تعريف bore في الإنجليزية التركية القاموس.
- {f} bunaltmak
- delmek
- usandırmak
- sıkmak
Zaten bildiğin şeyleri tekrarlayarak seni sıkmak istemiyorum.
- I don't want to bore you by repeating things you already know.
Canınızı sıkmak istemiyorum.
- I don't want to bore you.
- {i} can sıkıcı kimse
- "bear" fiilinin geçmiş hâli
- sondaj deliği
- usanç vermek
- başını ağrıtmak
- can sıkan
- kafa şişirmek
- sondalamak
- kutur
- çap mermi
- büyük gel dalgası
- {i} can sıkıcı
- oyuk
- delgi
- delik
- canını sıkmak
Canını sıkmak istemiyorum.
- I don't want to bore you.
- can sıkıcı/usandırıcı/bezdirici kimse
- oymak
- kutru
- sonda
- met dalgası
- sondaj çukuru
- boru
- kafa ütülemek
- {i} belâ
- {f} kafa uzatmak (at)
- {i} oyu
Tüm öğleden sonra video oyunlarından sıkılmadın mı?
- Do you not get bored of videogames all afternoon?
Mary oyundan sıkılmış gibi görünüyor.
- Mary seems to be bored with the game.
- {i} kalibre
- {f} kabak tadı vermek
- {f} sondaj yapmak
- delik/sonda/dalga/sıkıntı
- {f} daraltmak
- del/ilerle/sık
- {f} delik açmak
- {i} kuyu
- {i} dert
- f., bak. bear 2
- {i} yüksek dalga
- (Askeri) Namlu içi silindir
- {i} çap (mermi)
- baş belas
- {i} sıkıcı tip
- {i} sıkıntı
Dürüst olmak gerekirse, onun konuşmaları her zaman bir sıkıntı.
- To be honest, his talks are always a bore.
Can sıkıntısı en lüks şeylerden biridir.
- Boredom is one of the most luxurious things.
- {f} can sıkmak
- (Askeri) NAMLU İÇİ: Bir silah namlusunun, birleştirme konisinden ağzına kadar olan iç kısmı
- (Nükleer Bilimler) kovan
- {i} sıkıcı şey
- bear taşı/doğur/çek/dön
- taciz etmek
- bıkkınlık vermek
- esnetmek
- (Otomotiv) silindir çapı
- iç çap
- sondaj kuyusu
- çap
- bear
- dayanmak
- boring
- bıktıran
- boring
- sıkıcı
Sana konserin sıkıcı olacağını söyledim. Niçin beni dinlemedin?
- I told you the concert was going to be boring. Why didn't you believe me?
Twitter'ı kullanırdım, fakat sonra onu sıkıcı biraz buldum, bu yüzden onu kullanmayı durdurdum.
- I used to use Twitter, but then found it a bit boring, so I stopped using it.
- bear
- katlanmak
Yapabileceğimiz tek şey ona katlanmaktı.
- The only thing we could do was to bear with it.
- bear
- taşımak
Gölün üstündeki buz senin ağırlığını taşımak için çok ince.
- The ice on the lake is too thin to bear your weight.
Bu mektup bir yabancı damgası taşımaktadır.
- This letter bears a foreign stamp.
- bear
- {i} ayı
Ben çocukken, komşuları korkutmak için bir evcil kahverengi ayım olsun istedim.
- When I was little, I wanted to have a pet brown bear to scare my neighbors.
Bir ayı ağaca tırmanabilir.
- A bear can climb a tree.
