تعريف bound في الإنجليزية التركية القاموس.
- {f} zıplaya zıplaya gitmek
- zıplamak
- sıçramak
- bağlı
İnsanın beden ve aklı birbirine öylesine bağlıdır ki birini etkileyen diğerini de etkiler.
- The body and the mind of man are so closely bound together that whatever affects one affects the other.
Onlar ortak çıkarları tarafından birbirine bağlıdır.
- They are bound together by common interests.
- {i} fırlama
- {i} sınır
Hayatı ölümden ayıran sınırlar azami karanlık ve belirsizdir. Birinin nerede biteceğini ve diğerinin nerede başlayacağını kim söyleyecek?
- The boundaries which divide Life from Death are at best shadowy and vague. Who shall say where the one ends, and where the other begins?
Bu tip konular insanın bilgi sınırlarının ardındadır.
- Such matters are beyond the bounds of human knowledge.
- {f} sınırlamak
- {i} sıçrama
- hoplamak
- atlayış
- kalgımak
- ciltlenmiş
- hoplama
- had
- sıçrayış
- bağlanmak
- sınır koymak
- düşkün
- {i} sekme
- sekmek
- azimli
- gidici
- yükümlü
- kesin
Öylesine bir plan kesin başarısız olacaktır.
- Such a plan is bound to fail.
Jack bu sefer kesin başaracak.
- Jack is bound to succeed this time.
- kafasına takmış
- (for ile) gitmeye hazır
- {f} bağlan
Hırsızın eli ve ayağı bağlandı.
- The thief was bound hand and foot.
Rehineler bağlandı ve ağızları kapatıldı.
- The hostages were bound and gagged.
- zıplama
- gitmek üzere olan
- kesin kararlı
- ciltli
- niyetli
- sınırlarını belirlemek
- giden
Atina'ya giden bir yük gemisi, bir iz bırakmadan Akdeniz'de battı.
- A cargo vessel, bound for Athens, sank in the Mediterranean without a trace.
Kanazawa'ya giden bir trene bindi.
- He got on a train bound for Kanazawa.
- gitmeye niyetli
- bağlanmış
- mecbur
Tom, yeni dairesine taşınmak için yardım almaya mecbur.
- Tom's bound to need help to move into his new apartment.
- f., bak. bind
- bind bağla
- {i} avut
- {s} zorunlu
O şekilde olması zorunluydu.
- It was bound to happen that way.
Er ya da geç onun olacağı zorunluydu.
- It was bound to happen sooner or later.
- yaylan/zıpla/sınırla
- sıçratmak
- {s} yola çıkmış
- {s} for -e giden
- sektirmek
- bağımlı
- {f} kuşatmak
- sınırlarını belirle
- {f} sekmek, sıçramak, zıplamak, fırlamak
- {s} nedeniyle
- sıçrayarak gitmek
- {f} bağlan: adj.kesin
- kesin/bağlı/eğilimli
- zıplatmak
- {s} bağlı, kayıtlı
- {f} sekip geri gelmek
- {s} engellenen
- {f} sınırlarını çizmek
- {i} sıçrayış, zıplama; geri tepme
- (Askeri) Sıçrama mesafesi, ateş sıçraması
- (Askeri) SIÇRAMA: Kara harbinde genellikle düşman ateşi altında askerler tarafından örtüden örtüye yapılan münferit hareket
- sıçrayış/zıplama/sınır
- {f} sınırlandır
Yakınsak bir sıra sınırlandırılmıştır.
- A convergent sequence is bounded.
- {i} yasak bölge
- {f} kısıtlamak
- {s} gitmek üzere
Bindiğimiz uçak San Fransisko'ya gitmek üzereydi.
- The plane we boarded was bound for San Francisco.
- limit
- bağlı kalma
- seken
- bind
- bağlamak
- bind
- ciltlemek
Onların işi kitapları ciltlemek.
- Their job is to bind books.
