bizzat

listen to the pronunciation of bizzat
التركية - الإنجليزية
in person

He went there in person. - O oraya bizzat gitti.

You have to appear in person. - Bizzat görünmek zorundasın.

herself

She doesn't need to go there herself. - Oraya bizzat gitmesine gerek yok.

It's necessary for her to go herself. - Bizzat gitmesi gerekli.

himself

I know Tom wouldn't tell you himself. - Tom'un sana bizzat söylemeyeceğini biliyorum.

Tom himself asked us to come. - Bizzat Tom gelmemizi rica etti.

itself
personally

I wonder if I might speak to Tom personally. - Tom'la bizzat konuşabilip konuşamayacağımı merak ediyorum.

Tom seemed to take it personally. - Onu bizzat alıyor gibi görünüyordu.

on his/her own, without help from others: Mektubu bizzat yazdı. He wrote the letter himself
myself

I'm facing that problem, myself. - Ben bizzat o sorunla karşı karşıyayım.

I have to deal with this myself. - Bunu bizzat halletmeliyim.

1.in person: Bizzat geldi. He came in person
person

He went there in person. - O oraya bizzat gitti.

You have to appear in person. - Bizzat görünmek zorundasın.

inpropriapersona
self
in the flesh
bizzat inceleme
autopsy
bizzat kendim
my own self
bizzat kendisi
in the flesh
ben bizzat kendim
me myself and i
egemenliğin ülke üzerinde bizzat kullanılması
(Hukuk) corpus occupandi
التركية - التركية
Kendi, kendisi, şahsen
Kendi, kendisi, şahsen: "Vaziyeti yukardan ve bizzat takip etmek lazım geldi."- Atatürk
bizzat
المفضلات