birci

listen to the pronunciation of birci
التركية - الإنجليزية
monistic, monistical
monist
bir
one

I know one of them but not the other. - Birini tanıyorum da ötekini değil.

One, two, three, four, five, six, seven, eight, nine, ten. - Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on.

bir
single

Did God really create the earth in a single day? - Tanrı, dünyayı gerçekten tek bir günde mi yarattı?

Get both a phone and internet access in a single package! - Tek bir pakette hem bir telefon hem de bir internet erişimi alın!

bir
uni
bir
un
bir
one person or thing
bir
alone
otuz birci
wanker
bir
once
bir
if only
bir
just
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
one and the same
bir
uni-
bir
{i} drink

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

We generally drink tea after a meal. - Biz genellikle bir öğünden sonra çay içeriz.

bir
a
bir
apart

Can you tell the twins apart? - İkizleri birbirinden ayırtedebilir misin?

I'm busy looking for an apartment. - Ben bir daire aramakla meşgulüm.

bir
mono

Carbon monoxide is a poisonous substance formed by the incomplete combustion of carbon compounds. - Karbon monoksit karbon bileşiklerinin tam yanmamasından oluşan zehirli bir maddedir.

You shouldn't sleep with a coal stove on because it releases a very toxic gas called carbon monoxide. Sleeping with a coal stove running may result in death. - Kömür sobasıyla uyumamalısınız. Çünkü karbonmonoksit olarak adlandırılan çok zehirli bir gaz içerir. Kömür sobasıyla uyumak ölümle sonuçlanabilir.

bir
one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias
bir
a, an; a certain, a particular: Bursa'da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday's party I saw a certain woman; you know who I mean
bir
the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same
bir
used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there!
bir
a, an; one; unique; the same; united; once; only, alone; just; if only
bir
used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy'de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don't seem quite yourself today
bir
united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We're of one mind on this subject
bir
only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this
bir
single; some
bir
shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom
bir
(İnşaat) a, an
bir
{f} lump

Every time I think of Tom, I get a lump in my throat. - Tom'u ne zaman düşünsem, boğazımda bir yumru hissediyorum.

I have a facial boil. There's a painful lump at the back of one nostril. - Bir yüz çıbanım var.Bir burun deliğinin arkasında acılı bir yumru var.

bir
head

They all have arms, legs, and heads, they walk and talk, but now there's SOMETHING that wants to make them different. - Onların hepsinin, kolları, bacakları, ve kafaları var,onlar yürürler ve konuşurlar, ama şimdi onlara farklı yapmak isteyen bir şey var.

A cup of coffee cleared my head. - Bir fincan kahve kafamı aydınlattı.

bir
erect

They erected a statue in memory of Gandhi. - Onlar Gandhi'nin anısına bir heykel diktiler.

Caesar erected a golden statue of Cleopatra. - Sezar, Kleopatra'nın altından bir heykelini dikti.

bir
unit

Washington is the capital of the United States. - Washington, Amerika Birleşik Devletleri'nin başkentidir.

In 1860, Lincoln was elected President of the United States. - 1860'ta Lincoln, Amerika Birleşik Devletleri başkanlığına seçildi.

bir
unity

Many Eastern religions teach that there is a unity behind the diversity of phenomena. - Birçok Doğu dinleri olayların çeşitliliği arkasında bir birlik olduğunu öğretir.

The Emperor is the symbol of the unity of the people. - İmparator, halkın birliğinin sembolüdür.

bir
somewhere

You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth. - Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.

I saw her somewhere two years ago. - Onu ben iki yıl önce bir yerde gördüm.

bir
engage

Tom bought an engagement ring for Mary with money he inherited from his grandfather. - Tom büyükbabasından miras kalan parayla Mary için bir nişan yüzüğü aldı.

Do you have any engagement tomorrow? - Yarın herhangi bir randevun var mı?

bir
{f} pace

I've got a pacemaker. - Benim bir kalp pilim var.

He walked at a quick pace. - O büyük bir hızla yürüdü.

bir
un#veil
bir
{s} some

Would you like some coffee? - Biraz kahve ister misin?

I brought you a little something. - Sana küçük bir şey getirdim.

bir
attack

Macbeth raised an army to attack his enemy. - Macbeth, düşmanına saldırmak için bir ordu yetiştirdi.

At the Battle of Verdun, French forces stopped a German attack. - Verdun Savaşında,Fransız güçleri bir Alman saldırısını durdurdu.

bir
squash

Have you ever squashed a fly with your hand? - Sen hiç elinle bir sinek ezdin mi?

Have you ever squashed a tomato? - Hiç bir domates ezdin mi?

الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف birci في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
bir
British Institute of Radiology
birci
المفضلات