derece

listen to the pronunciation of derece
التركية - الإنجليزية
degree

It is ten degrees below zero now. - Şimdi sıcaklık sıfırın altında on derece.

She received a doctor's degree. - O bir doktora derecesi aldı.

rating

Tom's approval rating is dropping. - Tom'un onay derecesi düşüyor.

extent

The rumor is true to some extent. - Söylenti bir dereceye kadar doğru.

I trust him to some extent. - Bir dereceye kadar ona güvenirim.

rate
scale

These are graded on a hundred-point scale. - Bunlar yüz puanlık bir ölçekte derecelendirilir.

rank
grade

She's got the best grades. - O en iyi derecelere sahiptir.

Tom got extraordinary grades. - Tom'un olağanüstü dereceleri var.

stage
step
(Bilgisayar) deg

It is ten degrees below zero now. - Şimdi sıcaklık sıfırın altında on derece.

Today, the temperature rose as high as 30 degrees Celsius. - Bugün ısı 30 santigrat dereceye kadar yükseldi.

degrees

The thermometer reads three degrees below zero. - Termometre sıfırın altında üç derece olarak okuyor.

The thermometer stood at 15 degrees. - Termometre 15 derecede durdu.

(Ticaret) points
temperature

The temperature fell several degrees. - Sıcaklık birkaç derece düştü.

Today, the temperature rose as high as 30 degrees Celsius. - Bugün ısı 30 santigrat dereceye kadar yükseldi.

degree; rank, grade; extent, point; thermometer
remove
thermometer

The thermometer says it's thirty degrees in here. - Termometre burada otuz derece olduğunu söylüyor.

The thermometer reads three degrees below zero. - Termometre sıfırın altında üç derece olarak okuyor.

clinical thermometer
gradation
pitch
States
rank, degree, grade
standard
so ... (that)
degree , grade
point

This is an extremely important point. - Bu son derece önemli bir konu.

Under normal conditions, the boiling point of water is 100 degrees Celsius. - Normal şartlar altında, suyun kaynama sıcaklığı 100 santigrat derece.

range

Because the distance between the Sun and Mars varies, temperatures range from -125 degrees Celsius in the Martian winter to 22 degrees Celsius in the Martian summer. - Güneş ve Mars arasındaki mesafe değiştiği için, sıcaklıklar Mars kışında -125 santigrat derece ile Mars yazında 22 santigrat derece arasında değişir.

level

Water boils at 100 degrees Celsius at sea level. - Su, deniz seviyesinde 100 santigrat derecede kaynar.

Due to overfishing, some fish stocks are now at perilously low levels. - Çok fazla balık avı dolayısıyla, bazı balık stokları şimdi tehlikeli derecede düşük seviyelerde.

{i} measure

The austerity measures that many city governments have implemented are hugely unpopular. - Pek çok kent yöneticilerinin uyguladığı kemer sıkma politikası son derece sevimsizdir.

notch
chop
regulo
stending
dignity
derece derece
gradually
derece almak
place in a competition
derece almak
graduate
derece bölüntülü
graduated
derece gün
(Meteoroloji) degree day
derece taksimatlı
graduated
derece vermek
grading
derece-gün
degree-day
derece derece
by degrees
derece almak
to place (in a competition)
derece derece
progressively
derece derece
1. by degrees. 2. of various degrees
derece derece
a) by degrees b) of various degrees
derece derece
by stages
derece derece artan
progressive
derece derece değişen
gradient
derece derece sıralamak
gradate
derece derece sıralanma
gradation
derece eğitimi
(Havacılık) rating training
derece gösteren
ordinal
derece işareti
graduation
son derece
tremendously

It's tremendously exciting. - Bu son derece heyecan verici.

He is tremendously handsome. - O, son derece yakışıklıdır.

aşırı derece
extremity
birinci derece
first degree

Tom has been convicted of first degree murder. - Tom birinci derece cinayetten hüküm giymiş.

Dan stood trial for the first degree murder of Linda Smith. - Dan, Lind Smith hakkında birinci derecede cinayetten yargılandı.

ikinci derece
quadratic

Some quartic equations can be easily decomposed into quadratics. - Bazı dördüncü dereceden denklemler kolayca ikinci dereceden denklemlere ayrıştırılabilir.

ikinci derece
(Ticaret) lower
son derece
out-and-out
son derece
through-going
son derece
profoundly
son derece
(Argo) terrifically
son derece
mightily
son derece
darned
son derece
all-fired
son derece
intense
son derece
exceedingly

We're exceedingly proud of you. - Seninle son derece gurur duyuyoruz.

I thought that went exceedingly well. - Onun son derece iyi gittiğini düşünüyordum.

son derece
surpassingly
son derece
almighty
son derece
intensely
son derece
vitally
son derece
well-being
son derece
desperately

Tom needs the money desperately. - Tom'un paraya son derece ihtiyacı var.

Tom desperately needed that. - Tom'un son derece ona ihtiyacı vardı.

son derece
extremely

The British people in general are extremely fond of their pets. - İngiliz halkı genel olarak evcil hayvanlarına son derece düşkündür.

