تعريف bulma في التركية الإنجليزية القاموس.
- find
Christopher Columbus did not find fame. It was fame who found Christopher Columbus.
- Christopher Columbus, ün bulmadı. Christopher Columbus'u bulan ündü.
Finding his office was easy.
- Onun ofisini bulmak kolaydı.
- obtainment
- procurement
- ascertainment
- finding
Finding his office was easy.
- Onun ofisini bulmak kolaydı.
He had no luck in finding work.
- Onun iş bulma şansı yoktu.
- procuring
- invention
- detection, finding; invention
- (para vb.) accommodation
- detection
- select
- location
- locators
- detect
The detective used a magnifier to find some clues.
- Dedektif bazı ipuçlarını bulmak için bir büyüteç kullanır.
The detectives found no other evidence.
- Dedektifler başka kanıt bulmadı.
- vücut bulma
- incarnation
- bulmak
- {f} find
Finding his office was easy.
- Onun ofisini bulmak kolaydı.
Finding his office was easy.
- Onun bürosunu bulmak kolaydı.
- bulmak
- procure
- bulmak
- discover
The real journey of discovery doesn't consist in exploring new landscapes but rather in seeing with new eyes.
- Gerçek bir keşif yolculuğuna çıkmak yeni manzaralar bulmakla olmaz ancak onlara yeni gözlerle bakmakla olur.
Searching is dangerous. Sometimes you discover something you didn't at all want to find.
- Araştırma tehlikelidir. Bazen hiç bulmak istemediğin bir şeyi bulursun.
- bulmak
- obtain
- bulmak
- contrive
- bulmak
- clear up
- suçlu bulma
- conviction
- bulmak
- {f} reason
Tom did his best to find a reason to stay.
- Tom kalma sebebi bulmak için elinden geleni yaptı.
- bilgi bulma
- (Bilgisayar,Teknik) retrieval
- bulmak
- pick up
- bulmak
- think up
- bulmak
- invent
I wish I was smart enough to invent something that sold well enough for me to get rich.
- Keşke benim zengin olmam için yeterince satan bir şeyi bulmak için yeterince akıllı olsam.
- bulmak
- rout out
- bulmak
- come by
This rare stamp is hard to come by.
- Bu nadir pulu bulmak zordur.
Jobs are hard come by these days.
- Bu günlerde iş bulmak zordur.
- bulmak
- hunt up
- bulmak
- total
- bulmak
- amount to
- bulmak
- (deyim) lay hold
- bulmak
- trace
- bulmak
- lay hands on
- bulmak
- come up with
Why am I the one who has to come up with all the ideas?
- Bütün fikirleri bulmak zorunda olan kişi neden benim?
We've got to come up with a plan B.
- Bir B planı bulmak zorundayız.
- bulmak
- hunt out
- fon bulma
- (Ticaret) funding
- kusur bulma
- criticism
- telsizle yön bulma
- (Bilgisayar,Askeri) radio direction finder
- yerini bulma
- locate
- Bulmak
- locate
X rays are used to locate breaks in bones.
- X ışınları kemiklerdeki kırıkları bulmak için kullanılır.
It took one week to locate their hiding place.
- Onların saklanma yerini bulmak bir hafta sürdü.
- bulmak
- happen
You've got to find out what happened to Tom.
- Tom'a ne olduğunu bulmak zorundasın.
We've got to find out what happened to Tom.
- Tom'a ne olduğunu bulmak zorundayız.
- bul
- {f} found
I found the book very interesting.
- Kitabı çok enteresan buldum.
I found this book very interesting.
- Bu kitabı çok enteresan buldum.
- bul
- rout out
- bul
- {f} finding
Finding his office was easy.
- Onun bürosunu bulmak kolaydı.
Finding her office was easy.
- Onun bürosunu bulmak kolaydı.
- bul
- {f} find
After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop.
- Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
- bulmak
- strike
- bulmak
- strike on
- bulmak
- reach
We have to find a way to reach Tom.
- Tom'a ulaşmak için bir yol bulmak zorundayız.
- bulmak
- spot
- bulmak
- get through
- bulmak
- detect
The detective used a magnifier to find some clues.
- Dedektif bazı ipuçlarını bulmak için bir büyüteç kullanır.
- bulmak
- suss
- bulmak
- rustle up
- bulmak
- devise
- bulmak
- get onto
- bulmak
- get
Some people had to use false names to get work.
- Bazı insanlar iş bulmak için sahte isimler kullanmak zorunda kaldı.
You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job.
- Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.
- bul
- contrive
He contrived a means of speaking to Nancy privately.
- O, Nancy ile özel olarak konuşmanın bir yolunu buldu.
- bul
- {f} contrived
He contrived a means of speaking to Nancy privately.
- O, Nancy ile özel olarak konuşmanın bir yolunu buldu.
