Kısa bir süre içinde tekrar gelmek zorunda kalacaksın: o işle ilgilenen adam az önce dışarı çıktı.
- You'll have to come back in a while: the man dealing with that business has just gone out.
Gelmek için söz verdiği halde Bay Smith henüz dönmedi.
- Mr Smith has not turned up yet though he promised to come.
Hadi ama, içkiler benden.
- Come on, drinks are on me.
Hadi, Tom. Ona bir şey söyle.
- Come on, Tom. Say something to her.
Hoşça kal demek için geldim.
- I've come to say goodbye.
Sakın bir daha buraya geleyim deme!
- Don't you dare come here again!
Dokuzda gelebilir misin?
- Can you come at nine?
Bizimle gelmek ister misiniz?
- Do you want to come with us?
Biz silah azaltma konusunda onlarla anlaşmak istiyoruz.
- We hope to come to an accord with them about arms reduction.
Önümüzdeki kış buraya tekrar gelmek istiyorum.
- I want to come here next winter again.
Onun yeni romanı önümüzdeki ay çıkacak.
- Her new novel will come out next month.
Bu günlerde iş edinmek zor.
- Jobs are hard to come by these days.
İşsiz pek çok kişi ile işleri edinmek zordur.
- Jobs are hard to come by with so many people out of work.
İçeri girmek ister misin?
- Do you want to come in?
İçeriye girmek ve bunu daha fazla görüşmek için bir randevu al lütfen.
- Please make an appointment to come in and discuss this further.
Bu kadar uzağa geldik, bu yüzden şimdi duramayız. Kötü yola düşmek istemiyorum.
- We've come this far, so we can't stop now. I don't want to backslide.
Uğramak zorunda olmadığını sana söyledim.
- I told you you didn't have to come over.
Tom'un uğramak için ve piyanoyu taşımamıza yardım etmek için zamanı olacağını umuyordum.
- I was hoping Tom would have time to come over and help us move the piano.
Tüm güzel şeyler bitmek zorundadır.
- All good things must come to an end.
Birlikte başlamak için buraya gelmemeliydin.
- You shouldn't have come here to begin with.
O gelmese bile, biz başlamak zorunda kalacağız.
- Even if he doesn't come, we'll have to begin.
Kim gelirse gelsin kapıyı açmayın.
- No matter who comes, don't open the door.
Kim gelirse gelsin, ona dışarıda olduğumu söyle.
- Whoever comes, tell him I'm out.
Tom bugün bizimle olmak için Boston'dan bütün yolu katetti.
- Tom has come all the way from Boston to be with us today.
Tom'la birlikte olmak için geri geldin, değil mi?
- You've come back to be with Tom, haven't you?
Geri dönmek istemiyorsan, anlarım.
- If you don't want to come back, I'll understand.
Tom geldiği yoldan geri dönmek zorunda kaldı.
- Tom had to go back the way he'd come.
Belirlenen zamanda buraya gelmeyi ihmal etme.
- Do not fail to come here by the appointed time.
Savaşın geleceği belliydi.
- It appeared that war would come.
Haydi, çabuk cevap ver.
- Come on, answer quickly.
Kötü haber çabuk yayılır.
- Ill news comes apace.
Leave it to settle for about three months and, come Christmas time, you'll have a delicious concoctions to offer your guests.
The guests came at eight o'clock.
She’ll be coming ’round the mountain when she comes.
He came after a few minutes.
The pain in his leg comes and goes.
He came to SF literature a confirmed technophile, and nothing made him happier than to read a manuscript thick with imaginary gizmos and whatzits.
If we count three before the come of thee, thwacked thou art, and must go to the women.”.
He was a dream come true.
Winter comes after autumn.
His test scores came close to perfect.
It's been a long time coming; but tonight, because of what we did on this day, in this election, at this defining moment, change has come to the United States.
- It's been a long time coming; but tonight, because of what we did on this day, in this election, at this defining moment, change has come to America.
I didn't bargain for Mary's coming so soon.
- I didn't expect that Mary would come so soon.