O araba satıcısı bu kullanılmış Toyota'nın iyi durumda olduğunu söylediğinde bana yanlış bilgi vermiş.
- That car dealer gave me a bum steer when he told me this used Toyota was in good condition.
Mahkûm uyuşturucu satıcısı ölüm cezasını ömür boyu hapis cezasına düşürtmek için yetkililere boyun eğmeye istekliydi.
- The convicted drug dealer was willing to comply with the authorities to have his death sentence reduced to a life sentence.
Bu araba bayiliğinin çok ince kar marjları var.
- This car dealership has very thin profit margins.
Tom bir araba bayiliğine sahiptir.
- Tom owns a car dealership.
Tüccar onun cehaletinden faydalandı ve resmi çok ucuz aldı.
- The dealer took advantage of her ignorance and bought the picture very cheap.
Tom bir sanat tüccarı.
- Tom is an art dealer.
Tom eski bir krupiyedir.
- Tom is a former casino dealer.
Onlar anlaşmanın aptalca olduğunu söyledi.
- They said the deal was foolish.
Tom o anlaşmada iyi para yaptı.
- Tom made good money on that deal.
Kanser hastaları sıklıkla bulantı nöbetlerini azaltmakla uğraşmak zorundadır.
- Cancer patients often have to deal with debilitating bouts of nausea.
Onun patronu ile uğraşmak zordur.
- Her boss is hard to deal with.
Kartları dağıtmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to deal the cards?
Kartları dağıtmak için Tom'un sırası.
- It's Tom's turn to deal the cards.
Ben iyi bir alışveriş yaptım.
- I was dealt a good hand.
Tom bit pazarında birkaç iyi alışveriş buldu.
- Tom found a few good deals at the flea market.
Ahmet is not going to deal with this situation/problem - Ahmet bu durumla/sorunla ilgilenmeyecek.
Tom şu anda bu sorunla ilgilenmek istemiyor.
- Tom doesn't want to deal with this problem now.
Onunla ilgilenmek zorunda kalacaksın.
- You're going to have to deal with that.
Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.
- The soul of commerce is upright dealing.
İş yapmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to deal?
Oldu (tamam, anlaştık) hadi hemen işe koyulalım - Deal, let's get down to work.
O zamandan beri, Japonya'da büyük bir değişim oldu.
- Since then, a great deal of change has occurred in Japan.
Tom hayatının büyük kısmını boşa geçirdiğine pişman oldu.
- Tom regretted having wasted a great deal of his life.
Proje büyük miktarda para gerektiriyor.
- The project requires a great deal of money.
Sana bir miktar alabilirim.
- I can get you a deal.
Tom'a kesinlikle haksız muamele gördü.
- Tom definitely got a raw deal.
Tom her oyuncuya beş kart dağıttı.
- Tom dealt five cards to each player.
Kartları dağıtmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to deal the cards?
Tüccar onun cehaletinden faydalandı ve resmi çok ucuz aldı.
- The dealer took advantage of her ignorance and bought the picture very cheap.
Tom bir sanat tüccarı.
- Tom is an art dealer.
Mobilya konusunda çok iyi anlaşmalarımız var.
- We have great deals on furniture.
Bence bu çok iyi bir anlaşma.
- I think it's a very good deal.
Tom bir mahkum edilmiş zehir taciri.
- Tom is a convicted drug dealer.
Tamam, bir anlaşmamız var.
- OK, we've got a deal.
Onlar ne ticareti yapıyorlar?
- What do they deal in?
Onlar o dükkânda pirinç ticareti yapıyorlar.
- They deal in rice at that store.
Yapacak çok işim var.
- I have a great deal to do.
Kısa bir süre içinde tekrar gelmek zorunda kalacaksın: o işle ilgilenen adam az önce dışarı çıktı.
- You'll have to come back in a while: the man dealing with that business has just gone out.
Onun patronu ile uğraşmak zordur.
- Her boss is hard to deal with.
Böyle bir sorun ile uğraşmak zordur.
- Such a problem is hard to deal with.
Bu sorunla başa çıkmak için derhal bir şey yapılmalı.
- Something must be done immediately to deal with this problem.
Başa çıkmak kolay mı?
- Is it easy to deal with?
Police have arrested 24 street dealers since last month.
Elbise çok pahalı. Pazarlığı biraz cazip hale getiremez misin?
- The dress is too expensive. Can't you sweeten the deal a little?
O bir hayli sabır gösterdi.
- He displayed a great deal of patience.
Bunun hakkında bir hayli düşündüm.
- I've thought about this a great deal.
That used car dealer gave me a great deal on my 1962 rusted-out Volkswagen bug!.
Away, proud woman! said the Lady; who ever knew so well as thou to deal the deepest wounds under the pretence of kindness and courtesy?.
The cards were shuffled and dealt by the croupier.
He made a deal with the devil.
There is a deal of obscurity concerning the identity of the species thus multitudinously baptized.
She deals in gold.
In Deheubarth that now South-wales is hight, / What time king Ryence raign'd, and dealed right .
Wel said syr Uwayne go on your waye, and lete me dele.
The whole crowd waited for him to deal a real humdinger.
A plain deal table.
You also have to look at the kind of mortgage deals available to you and whether you will be able to trade up to the kind of property you are looking for.
We gave three deals of grain in tribute to the king.
The fighting is over; now we deal out the spoils of victory.
I believe it's your deal.
What's the deal?.
This club takes a dim view of members who deal drugs.
Seated at separate tables to underscore their differing levels of involvement with indicted savings and loan wheeler-dealer Charles Keating, the five were fighting to regain reputations earned in a lifetime of public service.