Yalnızca kütüphanede çalışırım.
- I only study in the library.
Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.
- Only a few people showed up on time.
Geçmiş sadece bilinir, değişmez. Gelecek ise sadece değişir, bilinmez.
- The past can only be known, not changed. The future can only be changed, not known.
Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan.
- The pulao with meat is eight yuan. The vegetarian pulao is only four yuan.
Sadece birkaç kişi beni anladı.
- Only a few people understood me.
İstasyondan yürüyerek eve gitmek sadece beş dakika.
- Walking from the station to the house takes only five minutes.
Yalnızca her birey ona karşı harekete geçmeye karar verirse, AIDS durdurulabilir.
- AIDS can be stopped only if every person decides to take action against it.
Ödevini yaptın mı? Toplantı yalnızca iki gün sonra.
- Did you do your homework? The meeting is only two days away.
Biricik kızımız kanserden öldü.
- Our only daughter died of cancer.
O, biricik oğlunu gömdü.
- She has buried her only son.
Bir tek ben mi partiye gideceğim?
- Will I be the only one going to the party?
Sorun sadece bir tek şekilde yorumlanabilir.
- The question can only be interpreted a single way.
O tür bir şeyi yapmaya ancak Tom'un cesareti vardı.
- Only Tom would have the guts to do that kind of thing.
Tom ancak kendini suçlayabilir.
- Tom has only himself to blame.
Onun hayattaki tek amacı zengin olmaktı.
- Her only purpose in life was to get rich.
Sadece tek ağzım ama iki kulağım var.
- I only have one mouth, but I have two ears.
Tom'un Boston'da sadece bir gecesi daha var.
- Tom has only one more night in Boston.
Biraz daha sabırlı olsaydın, bulmacayı yapabilecektin.
- You'd be able to do the puzzle if only you had a little bit more patience.