تعريف clearing في الإنجليزية التركية القاموس.
- meydan
- {i} temizleme
Tom masayı temizlemeye başladı.
- Tom started clearing the table.
Bu tabloyu temizlemede yardımına ihtiyacım var.
- I need your help clearing this table.
- {f} temizle
Tom kalktı ve masayı temizlemeye başladı.
- Tom got up and began clearing the table.
Onu temizlediğin için teşekkürler.
- Thanks for clearing that up.
- ağaçsız yer
- (orman) açıklık
- Ülkeler arasındaki iki yanlı ticaret anlaşmalarının temelde malla ödemeyi öngören bir türü. Anlaşmalı ülkeler arasında ithalat ve ihracat işlemleri döviz kullanılmadan mahsup ve takas yoluyla ve ilgili kurumları aracılığıyla gerçekleştirilir
- {i} aydınlatma
- {i} temizleme işi
- {i} açıklık, meydan
- clearinghouse kliring odası
- {f} temizle: prep.temizleyerek
- {i} açığa çıkarma
- {i} kliring
- {i} açıklık alan
- clear kazan/temizle/aç
- {i} takas
- çek geçişi/açıklık
- (Ticaret) mahsup
- alan
- orman açma
- Clear
- (isim) Berrak
Bu derenin suyu serin ve berraktır.
- The water in this brook is cool and clear.
Tom'un sesi berraktı.
- Tom's voice was clear.
- clear
- net
Çalışma sigara içmenin sağlığımızı mahvettiğini netleştirmiştir.
- The study made it clear that smoking ruins our health.
Tom kimle konuşmamamız gerektiğini oldukça netleştirdi.
- Tom made it quite clear who we weren't supposed to talk to.
- clear
- temiz
O, evinin önündeki yolun karını temizledi.
- He cleared the road in front of his house of snow.
O, bulaşık masasını temizleyecek.
- She will clear the table of the dishes.
- clear
- açık
Bu içecek açıkça çay ile aynı tadı içeriyor.
- This drink clearly has the same flavor as tea.
Elinden geldiğince açık konuşsan iyi olur.
- You had better talk as clearly as you can.
- clear
- belirgin
George pozisyonunu belirginleştirdi.
- George has made his position clear.
- clearing bank
- ciro bankası
- clearing house
- (Denizcilik) banka temsilcilerinin senetlerini takas ve mahsup ettikleri yer
- clearing house
- (Denizcilik) bankalar veya diğer finansal kuruluşlarda çek ve senet gibi ödeme araçlarından doğan borç ve alacakları nakit para kullanılmadan muhasebe işlemleriyle karşılıklı olarak tasfiye edilmesini sağlayan birim
- clearing cistern
- durultma sarnıcı
- clearing office
- takas bürosu
- clearing pool
- arıtma havuzu
- clearing system
- takas jüyesi
- clearing debtors
- kliring borçluları
- clearing line item
- kalem takas
- clearing member
- takas odası üyesi
- clearing of account
- ciro işlemleri
- clearing operations
- takas işlemleri
- clearing area
- (Askeri) TEMİZLİK BÖLGESİ: Bir rota üzerindeki veya bir bölgedeki tüm mayınları temizlemek üzere planlanmış harekat
- clearing block
- (Askeri) EMNİYET TAKOZU: Bir otomatik silah namlusunun gerisi ile mekanizması arasında, mekanizmanın kapanmasına engel olmak ve silahın dolu olmadığını göstermek üzere, konulan ağaç takoz
- clearing company
- (Askeri) HASTA VE YARALI AYIRMA BÖLÜĞÜ, AYIRMA BÖLÜĞÜ
- clearing fields of fire
- (Askeri) Ateş sahalarının temizlenmesi
- clearing fire lanes
- (Askeri) Ateş istikametlerinin temizlenmesi
- clearing hospital
- seyyar hastane
- clearing house
- takas odası
- clearing office
- takas ofisi
- clearing station
- (Askeri) HASTA VE YARALI AYIRMA İSTASYONU: Normal olarak, hasta ve yaralıları, bir tümen veya bölge esasına göre, ayıran sıhhi bir tesis. Bu istasyon; kendi kapasitesi dahilinde ve ayırma görevinin arızi bir sonucu olarak, icabında, acil destekleyici veya kati tedavi yapar
- clearing system
- kliring yöntemi
- clearing time
- (Nükleer Bilimler) şeffaflaştırma süresi
- clearing unit
- (Askeri) HASTA VE YARALI AYIRMA BİRLİĞİ, AYIRMA BİRLİĞİ: Bir veya birden çok ayırma istasyonundan müteşekkil sağlık teşkilatı. Bu birlik muharebe zayiatını toplar, tasnif eder, gerekenlere geçici yardımda bulunur ve icap edenleri geriye gönderilmek üzere hazırlar
- clear
- belli
Belli ki yanılıyorsun.