- bound to
- (Fiili Deyim ) zorunda , yükümlü
- bound column
- (Bilgisayar) ilişkili sütun
- bound electron
- (Bilgisayar,Teknik) bağlı elektron
- bound for
- -e giden
- bound form
- (Dilbilim) bağımlı biçim
- bound hand and foot
- eli kolu bağlı olmak
- bound hand and foot
- (deyim) çaresiz
- bound hand and foot
- (deyim) eli kolu bağlı
- bound html
- (Bilgisayar) html ilişkisini kur
- bound hyperlink
- (Bilgisayar) köprü ilişkisini kur
- bound in honour
- (Kanun) namus borcu saymakta
- bound long wave
- (Askeri) uzun periyotlu dalga grubu
- bound long waves
- (Askeri) uzun periyotlu dalga grubu
- bound moisture
- (Gıda) bağlı nem
- bound morpheme
- (Dilbilim) bağımlı biçimbirim
- bound object frame
- (Bilgisayar) ilişkili nesne çerçevesi
- bound span
- (Bilgisayar) bağımlı yayılma
- bound tariff rates
- (Politika, Siyaset) zorunlu tarife oranları
- bound to unknown type
- (Bilgisayar) bilinmeyen türe bağlama
- bound variable
- (Matematik) bağımlı değişken
- bound variable
- bağlı değişken
- bound vector
- bağlı vektör
- bound vector
- (Matematik) bağımlı vektör
- bound water
- (Gıda,İnşaat) bağlı su
- bound waves
- (Askeri) dalga grubu
- bound for
- -e gitmek üzere
- bound set
- sınır ayrımı
- bound to
- zorunlu
Er ya da geç onun olacağı zorunluydu.
- It was bound to happen sooner or later.
Tom unutmaya zorunlu.
- Tom is bound to forget.
- bound to
- kesinlikle
Tom kesinlikle yarışı kaybedecek.
- Tom is bound to lose the race.
Daha çok çalışmazsan, kesinlikle başarısız olursun.
- You are bound to fail unless you study harder.
- bound to
- garanti
- bound to
- mutlâka
İyi bir antrenörle, yüzücü mutlaka kazanır.
- With a good trainer, the swimmer is bound to win.
- bound up in
- çok ilgili
- bound up in
- -le meşgul
- bound up with
- -e bağlı
- bound up with
- -le ilgili
- bound 2
- 2 bağlı
- bound to happen
- ne bağlı
- bound up
- bağlı olmak
- bound up
- ilgili olmak
His life was bound up with the town's history.
- bound volume
- bağlı hacim
- bound barrel
- (Askeri) eğrilmiş namlu
- bound barrel
- (Askeri) EĞRİLMİŞ NAMLU: Kundak parçalarına temas şekli, namlunun atıştan ileri gelen genişleme sonucu, bunlara yapışıp eğrilmesine, dolayısıyla atış isabetsizliğine sebep olan namlu
- bound by an oath
- yeminli
- bound by contract
- sözleşmeye bağlanmış
- bound electron
- bagli elektron
- bound sulphur
- (Havacılık) bileşik kükürt
- bound up with
- ilgili olmak
- bound up with
- bağlı olmak
- bound vortex
- (Havacılık) birleşik girdap
- bind
- {f} bağlamak; sarmak. 2 kenarını tutturmak
- bind
- sargılamak
- boundless
- engin
- be bound
- e mecbur, ... ile yükümlü
- be bound to something
- Bir şeye bağlılığı/sadâkati olmak
- bind
- fazla sıkmak
- bind
- sıkışmak
- bind
- bandajlamak
- bind
- kenarını tutturmak
- bind
- mecbur etmek
- bind
- zorunlu bırakmak
- bounded
- sınırlandırılmış
Yakınsak bir sıra sınırlandırılmıştır.
- A convergent sequence is bounded.
- bounded
- sınırlı
- bounding
- (Otomotiv) sıçrama
- bounding
- (Otomotiv) zıplama
- bounding
- bağlayıcı
- boundlessness
- sonsuzluk
- boundlessness
- sınırsızlık
- bounds
- sınırlar
Polis, Dan'in kendini savunma sınırları içinde hareket ettiğini tespit etti.
- The police established that Dan acted within the bounds of self-defense.
Bu tip konular insanın bilgi sınırlarının ardındadır.
- Such matters are beyond the bounds of human knowledge.
