Hold on a minute, please.
- Bir dakika bekle,lütfen.
Hold on a moment, please.
- Biraz bekleyin, lütfen.
Hang on a minute. There's quite a few black chess pieces over there.
- Biraz bekleyin. Orada fazlasıyla siyah satranç taşı var.
Hang on till I get to you.
- Seni alana kadar bekle.
I'll wait here until she comes.
- O gelene kadar burada bekleyeceğim.
You shouldn't wait here.
- Burada beklememen gerekir.
Tom hit the pause button.
- Tom bekletme butonuna bastı.
Tom put the key in the lock and paused a moment before he turned it.
- Tom anahtarı kilide taktı ve onu çevirmeden önce bir süre bekledi.
You can't expect me to always think of everything!
- Her zaman her şeyi düşünmemi bekleyemezsin.
The math homework proved to be easier than I had expected.
- Matematik ev ödevi beklediğimden daha kolay çıktı.
It is expected that the tsunami surge will be ten meters or less.
- Tsunami dalgalarının on metre ya da daha az olacağı beklenmektedir.
Students are expected to stay away from dubious places.
- Öğrencilerin şüpheli yerlerden uzak kalması bekleniyor.
Waiting for a bus, I met my friend.
- Bir otobüs beklerken, arkadaşımla buluştum.
He kept me waiting for more than an hour.
- O beni bir saatten daha fazla bekletti.
Maria awaited him, but he did not come.
- Maria onu bekledi ama o gelmedi.
Tom is in jail, awaiting trial.
- Tom duruşmayı beklerken hapistedir.
We just need to bide our time.
- Sadece uygun zamanı beklemeliyiz.
We need to bide our time.
- Zamanımızı beklemeliyiz.
Please wait for five minutes.
- Lütfen beş dakika bekle.
Please wait for me at the station.
- Lütfen beni istasyonda bekleyin.
Maria awaited him, but he did not come.
- Maria onu bekledi ama o gelmedi.
We always look forward to Tom's annual visit.
- Tom'un yıllık ziyaretini her zaman sabırsızlıkla bekleriz.
May we look forward to receiving your order?
- Siparişinizi almayı dört gözle bekleyebilir miyiz?
All you can do is to wait.
- Tüm yapabileceğin beklemektir.
All that is to be done is to wait.
- Yapılması gereken bütün şey beklemektir.
You have to expect that once in a while.
- Ara sıra beklemek zorundasın.
Fadil had to expect and plan for the worst.
- Fadıl en kötüsünü beklemek ve planlamak zorundaydı.
I hope that Emi will appear soon. I'm tired of waiting for her.
- Emi'nin yakında ortaya çıkacağını umuyorum. Onu beklemekten usandım.
All Sadako could do now was to make paper cranes and hope for a miracle.
- Sadako'nun şimdi yapabileceği bütün şey kağıttan vinçler yapmak ve bir mücize beklemekti.
Tom wondered how long he'd have to wait for Mary.
- Tom Mary'yi ne kadar beklemek zorunda kalacağını merak etti.
Tom doesn't know how long he'll have to wait for Mary.
- Tom Mary için ne kadar beklemek zorunda olduğunu bilmiyor.
How long do we have to stay here?
- Burada ne kadar beklemek zorundayız?
Everyone has to stay.
- Herkes beklemek zorunda.
Tom looks like he's tired of waiting.
- Tom beklemekten bıkmış gibi görünüyor.
Instead of waiting for Tom, let's eat now before the food gets cold.
- Tom'u beklemek yerine, yemek soğumadan önce şimdi yiyelim.
I think Tom hates waiting for me.
- Sanırım Tom beni beklemekten nefret ediyor.
How much longer do you think we'll have to wait?
- Daha ne kadar beklemek zorunda olacağımızı düşünüyorsun?