- Clearly you are mistaken.
Onun konuşma şeklinden açıkça belli olduğu için, o bir öğretmendir.
- He is a teacher, as is clear from his way of talking.
- clear
- zeki
- Clear
- (isim) Belgin
- clear
- {s} tiz
- clear
- {s} bulutsuz
Bulutsuz gökyüzüne bak.
- Look at the clear sky.
Bulutsuz bir günde Fuji dağını görebilirsiniz.
- On a clear day, you can see Mt. Fuji.
- clear
- {s} parlak
Pazar sabahı hava parlak ve açıktı.
- It was a bright and clear Sunday morning.
Onun mavi gözleri açık ve parlaktı.
- His blue eyes were clear and bright.
- clear
- {s} saydam
- clear
- sil
- clear
- pak
- clear
- (Bilgisayar) temizlemeyi
- clear
- aydın
Yakında aydınlanacak gibi görünüyor.
- It looks like it is going to clear up soon.
Aydınlanıyor gibi görünüyor.
- It seems to be clearing up.
- clear
- açık hale getirmek
- clear
- ayan
- clear
- açık (gök)
- clear
- dolu olmayan
- clear
- celi
- clear
- hudutsuz
- clear
- (Bilgisayar) boşalt
Yolu boşaltın. Güvenli değil.
- Clear the road. It's not safe.
Programımı boşalttım.
- I've cleared my schedule.
- clear
- gümrükten mal çekmek
- clear
- takas etmek
- clear
- defolmak
- clear
- tümüyle
- clear
- yerine kaldırmak
- clear
- bulanık olmayan
- clear
- açılmak
- clear
- suçsuz çıkarmak
- clear
- kolaylıkla anlaşılan
- clear
- (Ticaret) kar etmek
- clear
- peyda
- clear
- (Ticaret) yük boşaltmak
- clear
- (Bilgisayar) yok
- clear
- (Ticaret) tahsil etmek
- clear
- (Dilbilim) ince
- clear
- (Askeri) ayrılmak
Tom'un ayrılmak istemediği açıktı.
- It was clear that Tom didn't want to leave.
- clear
- serbest
Dün tüm suçlamalardan aklandı ve serbest bırakıldı.
- He was cleared of all charges and released yesterday.
- clear
- (Bilgisayar) silme
- clear
- (Ticaret) borcunu ödemek
- clear
- açmak
- clear
- engelsiz
- clear
- kolayca kavrayan
- clear
- anlayışlı
- clear
- (borç) temizlemek
- clear
- aklamak
- clear
- saf
- clear
- aşikâr
Tom'un seninle evlenmek gibi bir niyeti olmadığı aşikar.
- It's clear that Tom has no intention of marrying you.
- clear
- boş
Rafı boşalt ve kitaplarını oraya koyabilirsin.
- Clear off the shelf, and you can put your books there.
Yolu boşaltın. Güvenli değil.
- Clear the road. It's not safe.
- clear
- değmeden geçmek
- clear
- {f} açık hale getir
Bu, işleri açık hale getiriyor.
