Osaka is the second largest city of Japan.
- Osaka, Japonya'nın ikinci en büyük şehridir.
The Sahara Desert is almost as large as Europe.
- Sahra Çölü, neredeyse Avrupa kadar büyük.
When he openly declared he would marry Pablo, he almost gave his grandmother a heart attack and made his aunt's eyes burst out of their sockets; however, his little sister beamed with pride.
- O Pablo ile evleneceğini açıkça ilan ettiğinde, neredeyse büyük annesine kalp krizi geçirtecekti , halasının gözlerini yuvasından fırlattıracaktı fakat küçük kız kardeşi gururla baktı.
It was my grandfather that told me that story.
- O hikayeyi bana anlatan büyükbabamdı.
The new law was a major reform.
- Yeni yasa büyük bir reformdu.
My house needs major repairs.
- Evimin büyük onarımlara ihtiyacı var.
England and Scotland were unified on May 1, 1707, to form the Kingdom of Great Britain.
- İngiltere ve İskoçya, 1 Mayıs 1707'de birleşti ve Büyük Britanya Krallığı'nı oluşturdu.
India was governed by Great Britain for many years.
- Hindistan uzun yıllar boyunca Büyük Britanya tarafından yönetildi.
Tokyo is a very big city.
- Tokyo çok büyük bir şehirdir.
This is the biggest hotel in this city.
- O bu şehirdeki en büyük oteldir.
My grandfather lived a long life.
- Büyük babam uzun bir hayat yaşadı.
These days, the lion's share usually means the biggest share; but not so long ago, it meant all of it.
- Bu günlerde, aslan payı genellikle en büyük pay anlamına gelmektedir; fakat çok geçmeden önce onun hepsi anlamına geliyordu.
He lives in a huge house.
- O, büyük bir evde yaşıyor.
We must consider the question of whether we can afford such huge sums for armaments.
- Böylesine büyük bir silahlanma için paramızın olup olmadığı sorusunu göz önüne almalıyız.
There is a wide gap in the opinions between the two students.
- İki öğrenci arasında fikirlerde büyük bir uçurum vardır.
Sentences begin with a capital letter.
- Cümleler büyük harfle başlar.
Write your name in capital letters.
- Adınızı büyük harflerle yazın.
How to overcome the high value of the yen is a big problem.
- Yüksek yen değerinin nasıl üstesinden gelineceği büyük bir sorundur.
His essay gave only a superficial analysis of the problem, so it was a real surprise to him when he got the highest grade in the class.
- Onun denemesi, sorunun sadece yüzeysel bir analizini yaptı, bu yüzden sınıfta en yüksek notu aldığında ona gerçekten büyük bir sürpriz olmuştu.
He was big and handsome.
- O, büyük ve yakışıklıydı.
He gave a party on a large scale.
- O büyük ölçekte bir parti verdi.
It is hoped that this new policy will create jobs on a large scale.
- Bu yeni politikanın büyük ölçekli işler yaratacağı umuluyor.
A new study suggests that hospital records for patients older than 65 are often incorrect, which may lead to serious treatment errors.
- Yeni bir çalışma 65'ten daha büyük hastaların hastane kayıtlarının çoğunlukla yanlış olduğunu ortaya atmaktadır, bu durum ciddi tedavi hatalarına yol açabilir.
He's three years older than I am.
- O benden üç yaş daha büyük.
Suddenly the eldest daughter spoke up, saying, I want candy.
- En büyük kız şeker istiyorum diyerek birdenbire konuştu.
The eldest son succeeded to all the property.
- En büyük oğlan bütün mülkiyetin varisi oldu.
Bigger is not always better.
- Daha büyük her zaman daha iyi değildir.
In Japan, there is no lake bigger than Lake Biwa.
- Japonya'da, Biwa gölünden daha büyük bir göl yoktur.
My father was an ambitious man and would drink massive amounts of coffee.
- Babam hırslı bir adamdı ve büyük miktarda kahve içerdi.
Tom is the owner of the largest ranch in the area.
- Tom, bölgedeki en büyük çiftliğin sahibidir.
Layla never realized there was a ranch that size.
- Leyla o büyüklükte bir ahır olduğunu fark etmemişti.
My oldest brother is single.
- En büyük ağabeyim bekardır.
My grandmother is the oldest in this town.
- Büyükannem bu kasabada en yaşlıdır.
Tom's grandfather was a signal officer in the army.
- Tom'un büyükbabası orduda bir muhabere subayıydı.
You must be more careful to avoid making a gross mistake.
- Büyük bir hata yapmaktan kaçınmak için daha dikkatli olmalısın.
My impression of this government is that they need a more forceful economic policy, otherwise they'll encounter large problems in the future.
- Benim bu hükümet hakkındaki izlenimim onların daha güçlü bir ekonomik politikaya ihtiyaçları olduğu, aksi takdirde gelecekte büyük sorunlarla karşılaşacaklarıdır.
My grandmother gave me more than I wanted.