- bore safe
- (Askeri) namlu emniyetli
- bore bit
- taş delecek kalem
- bore hole
- sondaj deliği
- bore the pants off
- canından bezdirmek
- bore and stroke
- delik ve inme
- bore diameter
- Namlu çapı
- bore s.o. to death/tears
- birinin canını çok sıkmak
- bore snore
- Bkz. snore bore
- bore-snore
- kafa ütüleyici
- bore a hole in
- (bir fikri) azıcık çürütmek
- bore a hole in
- -de delik açmak
- bore a tunnel
- (İnşaat) tünel kazmak
- bore a tunnel
- (İnşaat) tünel delmek
- bore brush
- (Askeri) NAMLU FIRÇASI, TOMAR FIRÇASI (TOP), USKUNCA (DZ. ): Top ve diğer silahlarda yiv ve setlerin temizliği için kullanılan fırça
- bore brush
- (Askeri) namlu fırçası
- bore brush
- (Askeri) tomar fırçası
- bore brush
- (Askeri) uskunca
- bore evacuation
- (Askeri) gaz boşaltma silindiri
- bore impression
- (Askeri) NAMLU İÇİ KALIBI: Bir top namlusunun içindeki yiv ve setlerin vaziyetini tayin etmek için plastik bir madde ile alınan kalıp
- bore impression
- (Askeri) namlu içi kalıbı
- bore log
- sondaj loğu
- bore rest
- (Askeri) NAMLU AĞZI KLİNOMETRE YATAĞI: Bak. "clinometer rest"
- bore riding safety pin
- (Askeri) merminin namlu emniyet pimi
- bore s.o. to
- birinin canını çok sıkmak
- bore safe
- (Askeri) NAMLU EMNİYETLİ: Namlu emniyetini sağlayacak ve mermilerin namlu ağzını terketmeden önce infilak etmelerini önleyecek bir tertibatı bulunan. Buna "detonatorsafe" de denir
- bore sight
- (Askeri) NİŞAN HATTI KONTROL TERTİBATI, NİŞAN KONTROL ALETİ: Bir silahın namlu eksenini, bir nişan noktası ile aynı hizaya getirmek için kullanılan tertibat
- bore sighting
- (Askeri) NİŞAN HATTI AYARI, NİŞAN KONTROLÜ: Bir silah veya anten eksenini, kendi nişan aletinin nişan hattı ile, optik veya elektronik şekilde, paralel hale getirme veya bir noktada birleştirme işlemi
- bore sighting
- (Askeri) nişan kontrolü
- bore sighting
- (Askeri) nişan hattı ayarı
- bore somebody rigid
- içini baymak
- bore somebody silly
- içini baymak
- bore somebody stiff
- içini baymak
- bore somebody to death
- içini baymak
- bore somebody to death
- baygınlık getirmek
- bore somebody to distraction
- içini baymak
- bore somebody to tears
- içini baymak
- bore someone to death
- birinin canını çok sıkmak
- bore someone to tears
- birinin canını çok sıkmak
- bore the pants off
- (deyim) canına tak ettirmek
- bore to tears
- (deyim) bezginlik vermek
- bear
- {f} gütmek (kin)
- bored
- sıkılmış
Mary oyundan sıkılmış gibi görünüyor.
- Mary seems to be bored with the game.
Sıkılmış görünüyorsun.
- It looks like you're bored.
- bored
- (canı) sıkılmış
- bored
- {s} bunalmış
Bu inekler bunalmış görünüyor.
- These cows look bored.
Tom ve Mary bunalmış görünüyorlar.
- Tom and Mary look bored.
- boring
- can sıkıcı
Tom can sıkıcıydı, ancak Mary değildi.
- Tom was boring, but Mary wasn't.
- bear
- {f} üstlenmek
- bear
- hantal kimse
- bear
- ayıya benzer hayvan
- bear
- kaba kimse
- bored
- bıkkın
Tom yüzünde bıkkın bir ifadeyle uzaya bakıyordu.
- Tom was staring out into space with a bored expression on his face.
Tom'un yüzünde bıkkın, ilgisiz bir görünüş vardı.
- Tom had a bored, disinterested look on his face.
- bear
- {f} taşı
O, Marilyn Monroe'ya acayip bir benzerlik taşımaktadır.
- She bears an uncanny resemblance to Marilyn Monroe.
Buz bizim ağırlığını taşıyabilecek mi?
- Will the ice bear our weight?
- bear
- hazmetmek
- bear
- (Hukuk) tahammül etmek
- bear
- doğurmak, dünyaya getirmek
- bear
- borsada fiyatlar düşecek ümidiyle ilerde alacağı tahvil ve senetleri evvelden satan kimse
- bear
- {f} (bore/eski bare, borne)
- bear
- {f} duymak (sevgi)
- bear
- {f} sapmak
- bear
- {i} spekülatör
- bear
- {f} değmek
- bear
- dönmek
- bear
- getirmek
- bear
- doğurmak
- bear
- kaba adam
- bear
- borsa fiyatlarını düşürmek
- bored
- sıkılmak
Sıkılmak şöyle dursun, biz çok eğlendik.
- Far from being bored, we had a very good time.
Sıkılmak bir günahtır.
- To be bored is a sin.
- boring
- can sıkıc
Tom can sıkıcıydı, ancak Mary değildi.
- Tom was boring, but Mary wasn't.