- That makes things clear.
O bunu daha açık hale getiriyor mu?
- Does that make it any clearer?
- clear
- tehlikesiz
- clear
- anlaşılır
O, geçerli Fransızca konuşuyor ama o anlaşılır biçimde Almancada daha akıcı.
- He speaks passable French, but he is clearly more fluent in German.
Mary'nin cümleleri çevrilmek için kolay ve anlaşılırdır.
- Mary's sentences are clear and easy to translate.
- clear
- açıkça net bir şekilde
- clear
- kararlı
- clear
- suçsuz
- clear
- dışarı
Gökyüzü açık ve rüzgar ferahlatıcı biçimde serin. Dışarıda geçirmek için harika bir gün.
- The sky is clear and the wind is refreshingly cool. It's a perfect day to spend outdoors.
- clear
- resmi izin vermek
- clear
- emin
O noktada pek emin değilim.
- I'm not too clear about that point.
- clear
- lekesiz
- clear
- ortada
Bir fincan kahve, baş ağrımı ortadan kaldırdı.
- A cup of coffee cleared up my headache.
- clear
- arı
- clear
- belasız
- land clearing
- tarla açma
- Clear
- sıfırla
- clear
- {f} temizle
Boğazını temizledi ve Ben Tatoeba'yı seviyorum! dedi.
- He cleared his throat, and said:I love Tatoeba!.
Sabahleyin katlanır yatağı temizleriz.
- In the morning, we clear the futon.
- clear
- açıklığa
- clear
- berrade
- market clearing
- pazar takas
- securities clearing
- menkul değerler takası
- a clearing
- açma
- clear
- açık hudutsuz
- clear
- {f} açık hale getir: adj.açık
- clear
- {f} kurtarmak
- clear
- boşalt, sil açık, temiz
- clear
- {f} seyretmek (gemi)
- clear
- (Tekstil) 1. parlak, berrak 2 . temiz 3. ağartmak ( beyazlatmak )
- clear
- aydınlık vazıh
- clear
- {f} açıklamak
O bir şeyi açıklamak istiyor.
- He wants to make something clear.
- clear
- {f} temizle: adj.açık
- clear
- {s} masum
Bu gerçeğin ışığında, onun masum olduğu açıktır.
- In the light of this fact, it is clear that he is innocent.
- clear
- {f} ödemek
- clear
- uzağa
- clear
- {f} elde etmek
- clear
- clear conscience vicdan rahatllğı
- clear
- (Askeri) Silahın boş olduğundan emin olma
- clear
- {f} sıyırıp geçmek
- clear
- {f} aşmak
- clear
- {f} bilgi vermek
- clear
- {f} dağılmak
- clear
- {s} şeffaf, saydam; duru
- clear
- {f} kaldırmak
- clear
- {f} boşaltmak
- clear
- {s} kolaylıkla anlaşılan/duyulan, net, açık: His instructions were
- clear
- (Askeri) MÜSAADE VEYA İZİN VERMEK: 1. AŞAĞIDA YAZILI OLANLAR İÇİN MÜSAADE VEYA İZİN VERMEK: a. Bir şahsın veya şahıslara eylemleri hareketleri görevleri ile ilgili onay ve izin vermek. b. Bir eşya veya birkaç eşyayı nitelik, nicelik, amaç itibariyle teçhizat veya ikmal maddesi olarak onaylamak veya izin vermek; ve c. Bir dokümanın doğruluğunu ve geçerliliğini tasdik etmek. 2. UÇUŞ İZNİ VERMEK: Bir uçağa uçuş izni vermek. 3. GİRİŞ BELGESİ VERMEK: Bir şahsa gizlilik belgesi vermek. 4. AŞMAK: Bir engelin üzerinden buna dokunmadan aşmak. 5. GEÇMEK, AŞMAK: Bir nokta, hat veya cismi aşmak. Bir noktanın geçilmiş olması için kol nihayetinin bu noktadan ayrılmış olması icap eder. 6. a. Silahı boşaltmak, içinde mermi olup olmadığını kontrol etmek. b. Silahın tutukluğunu gidermek. 7. BOĞULMUŞ MOTORA GAZ VERMEK: Karbondan temizlemek için rölantide çalışan motora gaz pedalı ile gaz vermek.8. HAVA EMNİYETİNİ SAĞLAMAK: Belirli bir kesimde devamlı veya geçici olarak hava üstünlüğünü kazanmak veya kontrolü ele almak
- clear
- {f} temizlemek
Onların işi bahçeyi temizlemek.
