacılık) rating training
- derece gösteren
- ordinal
- derece işareti
- graduation
- son derece
- tremendously
He is tremendously handsome.
- O, son derece yakışıklıdır.
It's tremendously exciting.
- Bu son derece heyecan verici.
- aşırı derece
- extremity
- birinci derece
- first degree
Sami was charged with first degree homicide.
- Sami birinci derece cinayetle suçlandı.
Tom was charged with first degree assault and sentenced to 15 years in prison.
- Tom birinci derecen saldırı ile suçlandı ve 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
- ikinci derece
- quadratic
Some quartic equations can be easily decomposed into quadratics.
- Bazı dördüncü dereceden denklemler kolayca ikinci dereceden denklemlere ayrıştırılabilir.
- ikinci derece
- (Ticaret) lower
- son derece
- out-and-out
- son derece
- through-going
- son derece
- profoundly
- son derece
- (Argo) terrifically
- son derece
- mightily
- son derece
- darned
- son derece
- all-fired
- son derece
- intense
- son derece
- exceedingly
I thought that went exceedingly well.
- Onun son derece iyi gittiğini düşünüyordum.
We're exceedingly proud of you.
- Seninle son derece gurur duyuyoruz.
- son derece
- surpassingly
- son derece
- almighty
- son derece
- intensely
- son derece
- vitally
- son derece
- well-being
- son derece
- desperately
Volunteers are desperately needed.
- Gönüllülere son derece ihtiyaç vardır.
I desperately need a car.
- Bir arabaya son derece ihtiyacım var.
- son derece
- extremely
The British people in general are extremely fond of their pets.
- İngiliz halkı genel olarak evcil hayvanlarına son derece düşkündür.
Dynamite fishing is extremely destructive to reef ecosystems.
- Dinamit balıkçılığı resif ekosistemler için son derece tahrip edicidir.
- son derece
- eminently
- son derece
- enormously
Sami became enormously successful as a developer.
- Sami bir geliştirici olarak son derece başarılı oldu.
- son derece
- gloating
- son derece biçimsiz
- hideous
- son derece dikkatsiz
- sloppy
- son derece komik
- (Argo) killing
- son derece kötü
- abject
- son derece modern
- ultramodern
- son derece sefil
- wretched
- son derece öfkelenmiş
- red-hot
- ölçü derece
- extent
- önemsiz (fark/derece vb)
- nominal
- üçüncü (derece)
- tertiary
- bu derece
- This degree
- ilmiye sınıfında rütbe ve derece alma
- ilmiye class rank and grade receive
- öyle, o kadar, o derece
- So, so, so deeply
- Avrupa Toplulukları İlk Derece Mahkemesi
- (Hukuk) Court of First Instance of the European Communities (CFI)
- Son Derece Hassas Bilgi
- (Askeri) Single Integrated Operational Plan-Extremely Sensitive Information - Tek Entegreli Harekat Planı
- aşırı derece
- extreme
Tom said he was extremely tired.
- Tom aşırı derecede yorgun olduğunu söyledi.
Mary is extremely attractive.
- Mary aşırı derecede çekici.
- bir derece
- to a certain extent
- birinci derece
- linear
- birinci derece denklem
- simple equation
- birinci derece denklem
- linear equation
- birinci derece vadi
- (Çevre) first order valley
- eksi yedi derece
- minus seven degrees
- en az derece
- least
- en son akademik derece
- (Eğitim) terminal degree
- en üstün derece
- superlative
- ikinci derece denklemi
- quadratic equation
- ikinci derece statüsü olan
- associate
- jeotermik derece
- geothermal gradient, geothermic gradient
- o derece
- insomuch
- olumlu derece
- positive
- orta derece ile mezuniyet
- second-class
- orta derece/derecede
- of middling quality
- santigrat derece
- centigrade degree
- santigrat derece
- centigrade degrees
- santigrat derece ile ilgili
- centigrade
- son derece
- extremity
- son derece
- enormously, in the extreme, extremely, exceedingly
- son derece
- exceedingly, extremely
- son derece
- utmost
This is a matter of the utmost importance.
- Bu son derece önemli bir mesele.
It's a matter of the utmost importance.
- Bu son derece önemli bir konu.
- son derece
- extreme
Tom is extremely busy now.
- Tom şimdi son derece meşgul.
The British people in general are extremely fond of their pets.
- İngiliz halkı genel olarak evcil hayvanlarına son derece düşkündür.
- son derece (fazla)
- (deyim) a (one) hell of a
- son derece aptal
- deadly dull
- son derece aykırı gelmek
- be abhorrent to
- son derece azimli
- dogged perseverance
- son derece açık bir biçimde
- (deyim) (with) no holds barred
- son derece de
- in the highest degree
- son derece enerjik kimse
- self-starter
- son derece etkili
- impelling
- son derece gizli bir şekilde
- in strict confidence
- son derece gizli olarak
- (Konuşma Dili) in strict confidence
- son derece gizli olarak
- in strict privacy
- son derece güvenilir olmak
- be as good as one's bond
- son derece güzel
- superfine
- son derece güçlü kimse
- (Argo) built like a brick shit house
- son derece hassas bilgi
- (Askeri) extremely sensitive information
- son derece hoş
- overnice
- son derece kalifiye
- highly qualified
- son derece kaliteli
- well-qualified
- son derece karanlık biçimde
- darkliestly
- son derece kararlı olmak
- be adamant on
- son derece komik bir şekilde
- killingly
- son derece komik bir şekilde
- sidesplittingly
- son derece küçük
- infinitesimal
- son derece kısa
- shortish
- son derece mahkemesi
- (Kanun) court of last instance
- son derece muhafazakar kimse
- (Argo) wowser
- son derece nitelikli
- well-qualified
- son derece samimi
- lovey-dovey
- son derece saygın
- highly regarded
- son derece saygın
- highly reputable
- son derece saçma
- highly odd
- son derece saçma
- the veriest nonsense
- son derece sağlıklı
- (deyim) hale and hearty
- son derece tehlikeli
- breakneck
- son derece ters gelmek
- be abhorrent to
- son derece vasıflı
- highly qualified
- son derece yetenekli
- highly qualified
- son derece yüzsüz
- as bold as brass
- son derece zarif
- neat as a pin
- son derece çirkin
- skanky
- son derece çok
- like hell
- son derece özel olarak
- (Konuşma Dili) in strict confidence
- son derece üzücü
- tear-jerker
- son derece üzücü bir şekilde
- devouringly
- son derece şık
- dressed to kill
- yüz seksen derece dönme
- about face!
- yüz seksen derece dönme
- volte face
- yüz seksen derece dönme
- about turn!
- üçüncü derece
- third degree
Many passengers suffered third degree burns.
- Birçok yolcu, üçüncü derece yanıklardan muzdaripti.
The suspect was given the third degree until he confessed his crime.
- Şüpheli suçunu itiraf edene kadar üçüncü dereceden suçlu sayıldı.