- bulmak
- think sth. up
- bulmak
- find for
- etme bulma dünyası
- (deyim) what comes around goes around
- etme bulma dünyası
- (deyim) as you sow so you shall reap
- gizli su kaynakları bulma sanatı
- The art of finding hidden water sources
- son bulma
- termination
- uygun bulma
- approval
- çözüm bulma
- solution
- Bul
- (abbr. for Bulvarı) Boulevard
- ara değerini bulma
- interpolation
- arıza bulma
- fault finding, troubleshoot
- bul
- routout
- bul
- detect
The police detective found a bloody knife.
- Polis dedektifi kanlı bir bıçak buldu.
The detectives found no other evidence.
- Dedektifler başka kanıt bulmadı.
- bul
- ave
- bulmak
- turn up
Police have failed to turn up any new evidence about the murder.
- Polis cinayetle ilgili herhangi bir yeni kanıt bulmakta başarısız oldu.
- bulmak
- strike out
- bulmak
- to accuse (someone) of, impugn (someone) with
- bulmak
- go for
- bulmak
- provide with
- bulmak
- ascertain
- bulmak
- to amount to (a sum)
- bulmak
- happen on
- bulmak
- to recall, be able to remember. bulup buluşturmak to find (something) somehow. buldukça bunamak never to be satisfied with what one gets, always to wish for more
- bulmak
- happen upon
- bulmak
- hit
- bulmak
- study out
- bulmak
- cogitate
- bulmak
- meet
- bulmak
- to experience, arrive at
- bulmak
- to find and choose
- bulmak
- to reach (a place, a time)
- bulmak
- to find; to detect, to determine; to find out; to discover; to invent, to devise; to amount to, to total
- bulmak
- to be punished, receive one's just deserts
- bulmak
- to reach, achieve (an end, health, success)
- bulmak
- {k} sniff out
- bulmak
- hunt up/out
- bulmak
- coin
- elektrikli olarak durdurulan cayro yön bulma cihazı
- (Askeri) electrically suspended gyro navigation
- erken son bulma
- early termination
- etme bulma dünyası
- (Atasözü) This is a world where you have to pay for your misdeeds
- etme bulma dünyası
- one is eventually punished for his misdeeds
- geçici çözüm bulma
- jury rigging
- hak ettiğini bulma
- deserts
- hak ettiğini bulma
- desert
- hata bulma
- error detection, checkout
- hata bulma kodu
- error-detecting code
- hata bulma yordamı
- error detection routine
- hayat bulma
- nascence
- hayat bulma
- nascensy
- her şeye kusur bulma
- nitpicking
- izin verilen ikmal listesi; takım adalar deniz şeridi; anahtar yer bulma yönlend
- (Askeri) allowable supply list; archipelagic sea lane; assign switch locator (SL) routing; authorized stockage list (Army)
- iş bulma bürosu
- employment agency
- iş bulma bürosu
- employment bureau
- iş bulma bürosu
- registry office
- iş bulma kurumu
- employment agency
- iş bulma piyasası
- job market
- iş ve işçi bulma kurumu
- employment exchange
- iş ve işçi bulma kurumu
- employment agency, labour exchange, jobcentre
- iş ve işçi bulma kurumu
- (ıng.) labor exchange
- kafa bulma
- spoof
- kafa bulma
- send up
- kafa bulma
- jape
- kafa bulma
- wiper
- kafa bulma
- leg pull
- kafa bulma
- wipe
- kafa bulma
- raillery
- kafayı bulma
- inebriation
- kafayı bulma
- inebriety
- kafayı bulma
- becoming drunk
- kan grubunu bulma
- blood grouping
- kelime bulma
- (Pisikoloji, Ruhbilim) word finding
- kendini bulma
- self-discovery
- konum bulma
- position finding
- kusur bulma
- reflection
- kusur bulma
- reflexion
- kusur bulma
- faultfinding
- maden bulma
- strike
- optik yön bulma
- (Havacılık) optical direction finding
- otomatik yön bulma
- (Askeri) automatic direction finding
- oybirliği ile uygun bulma
- (Hukuk) unanimous approval
- petrol bulma
- strike
- radarla bulma
- (Askeri) radarfind
- sermaye bulma
- (Ticaret) raising of capital
- simgesel hata bulma
- (Bilgisayar,Teknik) symbolic debugging
- telsizle otomatik yön bulma
- (Askeri) automatic radio direction finding
- uygun bulma
- consent
He interpreted my silence as consent.
- O, sessizliğimi uygun bulma olarak yorumladı.
- uygun bulma
- (Hukuk) assent, approval
- veznini bulma
- scansion
- yeniden bulma
- (Hukuk) recovery
- yer bulma
- position finding
- yer/araç lazerli yer bulma aracı
- (Askeri) ground/vehicle laser locator designator
- yön bulma
- direction finding
- yön bulma işareti
- landmark
- yön bulma; dağılma faktörü; İşlem Formu
- (Askeri) direction finding; dispersion factor; disposition form
- yüksek frekans yön-bulma
- (Askeri) high frequency direction-finding
- çözüm bulma yeteneği
- resource
- özel psikolojik harekat çalışması; standart mevki bulma sistemi
- (Askeri) special psychological operations (PSYOP) study; standard positioning system
- İş ve İşçi Bulma Kurumu
- (Hukuk) Worker Placement Agency