birdir

listen to the pronunciation of birdir
التركية - الإنجليزية
is one

One times one is one, according to mathematics. - Matematiğe göre bir kere bir birdir.

The square root of one is one. - Birin karekökü birdir.

bir
one

This is a good book, but that one is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

I know one of them but not the other. - Birini tanıyorum da ötekini değil.

bir
single

Did God really create the earth in a single day? - Tanrı, dünyayı gerçekten tek bir günde mi yarattı?

Get both a phone and internet access in a single package! - Tek bir pakette hem bir telefon hem de bir internet erişimi alın!

bir
uni
bir
un
bir
one person or thing
bir
alone
bir
once
bir
if only
bir
just
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
one and the same
bir
uni-
bir
{i} drink

Is there anything to drink in the refrigerator? - Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?

I'll buy you a drink. - Sana bir içecek ısmarlayacağım.

bir
a
bir
apart

Can you tell the twins apart? - İkizleri birbirinden ayırtedebilir misin?

It isn't a real apartment. - O, gerçek bir daire değildir.

aklın yolu birdir
Great minds think alike
bir
mono

You shouldn't sleep with a coal stove on because it releases a very toxic gas called carbon monoxide. Sleeping with a coal stove running may result in death. - Kömür sobasıyla uyumamalısınız. Çünkü karbonmonoksit olarak adlandırılan çok zehirli bir gaz içerir. Kömür sobasıyla uyumak ölümle sonuçlanabilir.

He wore a top hat and a monocle. - O bir silindir şapka ve bir tek gözlük taktı.

bir
one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias
bir
a, an; a certain, a particular: Bursa'da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday's party I saw a certain woman; you know who I mean
bir
the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same
bir
used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there!
bir
a, an; one; unique; the same; united; once; only, alone; just; if only
bir
used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy'de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don't seem quite yourself today
bir
united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We're of one mind on this subject
bir
only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this
bir
single; some
bir
shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom
bir
(İnşaat) a, an
bir
{f} lump

One lump of sugar, please. - Bir küp şeker, lütfen.

I have a lump in my breast. - Benim mememde bir yumru var.

bir
head

A cup of coffee cleared my head. - Bir fincan kahve kafamı aydınlattı.

Two heads are better than one. - Bir elin nesi var, iki elin sesi var.

bir
erect

An immense monument was erected in honor of the eminent philosopher. - Büyük filozofun şerefine muazzam bir anıt dikildi.

Caesar erected a golden statue of Cleopatra. - Sezar, Kleopatra'nın altından bir heykelini dikti.

bir
unit

Which language is spoken in the United States of America? - Amerika Birleşik Devletleri'nde hangi dil konuşuluyor?

Washington is the capital of the United States. - Washington, Amerika Birleşik Devletleri'nin başkentidir.

bir
unity

The main idea in his speech was unity. - Konuşmasındaki ana fikir birlikti.

Many Eastern religions teach that there is a unity behind the diversity of phenomena. - Birçok Doğu dinleri olayların çeşitliliği arkasında bir birlik olduğunu öğretir.

bir
somewhere

I saw her somewhere two years ago. - Onu ben iki yıl önce bir yerde gördüm.

He lives somewhere about here. - O, burada bir yerde yaşıyor.

bir
engage

Bob has been engaged to Mary for over a year. - Bob, Mary ile bir yılı aşkın bir süredir nişanlıdır.

The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly. - Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.

bir
{f} pace

He walked at a quick pace. - O büyük bir hızla yürüdü.

I can describe China, especially in relation to big cities like Beijing, in one sentence - China is a country whose pace of life is both fast and leisurely. - Ben, özellikle Pekin gibi büyük şehirler ile ilgili olarak Çin'i tek bir cümleyle açıklayabilirim. - Çin, yaşam hızı hem hızlı hem de keyifli bir ülkedir.

bir
un#veil
bir
{s} some

Would you like some coffee? - Biraz kahve ister misin?

I brought you a little something. - Sana küçük bir şey getirdim.

bir
attack

They began with a strong attack against the enemy. - Düşmana karşı şiddetli bir taarruza geçtiler.

Macbeth raised an army to attack his enemy. - Macbeth, düşmanına saldırmak için bir ordu yetiştirdi.

bir
squash

Butternut squash is a good source of manganese, potassium, and vitamins A, C, and E. - Balkabağı, iyi bir manganez, potasyum ve A, C ve E vitaminleri kaynağıdır.

Have you ever squashed a tomato? - Hiç bir domates ezdin mi?

الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف birdir في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
bir
British Institute of Radiology
birdir
المفضلات