büyüklük

listen to the pronunciation of büyüklük
التركية - الإنجليزية
size

This house is about the same size as Peter's. - Bu ev, Peter'inki ile aynı büyüklüktedir.

Asia is roughly four times the size of Europe. - Asya yaklaşık olarak Avrupa'nın dört katı büyüklüktedir.

greatness

Neither gold nor greatness make us happy. - Ne altın ne de büyüklük bizi mutlu eder.

magnitude
grandness
enormity
substantiality
ampleness
generosity
greatness, enormity, magnitude; size; importance, gravity; seniority
grandeur
vastness
superiority

He has a superiority complex. - Onun bir büyüklük kompleksi var.

bigness, largeness
bigness
importance, gravity
hugeness
largeness
sovereignty
enormousness
supremacy
(Nükleer Bilimler) extent
vast
(Gıda) dimension
gravity
bulk
grand
(Pisikoloji, Ruhbilim) delusion of grandeur
amplitude
sizeableness
capaciousness
mightiness
muchness
capacious
büyük
large

My brother is as large as I. - Erkek kardeşim, ben kadar büyük.

The Sahara Desert is almost as large as Europe. - Sahra Çölü, neredeyse Avrupa kadar büyük.

büyük
grand

It's been a long time since I visited my grandmother. - Büyükannemi ziyaret edeli uzun zaman oldu.

Sometimes, Grandma is more dangerous than the KGB. - Bazen büyükanneler, KGB'den daha tehlikelidir.

büyük
major

My house needs major repairs. - Evimin büyük onarımlara ihtiyacı var.

The new law was a major reform. - Yeni yasa büyük bir reformdu.

büyük
great

India was governed by Great Britain for many years. - Hindistan uzun yıllar boyunca Büyük Britanya tarafından yönetildi.

England and Scotland were unified on May 1, 1707, to form the Kingdom of Great Britain. - İngiltere ve İskoçya, 1 Mayıs 1707'de birleşti ve Büyük Britanya Krallığı'nı oluşturdu.

büyük
big

Twitter is among the biggest enemies of Islam. - Twitter İslâm'ın en büyük düşmanları arasındadır.

He broke his promise, which was a big mistake. - Büyük bir hataydı ki, o caydı.

büyüklük göstermek
to show generosity, act nobly
büyüklük göstermek
to be magnanimous
büyüklük hastalığı
megalomania
büyüklük kompleksi
delusions of grandeur
büyüklük sabuklaması
delusion of grandeur
büyüklük taslamak
patronize

You don't have to patronize me. - Bana büyüklük taslamak zorunda değilsin.

büyüklük taslamak
to put on airs, to become self-important
büyüklük taslamak
to put on airs
büyük
long

My grandfather's life was long and happy. - Büyük babamın hayatı uzun ve mutluydu.

My grandfather lived a long life. - Büyük babam uzun bir hayat yaşadı.

büyük
huge

He lives in a huge house. - O, büyük bir evde yaşıyor.

The huge building seemed to touch the sky. - Büyük bina gökyüzüne dokunacak gibi görünüyordu.

büyük
wide

There is a wide gap in the opinions between the two students. - İki öğrenci arasında fikirlerde büyük bir uçurum vardır.

büyük
capital

You must begin a sentence with a capital letter. - Cümleye büyük harfle başlamalısın.

Write your name in capital letters. - Adınızı büyük harflerle yazın.

büyük
{s} exalted
büyük
{s} mighty
sonsuz büyüklük
infinity
büyük
high

A big title does not necessarily mean a high position. - Büyük bir unvan mutlaka yüksek bir görev anlamına gelmez.

His essay gave only a superficial analysis of the problem, so it was a real surprise to him when he got the highest grade in the class. - Onun denemesi, sorunun sadece yüzeysel bir analizini yaptı, bu yüzden sınıfta en yüksek notu aldığında ona gerçekten büyük bir sürpriz olmuştu.

büyük
{s} handsome

He was big and handsome. - O, büyük ve yakışıklıydı.

büyük
large scale

It seems the rural area will be developed on a large scale. - Kırsal alan büyük ölçüde gelişecek gibi görünüyor.

It is hoped that this new policy will create jobs on a large scale. - Bu yeni politikanın büyük ölçekli işler yaratacağı umuluyor.

büyük
{s} older

He's three years older than I am. - O benden üç yaş daha büyük.

He looks older than my brother. - O benim erkek kardeşimden daha büyük görünüyor.

büyük
expansive
büyük
voluminous
büyük
eldest

Caution is the eldest daughter of wisdom. - Dikkat, bilgeliğin büyük kızıdır.

Fatima is the eldest student in our class. - Fatma sınıfımızdaki en büyük öğrencidir.

büyük
bigger

Bigger is not always better. - Daha büyük her zaman daha iyi değildir.

Beijing is bigger than Rome. - Pekin, Roma'dan daha büyüktür.

büyük
ambitious

My father was an ambitious man and would drink massive amounts of coffee. - Babam hırslı bir adamdı ve büyük miktarda kahve içerdi.

büyük
ranch

There are about 500 cattle on the ranch. - Çiftlikte yaklaşık 500 büyükbaş hayvan var.