- Büyükannem bana istediğimden daha fazlasını verdi.
Tom won a sizable amount of money.
- Tom oldukça büyük bir miktarda para kazandı.
The stability of Chinese economy is substantially overestimated.
- Çin ekonomisinin istikrarı büyük ölçüde abartılmıştır.
Tom is taking a tremendous chance.
- Tom çok büyük bir risk alıyor.
The earthquake created a tremendous sea wave.
- Deprem büyük bir deniz dalgası yarattı.
Tom's experience attracted considerable attention.
- Tom'un deneyimi büyük ilgi gördü.
The earthquake caused considerable damage.
- Deprem, büyük ölçüde hasara yol açtı.
These presents are really bulky.
- Bu hediyeler gerçekten büyük.
This box is too bulky to carry.
- Bu kutu taşımak için çok fazla büyüktür.
The bad harvest caused massive food shortages.
- Kötü hasat büyük gıda sıkıntısına neden oldu.
A massive earthquake of magnitude 8.8 hit the Japanese islands today.
- 8.8 büyüklüğündeki büyük deprem bugün Japon adalarını vurdu.
The castle was in dire need of major repairs.
- Kale, büyük onarımlara çok ihtiyaç duyuyordu.
Kaoru, yours is the best reaction so far - you win the grand prize.
- Kaoru, şimdiye kadar en iyi tepki sizinki - büyük ödülü kazanırsınız.
To my great delight, he won the first prize.
- Benim için büyük sevinç, o birincilik ödülünü kazandı.
He won a sizeable amount of money.
- O büyük miktarda para kazandı.
The concert was a rousing success.
- Konser büyük bir başarıydı.
Tatoeba is a mini-LibriVox, it just needs to be written before the large-scale reading aloud would start.
- Tatoeba bir mini-LibriVox'tur. O, yüksek sesle büyük ölçekli okuma başlamadan önce sadece yazılması gerekiyor.
Eleanor though the daughter of a king and brought up in the greatest luxury determined to share misfortune with her husband.
- Bir kralın kızı olarak düşünülen ve büyük lüks içinde yetiştirilen Eleanor kocasıyla bu tersliği paylaşmaya karar verdi.
The Lake Van is the greatest lake of Turkey.
- Van Gölü Türkiye'nin en büyük gölüdür.
Our friendship is greater than our quarrels.
- Dostluğumuz kavgalarımızdan büyük.
Maternal love is greater than anything else.
- Anne sevgisi her şeyden daha büyüktür.
The Lake Van is the greatest lake of Turkey.
- Van Gölü Türkiye'nin en büyük gölüdür.
Eleanor though the daughter of a king and brought up in the greatest luxury determined to share misfortune with her husband.
- Bir kralın kızı olarak düşünülen ve büyük lüks içinde yetiştirilen Eleanor kocasıyla bu tersliği paylaşmaya karar verdi.
Tom's grandmother looks healthy.
- Tom'un büyükannesi sağlıklı görünüyor.
His grandmother looks healthy.
- Onun büyükannesi sağlıklı görünüyor.
The largest muscle in the human body is the gluteus maximus.
- İnsan vücudundaki en büyük kas gluteus maximus'tur.
My elder daughter Magdalena is like an angel.
- Büyük kızım Magdalena bir melek gibidir.
My elder son is Lech Zaręba.
- En büyük oğlum Lech Zaręba'dır.
Tom doesn't have much interest in outdoor sports.
- Tom, açık hava sporlarına büyük ilgi duymuyor.
My grandmother used to go out for a walk almost every day, but now she seldom, if ever, goes out.
- Büyükannem hemen hemen her gün bir yürüyüş için dışarı çıkardı fakat şimdi o nadiren, kırk yılda bir, dışarı çıkar.
He lives in an enormous house.
- O, çok büyük bir evde yaşar.
The damage from the typhoon was enormous.
- Tayfundan gelen hasar büyüktü.
Tom's new smartphone is really big. It doesn't even look like a phone anymore.
- Tom'un yeni akıllı telefonu gerçekten büyük. Artık bir telefona bile benzemiyor.
Many great men went through hardship during their youth.
- Birçok büyük insan gençliklerinde zorluklardan geçmişlerdir.
My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf.
- Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır.
You needn't have bought such a large house.
- Böylesine büyük bir ev almana gerek yoktu.
His grandfather bought him the expensive toy.
- Büyükbabası ona pahalı bir oyuncak aldı.
The flood did the village extensive damage.
- Sel köye büyük hasar verdi.
The earthquake in Hokkaido caused extensive damage.
- Hokkaido'daki deprem büyük hasara sebep oldu.
Every sentence that starts with I'm not racist, but is likely to be very racist indeed.
- Irkçı değilim, ama ile başlayan her cümle aslında büyük ihtimalle çok ırkçıdır.
For a start, I visited Jerusalem - a sacred place for three major religions.
- Başlangıç için Kudüsü ziyaret ettim-üç büyük din için kutsal bir yer.