- bear
- götürmek
- axis of bore
- (Askeri) namlu ekseni
- bear
- koca oğlan
- bear
- beslemek
- bear
- sevgi duymak
- bear
- vermek (meyve)
- bear
- basmak
- bear
- gelmek
- bear
- kin gütmek
- bored
- delinmiş
- bored
- canı sıkılmak
- bored
- canı sıkılmış
Tom canı sıkılmış görünüyordu.
- Tom seemed to be bored.
- bored
- bezgin
- bored
- sıkkın
Sami sıkkın ve huzursuzdu.
- Sami was bored and restless.
Sami iş başında ve sıkkındı.
- Sami was at work and bored.
- boring
- (Jeoloji) sondaj yapma
- boring
- sürme
- boring
- (Madencilik) sondaj deliği
- boring
- bayıcı
- boring
- boğucu
- boring
- delik açma
- boring
- boru sürme
- boring
- boru çapı
- boring
- tuzsuz
- boring
- iç çap
- guide bore
- (Otomotiv) kılavuz çapı
- small bore
- (Askeri) namlucuk
- small bore
- (Avcılık) küçük çap
- smooth bore
- (Avcılık) düz tüfek namlusu
- well bore
- kuyu sondajı
- bear
- {f} sineye çekmek
Tom'un sineye çekmekten başka seçeneği yoktu.
- Tom had no choice but to grin and bear it.
- boring
- delme
- axis of the bore
- namlu ekseni
- bear
- vurguncu
- bear
- aklında olmak
- bear
- uygun olmak
- bear
- bulundurmak
- bear
- sahip olmak
- bear
- kaldırmak
- bear
- ürün vermek
- bear
- uymak
- bear
- çekmek
Tom'un ya sabır çekmek dışında bir seçeneği yoktu.
- Tom had no choice but to grin and bear it.
- bear
- yakışık almak
- bearing bore
- yatak iç çapı
- boring
- {f} bıktır
O bıktırıcı ve sıkıcıydı.
- It was tedious and boring.
- check bore hole
- kontrol sondajı
- cylinder bore
- silindir iççapı
- tidal bore
- med cezir deliği
- Bored
- sıkılıyor
Sadece burada oturmaktan gerçekten çok sıkılıyorum.
- I'm getting really bored just sitting here.
Tom ve Mary hala sıkılıyor.
- Tom and Mary are still bored.
- bear
- (Finans) Borsa spekülatörü
- bear
- (Çiçek, yaprak) açmak
A tree bears leaves in spring.
- bear
- borsada büyük oynayarak fiyatları etkileyen kimse
- bored
- del
- cylinder bore
- silindir iççapi
- full-bore
- Tam, etraflıca
- snore bore
- Çok sıkıcı, kafa ütüleyen
- tidal bore
- med cezır deliği
- wide-bore
- Geniş delikli
Another technique is cyst aspiration with a wide-bore needle.
- worm bore
- solucan delik
- axis of bore
- (Askeri) NAMLU EKSENİ: Bir namlu boşluğunun tam merkezinden geçtiği kabul edilen hayali hat
- bear
- {f} spekülasyon yapmak
- bear
- {f} dişini sıkmak
- bear
- spekülatör,v.taşı: n.ayı
- bear
- {f} taşımak; kaldırmak: It won't bear your weight. Senin ağırlığını kaldırmaz. They have the right to bear arms
- bear
- bearberry ayı üzümü
- bear
- sine
O, büyük sinema güzelliklerinden biri olan Ingrid Bergman'a şaşırtıcı bir benzerlik taşımaktadır,
- She bears a striking resemblance to Ingrid Bergman, one of the great cinema beauties.
Tom'un sineye çekmekten başka seçeneği yoktu.
- Tom had no choice but to grin and bear it.
- bear
- {f} yönelmek
- bear
- {f} vermek
- bear
- açıkçı
- big bore
- (Avcılık) büyük çap
- boring
- delik açılırken cıkan moloz
- boringly
- tuzsuz bir halde
- bypass bore
- (Otomotiv) kapış memesi
- bypass bore
- (Otomotiv) jet meme
- counter bore
- (İnşaat) havşa
- lined bore hole
- muhafazalı sondaj kuyusu
- nominal bore
- anılan çap
- nominal bore
- ticari çap
- pinion shaft bore
- (Otomotiv) istavroz dişli mili
- piston pin bore
- (Otomotiv) piston pim deliği
- seal bore
- keçe deliği
- spark plug bore
- (Otomotiv) buji yuvası
- taper bore
- konik delme
- throttle bore
- (Otomotiv) gaz kelebeği yuvası
- tidal bore
- (Askeri) gel-git oyuğu