Tom rode a horse last week when he was at his grandfather's ranch. - Tom büyükbabasının çiftliğindeyken geçen hafta ata bindi.

büyük
oldest

How old is your oldest son? - En büyük erkek evladın kaç yaşında?

Tom definitely had problems with his oldest son. - Tom'un en büyük oğluyla kesinlikle sorunları var.

büyük
hamper
büyük
{i} senior
büyük
outsize
büyük
colossal
büyük
singular
büyük
stupendous
büyük
towering
büyük
signal

Tom's grandfather was a signal officer in the army. - Tom'un büyükbabası orduda bir muhabere subayıydı.

büyük
gross

You must be more careful to avoid making a gross mistake. - Büyük bir hata yapmaktan kaçınmak için daha dikkatli olmalısın.

büyük
profound
büyük
(Tıp) hypertrophic
büyük
burning
büyük
(Bilgisayar) more

You must be more careful to avoid making a gross mistake. - Büyük bir hata yapmaktan kaçınmak için daha dikkatli olmalısın.

Sometimes, Grandma is more dangerous than the KGB. - Bazen büyükanneler, KGB'den daha tehlikelidir.

büyük
sumptuous
büyük
widely
büyük
legend
büyük
sizable

Tom won a sizable amount of money. - Tom oldukça büyük bir miktarda para kazandı.

büyük
edifice
büyük
substantial

The stability of Chinese economy is substantially overestimated. - Çin ekonomisinin istikrarı büyük ölçüde abartılmıştır.

büyük
tremendous

The earthquake created a tremendous sea wave. - Deprem büyük bir deniz dalgası yarattı.

Tom is taking a tremendous chance. - Tom çok büyük bir risk alıyor.

büyük
ample
büyük
considerable

The earthquake caused considerable damage. - Deprem, büyük ölçüde hasara yol açtı.

Tom's experience attracted considerable attention. - Tom'un deneyimi büyük ilgi gördü.

büyük
bulky

These presents are really bulky. - Bu hediyeler gerçekten büyük.

This box is too bulky to carry. - Bu kutu taşımak için çok fazla büyüktür.

büyük
redoubtable
büyük
{s} precious
büyük
massive

A massive earthquake of magnitude 8.8 hit the Japanese islands today. - 8.8 büyüklüğündeki büyük deprem bugün Japon adalarını vurdu.

This is the most massive structure I have ever seen. - Bu şimdiye kadar gördüğüm en büyük yapıdır.

büyük
dire

The castle was in dire need of major repairs. - Kale, büyük onarımlara çok ihtiyaç duyuyordu.

büyük
prize

The grand prize is a kiss from the princess. - Büyük ödül prensesten bir öpücüktü.

Kaoru, yours is the best reaction so far - you win the grand prize. - Kaoru, şimdiye kadar en iyi tepki sizinki - büyük ödülü kazanırsınız.

büyük
no end of
büyük
untold
büyük
grown-up
büyük
sizeable

He won a sizeable amount of money. - O büyük miktarda para kazandı.

büyük
{s} rousing

The concert was a rousing success. - Konser büyük bir başarıydı.

Büyük
large-scale

Tatoeba is a mini-LibriVox, it just needs to be written before the large-scale reading aloud would start. - Tatoeba bir mini-LibriVox'tur. O, yüksek sesle büyük ölçekli okuma başlamadan önce sadece yazılması gerekiyor.

Büyük
the older
büyük
the biggest
büyük
a great
büyük
great of
büyük
the greatest

I think Beethoven is the greatest composer who ever lived. - Sanırım Beethoven, şimdiye kadar yaşamış en büyük besteci.

He is one of the greatest artists in Japan. - Japonya'daki en büyük sanatçılardan biridir.

büyük
greater

Nothing gave her greater pleasure than to watch her son growing up. - Hiçbir şey ona oğlunun büyüdüğünü görmekten daha büyük bir zevk vermedi.

A fool always finds a greater fool to admire him. - Bir aptal her zaman kendisine hayran olacak daha büyük bir aptal bulur.

büyük
the great

Eleanor though the daughter of a king and brought up in the greatest luxury determined to share misfortune with her husband. - Bir kralın kızı olarak düşünülen ve büyük lüks içinde yetiştirilen Eleanor kocasıyla bu tersliği paylaşmaya karar verdi.

The Lake Van is the greatest lake of Turkey. - Van Gölü Türkiye'nin en büyük gölüdür.

büyük
the largest
büyük
a big
sonlu büyüklük
finite size
Büyük
(Tıp) magnus
aktif büyüklük
(Ticaret) size of assets
beklenen büyüklük
(Politika, Siyaset) expected scale
büyük
important; grand, chief, major
büyük
healthy

My grandfather is very healthy. - Büyük babam çok sağlıklı.

