Derinleşen ekonomik krizin görünürde bir sonu var mı?
- Is there any end in sight to the deepening economic crisis?
Mississippi Nehri derin ve geniştir.
- The Mississippi River is deep and wide.
Onun romanları benim için çok anlaşılmazdır.
- His novels are too deep for me.
Tom'un botları karın derinliklerine battı.
- Tom's boots sank deep into the snow.
Onlar düşman bölgesi derinliklerine doğru gitti.
- They drove deep into enemy territory.
Sadece bizim aramıza, o çok derin derin düşünmez.
- Just between us, he doesn't think very deeply.
Bob o konuyu derin derin düşündü.
- Bob thought deeply about that matter.
Denizin bu bölümü derin ve tehlikeli.
- This part of the sea is deep and dangerous.
Deniz kendi kendine derinleşecek.
- The sea will turn deep by itself.
Hiçbir zaman bunu belli etmeyecek ama içinden ciddi bir şekilde endişeli olduğunu düşünüyorum.
- He'll never show it, but I think that deep down, he's seriously worried.
Yaşamlarımızı büyük sevgiden ve derin kederden daha yoğun bir şekilde yaşamayız.
- We never experience our lives more intensely than in great love and deep sorrow.
Tavsiyen ve nezaketin için içten minnettarım.
- I deeply appreciate your advice and kindness.
Onun gözlerine son derece içten baktı.
- He looked deeply into her eyes.
Daha derine kazmak zorundasın.
- You have to dig deeper.
Tom mağarada daha derine gitti.
- Tom went deeper into the cave.
Konuşması dinleyicileri derinden etkiledi.
- His speech deeply affected the audience.
Derinden minnettar olduğu için, teşekkürlerini ifade etmeye çalıştı.
- Being deeply thankful, he tried to express his thanks.
Tom'un pes bir sesi var.
- Tom has a deep voice.
Onlar ona yürekten hayrandır.
- They admire her deeply.
Tom onun gözlerinin içine yürekten baktı.
- Tom stared deep into her eyes.
Tom Mary'ye derinden âşık.
- Tom is deeply in love with Mary.
Manzaradan derinden etkilendim.
- I was deeply impressed by the scenery.
Onun koyu mavi gözleri oldukça etkileyiciydi.
- Her eyes, a deep blue, were quite impressive.
Tom şiddetli bir güney aksanıyla konuşur.
- Tom speaks with a deep southern accent.
Bu derin bir karanlıktı.
- It was a deep darkness.
She has a very deep contralto.
deep in debt, deep in the mud.
creatures of the deep.
The shelves are 30cm deep.
They're deep in discussion.
American football Relatively farther downfield.
a crowd three deep along the funeral procession.
There was a deep layer of soot over the window.
That's a very deep shade of blue.
He was in a deep sleep.
Russell is a safe pair of hands in the deep.
He is deeply attached to her.
- He's deeply attached to her.
He's deeply attached to her.
- He is deeply attached to her.