- Their job is to clear gardens.
Bahçeyi temizlemek zorundayım.
- I have to clear the garden.
- clear
- {s} tüm
Tüm suçlamalarla ilgili temizlendin.
- You've been cleared of all charges.
Dün tüm suçlamalardan aklandı ve serbest bırakıldı.
- He was cleared of all charges and released yesterday.
- clear
- {f} kazanmak
Wilson kazanmak için şüphesiz en iyi şansa sahipti.
- Wilson clearly had the best chance to win.
- clear
- {f} ormanda alan açmak
- clear
- {s} belirli
- clear
- {f} limana giriş veya çıkış izni almak
- clear
- {f} temize çıkarmak
Onu temize çıkarmak için delil gösterebilir misin?
- Can you produce evidence to clear him?
- clear
- {s} aydınlık
Sabahleyin ortam akşamkinden daha aydınlıktır.
- Things are clearer in the morning than in the evening.
- clear
- {f} gümrükten çekmek
- clear
- {f} tahliye etmek
- clear
- kati
- clear
- {f} kapatmak
- clear
- {s} katışıksız
- clear
- uzakta
Hava açıkken Fuji dağını uzaktan görebiliriz.
- On a clear day, we can see Mt. Fuji in the distance.
Bulutlu günlerde, uzaktaki sesleri açık havadakilerden daha iyi duyarsın.
- On cloudy days, you can hear distant sounds better than in clear weather.
- clear
- {i} boşluk
- clear
- {f} gidermek
- clear
- {s} bütün
- clear
- {s} şeffaf
- clear
- {s} tam
Meseleyi daha tam anlamadan, alelacele fikrini söyledi.
- Before understanding the situation clearly, he hastily gave his opinion.
O şimdi tamamen benim için temiz.
- It's all clear to me now.
- clear
- {f} geçmek
- clear
- bütünüyle
- clear
- açık ve seçik
- clear
- {f} berraklaşmak
- clear
- açıkça
Senatonun antlaşmayı reddedeceği açıkça görünüyordu.
- It seemed clear the Senate would reject the treaty.
Şirkette açıkça konuşmalısın.
- You must speak clearly in company.
- clear
- {s} pürüzsüz (cilt)
- clear
- {i} boş alan
- clear
- tamamen
O şimdi tamamen benim için temiz.
- It's all clear to me now.
Yasa tamamen açıktır.
- The law is perfectly clear.
- clear
- {s} takıntısız
- clear
- clear evidence açık ve kesin ispatlayı
- clear
- {f} aydınlatmak
- clear
- {s} kuşkusu olmayan
- clear
- siper
- clear
- açık kabin
- debris clearing
- moloz kaldırma
- in clearing
- takasa tabi çekler ve bonolar
- mask clearing
- gözlük temizleme
- mine clearing
- mayın temizleme
- payroll clearing
- (Ticaret) maaş mutabakatı
- securities clearing
- (Ticaret) menkul değer takası yapma
- the sky is clearing up
- gökyüzü açılıyor
- veterinary clearing station
- (Askeri) HASTA VE YARALI HAYVAN AYIRMA İSTASYONU: Hasta ve yaralı hayvanların bir veteriner sıhhi yardım istasyonunda tedavi görmek üzere ve icabında geriye doğru daha fazla bir tahliye hazırlığı için getirildiği sıhhiye tesisi