buluşma

listen to the pronunciation of buluşma
التركية - الإنجليزية
{i} meeting

Meg was happy about meeting Tom again. - Meg Tom'la tekrar buluşmaktan mutlu oldu.

Tom's meeting with his boss was very tense. - Tom'un patronuyla buluşması gerilimli idi.

date

Tom couldn't make the grade with Mary; she refused him when he asked her for a date. - Tom Mary ile amacına ulaşamadı; ondan buluşma talep ettiğinde o onu reddetti.

They went skiing during their date. - Onlar buluşmaları süresince kayak yapmaya gittiler.

rendezvous

We're approaching the rendezvous point. - Buluşma noktasına yaklaşıyoruz.

tryst
assignation
appointment

Tom made an appointment to meet Mary later. - Tom, Mary'le daha sonra buluşmak için sözleşti.

I canceled an appointment with her. - Onunla olan bir buluşmayı iptal ettim.

meeting, rendezvous
(Askeri) link up
dating

Fadil found out about Layla's secret dating life. - Fadıl, Leyla'nın gizli buluşma hayatı hakkında bilgi edindi.

I started dating her. - Ben onunla buluşmaya başladım.

venue
(Askeri) linkup
meet

I had a chance to meet him in Paris. - Paris'te onunla buluşma şansım vardı.

He promised to meet her at the coffee shop. - Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.

buluşmak
meet

Meg was happy about meeting Tom again. - Meg Tom'la tekrar buluşmaktan mutlu oldu.

It was awesome to meet you in real life! - Seninle gerçek hayatta buluşmak harikaydı.

buluş
discovery

This is an amazing discovery. - Bu inanılmaz bir buluş.

He became world-famous for his discovery. - O buluşundan dolayı dünyaca ünlü oldu.

buluş
invention

We have a good opinion of your invention. - Buluşunuzu önemsiyoruz.

For him, divorce is a good invention, with one sole disadvantage: you have to get married first. - Onun için boşanma tek dezavantajla iyi bir buluş: ilk önce evlenmek zorundasın.

buluşma yeri
venue
buluşma yeri
haunt
buluşma yeri
rendezvous
buluşma yeri
tryst
buluşma yeri
trysting place
buluşma yeri
place of resort
buluşma yeri
meeting place

Next time we'll agree on a meeting place. - Bir dahaki sefere bir buluşma yeri kararlaştıracağız.

buluşmak
get together

How would you like to get together this weekend? - Bu hafta sonu nasıl buluşmak istersiniz?

I'd like to get together as soon as possible. - En kısa sürede buluşmak istiyorum.

buluş
{i} breakthrough

Most scientific breakthroughs are nothing else than the discovery of the obvious. - Bilimsel buluşların çoğu bilinenin keşfinden başka bir şey değildir.

buluş
contrivance
buluşmak
date

Tom certainly wouldn't be pleased if Mary went out on a date with John. - Mary John'la buluşmak için çıksa, Tom kesinlikle memnun olmaz.

Dan didn't even want to date Linda. - Dan, Linda ile buluşmak bile istemiyordu.

buluşmak
date up
buluşmak
(Hukuk) to meet

Tom went to Boston to meet Mary. - Tom Mary ile buluşmak için Boston'a gitti.

Tom and Mary decided to meet there again the following week. - Tom ve Mary, ertesi hafta yine orada buluşmak için karar verdi.

buluşmak
to meet, come together
buluşmak
come together
buluşmak
{f} join
buluş
device
buluşmak
(Dilbilim) come in contact with
buluş
find

The coffee has got to be as hot as a girl's kiss on the first date, as sweet as those nights in her arms, and as dark as the curse of her mother when she finds out. - Kahve bir kızın ilk buluşmasındaki öpücük kadar sıcak, o gece kızın kucağı kadar yumuşak ve annesinin kızı bulduğu zaman ettiği küfürler kadar siyah olmalıdır.

buluş
meet

I had a chance to meet him in Paris. - Paris'te onunla buluşma şansım vardı.

He promised to meet her at the coffee shop. - Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.

buluş
innovation
buluşmak
convene
buluş
original thought
buluş
ınvention
buluş
invention; discovery
buluş
innovation; puberty
buluş
finding
buluş
brainchild
buluş
detection
buluş
creation
buluş
invention; innovation; discovery
buluş
{i} puberty
buluş
rendezvous

Tom and the rest of the robbers rendezvoused at a subway station. - Tom ve kalan soyguncular bir metro istasyonunda buluştular.

We're approaching the rendezvous point. - Buluşma noktasına yaklaşıyoruz.

buluşmak
happen on
buluşmak
to meet, to come together
buluşmak
happen upon
ikili buluşma
double date
التركية - التركية
Buluşmak işi
Buluşmak işi: "Bu yeniden buluşma ikisi için de biraz acıklı oldu."- M. Ş. Esendal
buluşma yeri
Buluşulacak yer
buluşmak
Kavuşmak: "Yâr ile buluşsak bir tenha yerde / Duyarlar rakipler söz olur gider."- Âşık Veysel
buluşmak
Bir araya gelmek; karşılaşmak
buluşmak
Önceden belirlenmiş bir yer ve zamanda bir araya gelmek: "Ertesi gün yine pastacıda buluştular."- P. Safa
Buluşmak
(Osmanlı Dönemi) DAKA'
buluş
Bulma işi veya biçimi
buluş
Bilinen bilgilerden yararlanarak daha önce bilinmeyen yeni bir bulguya ulaşma veya yöntem geliştirme, icat
buluş
Bulma işi veya biçimi. İlk defa yeni bir şey yaratma, icat
buluş
İlk defa yeni bir şey yaratma, icat
buluş
Konu, duygu, düşünce ve hayalde başkalarının etkisinden sıyrılarak bunların işlenişinde yeni bir yol tutma
buluş
Konu, duygu, düşünce ve hayalde başkalarının etkisinden sıyrılarak, bunların işlenişinde yeni bir yol tutma
buluş
Bilinen bilgilerden yararlanarak daha önce bilinmeyen yeni bir bulguya ulaşma veya yöntem geliştirme, icat: "Bu orjinal buluşu Vali Beye borçluyuz."- S. F. Abasıyanık
buluşmak
Önceden belirlenmiş bir yer ve zamanda bir araya gelmek
buluşmak
Kavuşmak