- greatest lower bound
- (Matematik) en büyük alt sınır
- lower bound
- (Matematik) altsınır
- product bound
- (Ticaret) ürüne bağlı
- single bound
- tek bağ
- to be bound
- (Ticaret) bağlı olmak
- upper bound
- üst sınır
- upper bound
- (Matematik) üstsınır
- be bound hand and foot
- eli kolu bağlı olmak
- bind
- biraraya getirmek
- bind
- yasal olarak bağlamak
- bind
- bağla
O yasal olarak bağlayıcı değil.
- It's not legally binding.
Bir kira sözleşmesi, ev sahibi ve kiracıları arasında yasal olarak bağlayıcı bir belgedir.
- A tenancy agreement is a legally binding document between a landlord and their tenant.
- bind
- yasa gücü ile zorunlu kılmak
- bind
- birleştirmek
- bind
- tutmak
- bind
- yapıştırmak
- bind
- yarayı sarmak
- bind
- yapışmak
- branch and bound technique
- dal sınır yöntemi
- cement bound macadam
- çimento makadam
- cloth-bound
- bez ciltli
- cloth-bound
- bez kaplı
- compute bound
- hesaplama sınırlaması
- homeward bound
- evine dönen
- i/o bound
- giriş / çıkış sınırlı
- input bound
- girdi sınırlı
- input/output bound
- giriş / çıkış sınırlı
- least upper bound
- en küçük üst sınır
- lower bound
- alt sınır
- muscle-bound
- kasları çok gelişmiş
- output bound
- çıktı sınırlı
- process bound
- işlem sınırlı
- processor bound
- işlemci sınırlı
- rock-bound
- kayalarla kuşatılmış
- well bound
- yolunda giden
- bind
- bağlı nota işareti
- at a bound
- a bağlı
- be bound to
- -mesi kesin gibi/kesin olmak: "He's bound to win. - Kazanması kesin gibi."
- bed-bound
- Yatağa bağımlı yaşayan kimse
- bounded
- sınırlandır
Yakınsak bir sıra sınırlandırılmıştır.
- A convergent sequence is bounded.
- boundless
- sınırsız
- culture-bound
- kültür-bağlı
- earth bound
- toprak bağlı
- flight bound
- uçuş sahası
Yesterday a small explosion set off in a flight bound while a plane about to taken off.
- grid-bound
- şebekeye bağlanmış
- home-bound
- ev-bağlı
- homeward bound
- memleket yolunda
- leather-bound
- (Din) Deri kaplı
- membrane-bound
- (Biyoloji) Zarla çevrili, çevresi zar ile kaplanmış
An eukaryotic cell has a nucleus which is a membrane bound organalle.
- paper bound book
- Kağıt bağlı kitap
- paper bound copy
- Kağıt bağlı kopya
- peripheral bound
- çevresel donatı sinirlamali
- place bound
- yere bağlı
- re bound
- re bağlı
- snow bound
- kar bağlı
- spell bound
- büyülendi
- spiral bound
- spiral bağlı
- time bound
- zamana bağlı
- time bound
- zaman kısıtlamalı
- value-bound
- Değer bağımlı
The theory deserves to be defined as value-bound, if it treats the value judgements as part and parcel of its framework.
- work bound with another
- işe başka bir ile bağlı
- bind
- bind over veya downmali kefaletle bağl
- bind
- inkıbaz etmek
- bind
- bağla,v.bağla: n.bağ
- bind
- {f} usandırmak
- bind
- {f} donmak (beton)
- bind
- {f} tutturmak
- bind
- bağlamak yerine tespit etmek
- bind
- bağlayan şey
- bind
- {f} (bound)
- bind
- kenarını tutturmak ciltlemek
- bind
- (fiil) bağlamak; ciltlemek; tutturmak, tutmak; engel olmak; usandırmak; donmak (beton), sarmak, sargılamak
- bind
- menetmek
- bind
- {f} (dar bir giysi) rahatsız etmek, fazla sıkmak
- bind
- {f} sarmak
- bounded
- (sıfat) sınırlandırmış
- bounded
- {s} sınırlandırmış
- boundless
- {s} sonsuz
- boundlessly
- sınırsız bir şekilde
- boundlessly
- engin bir şekilde
- boundlessness
- (isim) enginlik