Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
On dakikalık bir başka yürüyüş bizi kıyıya getirdi.
- Another ten minutes' walk brought us to the shore.
Öğle yemeğini getirmek zorunda değilsin.
- You do not have to bring your lunch.
Çünkü biz sizi seviyoruz, daha iyi bir kullanıcı deneyimi getirmek için Tatoeba'yı güncelleştiriyoruz. Gördünüz mü? Biz sizi seviyoruz ha?
- Because we love you, we are updating Tatoeba to bring you a better user experience. See? We love you huh?
O, üç çocuğu tek başına yetiştirdi.
- She brought up the three children alone.
Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.
- Both of my parents were brought up in the country.
Onun oğulları uygun şekilde yetiştirilmiş değil.
- His sons are not properly brought up.
İyi bir ailede yetiştirilmiş gibi görünüyor.
- He must have been brought up in a good family.
İthalattaki artışla talep aşağı düşürüldü.
- The demand was brought down by increases in imports.
İyi hasat pirinç fiyatını düşürdü.
- The good harvest brought down the price of rice.
Fadıl polis karakoluna getirildi ve sorgulandı.
- Fadil was brought into the police station and questioned.
Sami karakola getirildi.
- Sami was brought into the police station.
S.Jobs Disney'e büyüyü geri getirebilir mi?
- Can S. Jobs bring back the magic to Disney?
Bana dergileri getir.
- Bring me the magazines.
The new company director brought a fresh perspective on sales and marketing.
The closer Jones can really bring it.
... They're all Arabic, because the Arabs brought a huge number ...
... But is there something that the fame brought you that you ...