Dynamite fishing is extremely destructive to reef ecosystems. - Dinamit balıkçılığı resif ekosistemler için son derece tahrip edicidir.

son derece
eminently
son derece
enormously

Sami became enormously successful as a developer. - Sami bir geliştirici olarak son derece başarılı oldu.

son derece
gloating
son derece biçimsiz
hideous
son derece dikkatsiz
sloppy
son derece komik
(Argo) killing
son derece kötü
abject
son derece modern
ultramodern
son derece sefil
wretched
son derece öfkelenmiş
red-hot
ölçü derece
extent
önemsiz (fark/derece vb)
nominal
üçüncü (derece)
tertiary
bu derece
This degree
ilmiye sınıfında rütbe ve derece alma
ilmiye class rank and grade receive
öyle, o kadar, o derece
So, so, so deeply
Avrupa Toplulukları İlk Derece Mahkemesi
(Hukuk) Court of First Instance of the European Communities (CFI)
Son Derece Hassas Bilgi
(Askeri) Single Integrated Operational Plan-Extremely Sensitive Information - Tek Entegreli Harekat Planı
aşırı derece
extreme

Mary is extremely attractive. - Mary aşırı derecede çekici.

This is extremely hard for him. - Bu onun için aşırı derecede zordur.

bir derece
to a certain extent
birinci derece
linear
birinci derece denklem
simple equation
birinci derece denklem
linear equation
birinci derece vadi
(Çevre) first order valley
eksi yedi derece
minus seven degrees
en az derece
least
en son akademik derece
(Eğitim) terminal degree
en üstün derece
superlative
ikinci derece denklemi
quadratic equation
ikinci derece statüsü olan
associate
jeotermik derece
geothermal gradient, geothermic gradient
o derece
insomuch
olumlu derece
positive
orta derece ile mezuniyet
second-class
orta derece/derecede
of middling quality
santigrat derece
centigrade degree
santigrat derece
centigrade degrees
santigrat derece ile ilgili
centigrade
son derece
extremity
son derece
enormously, in the extreme, extremely, exceedingly
son derece
exceedingly, extremely
son derece
utmost

I'm going to speak to you with utmost candor so I want you to take everything I'm about to say at face value. - Seninle son derece açık yüreklilikle konuşacağım bu yüzden söyleyeceğim her şeyi üzerinde yazılı değerden almanı istiyorum.

It's a matter of the utmost importance. - Bu son derece önemli bir konu.

son derece
extreme

Dynamite fishing is extremely destructive to reef ecosystems. - Dinamit balıkçılığı resif ekosistemler için son derece tahrip edicidir.

Tom is extremely busy now. - Tom şimdi son derece meşgul.

son derece (fazla)
(deyim) a (one) hell of a
son derece aptal
deadly dull
son derece aykırı gelmek
be abhorrent to
son derece azimli
dogged perseverance
son derece açık bir biçimde
(deyim) (with) no holds barred
son derece de
in the highest degree
son derece enerjik kimse
self-starter
son derece etkili
impelling
son derece gizli bir şekilde
in strict confidence
son derece gizli olarak
(Konuşma Dili) in strict confidence
son derece gizli olarak
in strict privacy
son derece güvenilir olmak
be as good as one's bond
son derece güzel
superfine
son derece güçlü kimse
(Argo) built like a brick shit house
son derece hassas bilgi
(Askeri) extremely sensitive information
son derece hoş
overnice
son derece kalifiye
highly qualified
son derece kaliteli
well-qualified
son derece karanlık biçimde
darkliestly
son derece kararlı olmak
be adamant on
son derece komik bir şekilde
killingly
son derece komik bir şekilde
sidesplittingly
son derece küçük
infinitesimal
son derece kısa
shortish
son derece mahkemesi
(Kanun) court of last instance
son derece muhafazakar kimse
(Argo) wowser
son derece nitelikli
well-qualified
son derece samimi
lovey-dovey
son derece saygın
highly regarded
son derece saygın
highly reputable
son derece saçma
highly odd
son derece saçma
the veriest nonsense
son derece sağlıklı
(deyim) hale and hearty
son derece tehlikeli
breakneck
son derece ters gelmek
be abhorrent to
son derece vasıflı
highly qualified
son derece yetenekli
highly qualified
son derece yüzsüz
as bold as brass
son derece zarif
neat as a pin
son derece çirkin
skanky
son derece çok
like hell
son derece özel olarak
(Konuşma Dili) in strict confidence
son derece üzücü
tear-jerker
son derece üzücü bir şekilde
devouringly
son derece şık
dressed to kill
yüz seksen derece dönme
about face!
yüz seksen derece dönme
volte face
yüz seksen derece dönme
about turn!
üçüncü derece
third degree

Many passengers suffered third degree burns. - Birçok yolcu, üçüncü derece yanıklardan muzdaripti.

The suspect was given the third degree until he confessed his crime. - Şüpheli suçunu itiraf edene kadar üçüncü dereceden suçlu sayıldı.

التركية - التركية
الإنجليزية - التركية

تعريف derece في الإنجليزية التركية القاموس.

yüzseksen derece tersine dönmek
(deyim) Be at the exact opposite end of the spectrum

If finding a beautiful girl for the first time was hard, this time it was at the exact opposite end of the spectrum.

derece
المفضلات