Sen tamamen suçsuz değilsin.
- You're not totally blameless.
Tom'un olanlar konusunda tamamen suçsuz olduğunu sanmıyorum. Hatta elebaşı o olabilir bence.
- I don't think Tom is completely blameless for what happened. I think that he may even be the leader of the gang.
Tom sadece kendini suçlamak zorunda.
- Tom has only himself to blame.
Sadece kendimi suçlamak zorundayım.
- I've got only myself to blame.
Tom'un görgü kuralları kusursuz.
- Tom's manners are impeccable.
Zamanlama kusursuzdu.
- The timing was impeccable.
Hayır, kabahatin bende olduğunu düşünmüyorum.
- No, I don't think that I am to blame.
Senin hataların için beni suçlama.
- Don't blame me for your mistakes.
Mary'nin söylediği için Tom'u suçlama.
- Don't blame Tom for what Mary did.
Suçu üstlenmeye razı oldu.
- She consented to take the blame.
O bütün problemleri için onu suçladı.
- She blamed him for all her problems.
O bütün problemleri için onu suçladı.
- She blamed him for all her problems.
Kimse kaza için suçlanmadı.
- Nobody was to blame for the accident.
Tom mükemmel İngilizce konuşur.
- Tom speaks impeccable English.
Tom'un mükemmel ahlakı, Meryem'in anne babasında büyük bir intiba bıraktı.
- Tom's impeccable manners made a big impression on Mary's parents.
Tamamen masum olmadığını biliyorum, sen de suçun birazını paylaş.
- I know you're not completely innocent, you too, share some of the blame.
For knighthoods loue, do not so foule a deed, / Ne blame your honour with so shamefull vaunt / Of vile reuenge.
They accepted the blame, but it was an accident.
The arsonist was blamed for the fire.
Blame came from all directions.
The blame for starting the fire lies with the arsonist.
I covered the serious programmes too, and indeed, right from the start, I spent more time praising than blaming.