My grandfather does moderate exercise every morning, which is why he is strong and healthy. - Büyükbabam her sabah ölçülü egzersiz yapar, güçlü ve sağlıklı olmasının nedeni budur.

büyük
great, grand, exalted
büyük
extended
büyük
macro
büyük
megalo
büyük
capacious
büyük
old; older, senior
büyük
Cyclopean
büyük
maxi

The largest muscle in the human body is the gluteus maximus. - İnsan vücudundaki en büyük kas gluteus maximus'tur.

büyük
magniloquent
büyük
one's senior, older person; person whose rank or qualities command respect
büyük
elder

My elder son is Lech Zaręba. - En büyük oğlum Lech Zaręba'dır.

My elder daughter is Magdalena Zarębówna. - En büyük kızım Magdalena Zarębówna'dır.

büyük
big, large, great, grand, massive, colossal, tremendous; extensive; important, serious, chief; great, exalted; old, older, elder; oldest, eldest
büyük
big, large
büyük
no end
büyük
mega
büyük
keen
büyük
out

Tom doesn't have much interest in outdoor sports. - Tom, açık hava sporlarına büyük ilgi duymuyor.

Watch out! There's a big hole there. - Dikkat et! Orada büyük bir çukur var.

büyük
enormous

The damage from the typhoon was enormous. - Tayfundan gelen hasar büyüktü.

Esperanto is surely an enormous waste of time! - Esperanto kesinlikle çok büyük bir zaman kaybı!

büyük
almighty
büyük
{s} stout
büyük
{s} smart

Tom's new smartphone is really big. It doesn't even look like a phone anymore. - Tom'un yeni akıllı telefonu gerçekten büyük. Artık bir telefona bile benzemiyor.

büyük
crying
büyük
hard

He works hard to support his large family. - O, büyük ailesini geçindirmek için sıkı çalışıyor.

My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf. - Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır.

büyük
walloping
büyük
bough

You needn't have bought such a large house. - Böylesine büyük bir ev almana gerek yoktu.

This desk, which I bought yesterday, is very big. - Dün aldığım bu masa çok büyük.

büyük
majuscule
büyük
{s} sublime
büyük
extensive

The earthquake in Hokkaido caused extensive damage. - Hokkaido'daki deprem büyük hasara sebep oldu.

The flood did the village extensive damage. - Sel köye büyük hasar verdi.

büyük
star

There exist several stars which are larger than our Sun. - Güneşimizden daha büyük bir sürü yıldız var.

For a start, I visited Jerusalem - a sacred place for three major religions. - Başlangıç için Kudüsü ziyaret ettim-üç büyük din için kutsal bir yer.

büyük
{s} swingeing
büyük
bongo
büyük
goodly
en iyi büyüklük
(Denizbilim) optimum size
gerçek büyüklük
full scale
kompleks büyüklük
complex quantity
kritik büyüklük
(Fizik,Teknik) critical size
nisbi büyüklük
(Pisikoloji, Ruhbilim) relative size
nominal büyüklük
nominal size
optimum büyüklük
(Denizbilim) optimum size
ortalama büyüklük
average size
periyodik büyüklük
periodic quantity
skaler büyüklük
scalar quantity
yaşça büyüklük
seniority
التركية - التركية
Büyüklere yaraşır bağışlayıcı davranış
Büyük olma durumu, ululuk: "Bu büyüklük değil, ancak mertçe bir davranıştır."- N. Araz
Büyük olma durumu, ululuk
(Osmanlı Dönemi) TEBARÜK
(Osmanlı Dönemi) İZEM
ihtişam
(Osmanlı Dönemi) azamet
büyüklük hastalığı
Kendini olduğundan daha büyük ve önemli görme, gösterme hastalığı, megalomani
Büyük
(Osmanlı Dönemi) REBUZ
Büyük
muhteşem
büyük
Yetişkin, belli bir yaşa gelmiş: "Büyüklerin yanında sesim çıkmazdı."- S. F. Abasıyanık. Önemli: "Ömrünün tek ve büyük oyunu bitmişti."- T. Buğra
büyük
Somut nesneler için boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karşıtı: "Büyük ağaçların altında, gazinoya doğru gidiyoruz."- Y. Z. Ortaç
büyük
Yetişkin, belli bir yaşa gelmiş
büyük
Boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karşıtı
büyük
Çok, ortalamayı aşan
büyük
Üstün niteliği olan
büyük
Önemli
büyük
Niceliği çok olan
büyük
Soyut kavramlar için çok, ortalamayı aşan: "Büyük bir cevap sıkıntısı geçirdikten sonra itiraf etti."- P. Safa
büyük
Niceliği çok olan: "Benim büyük kalabalıklara karşı ürkekliğim vardır."- R. N. Güntekin. Üstün niteliği olan: "Molière büyük adammış, yeryüzüne gelmiş kişilerin en büyüklerinden biri."- N. Ataç
büyük
(Osmanlı Dönemi) azîme
büyük
(Osmanlı Dönemi) azıme
negatif büyüklük
Aynı türden pozitif bir büyüklükle ters yönde olan büyüklük
sonlu büyüklük
Ölçüsü sonlu bir sayıyla ifade edilen büyüklük
büyüklük
المفضلات