büyükçe

listen to the pronunciation of büyükçe
التركية - الإنجليزية
sizable
rather important
biggish

It's a biggish chair, but it'll just barely fit through the doorway. - Büyükçe bir sandalye, ama kapı aralığından anca geçer.

sizeable
largish
rather large, a little big
maximal
büyük
large

My brother is as large as I. - Erkek kardeşim, ben kadar büyük.

The Sahara Desert is almost as large as Europe. - Sahra Çölü, neredeyse Avrupa kadar büyük.

büyük
grand

It's been a long time since I visited my grandmother. - Büyükannemi ziyaret edeli uzun zaman oldu.

When he openly declared he would marry Pablo, he almost gave his grandmother a heart attack and made his aunt's eyes burst out of their sockets; however, his little sister beamed with pride. - O Pablo ile evleneceğini açıkça ilan ettiğinde, neredeyse büyük annesine kalp krizi geçirtecekti , halasının gözlerini yuvasından fırlattıracaktı fakat küçük kız kardeşi gururla baktı.

büyük
major

My house needs major repairs. - Evimin büyük onarımlara ihtiyacı var.

The new law was a major reform. - Yeni yasa büyük bir reformdu.

büyük
great

An integer is natural if and only if it is greater or equal to 0. - Eğer tamsayı sadece sıfırdan büyük veya eşit ise tamsayı doğaldır.

India was governed by Great Britain for many years. - Hindistan uzun yıllar boyunca Büyük Britanya tarafından yönetildi.

büyük
big

In Japan, there is no lake bigger than Lake Biwa. - Japonya'da, Biwa gölünden daha büyük bir göl yoktur.

He broke his promise, which was a big mistake. - Büyük bir hataydı ki, o caydı.

büyük
long

It's been a long time since I visited my grandmother. - Büyükannemi ziyaret edeli uzun zaman oldu.

Those shadows appeared in a way like giant dinosaurs, with a long neck and a very big jaw without teeth. - Bir bakıma uzun boyunlu ve dişsiz çok büyük çenesi olan dev dinozorlar gibi şu görüntüler ortaya çıktı.

büyük
huge

He lives in a huge house. - O, büyük bir evde yaşıyor.

The boy has a huge bump on his head. No wonder he cried so much! - Çocuğun başında büyük bir yumru var. O kadar çok ağlamasına şaşmamalı.

büyük
wide

There is a wide gap in the opinions between the two students. - İki öğrenci arasında fikirlerde büyük bir uçurum vardır.

büyük
capital

Sentences begin with a capital letter. - Cümleler büyük harfle başlar.

Write your name in capitals. - Adını büyük harflerle yaz.

büyük
{s} exalted
büyük
{s} mighty
büyük
high

We have given your order highest priority. - Siparişinize en büyük önceliği verdik.

What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers. - Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.

büyük
{s} handsome

He was big and handsome. - O, büyük ve yakışıklıydı.

büyük
large scale

It seems the rural area will be developed on a large scale. - Kırsal alan büyük ölçüde gelişecek gibi görünüyor.

He gave a party on a large scale. - O büyük ölçekte bir parti verdi.

büyük
{s} older

He's three years older than I am. - O benden üç yaş daha büyük.

A new study suggests that hospital records for patients older than 65 are often incorrect, which may lead to serious treatment errors. - Yeni bir çalışma 65'ten daha büyük hastaların hastane kayıtlarının çoğunlukla yanlış olduğunu ortaya atmaktadır, bu durum ciddi tedavi hatalarına yol açabilir.

büyük
expansive
büyük
voluminous
büyük
eldest

Caution is the eldest daughter of wisdom. - Dikkat, bilgeliğin büyük kızıdır.

The eldest son succeeded to all the property. - En büyük oğlan bütün mülkiyetin varisi oldu.

büyük
bigger

Bigger is not always better. - Daha büyük her zaman daha iyi değildir.

In Japan, there is no lake bigger than Lake Biwa. - Japonya'da, Biwa gölünden daha büyük bir göl yoktur.

büyük
ambitious

My father was an ambitious man and would drink massive amounts of coffee. - Babam hırslı bir adamdı ve büyük miktarda kahve içerdi.

büyük
ranch

Layla was the owner of the largest ranch in the area. - Leyla bölgedeki en büyük çiftliğin sahibiydi.

There are about 500 cattle on the ranch. - Çiftlikte yaklaşık 500 büyükbaş hayvan var.

büyük
oldest

She is not my mother but my oldest sister. - O benim annem değil fakat en büyük ablamdır.

My oldest brother is single. - En büyük ağabeyim bekardır.

büyük
hamper
büyük
{i} senior
büyük
outsize
büyük
colossal
büyük
singular
büyük
stupendous
büyük
towering
büyük
signal

Tom's grandfather was a signal officer in the army. - Tom'un büyükbabası orduda bir muhabere subayıydı.

büyük
gross

You must be more careful to avoid making a gross mistake. - Büyük bir hata yapmaktan kaçınmak için daha dikkatli olmalısın.

büyük
profound
büyük
(Tıp) hypertrophic
büyük
burning
büyük
(Bilgisayar) more

Sometimes, Grandma is more dangerous than the KGB. - Bazen büyükanneler, KGB'den daha tehlikelidir.

My grandmother can ride a motorcycle, and what's more, a bicycle. - Büyükannem bir motosiklet sürebilir, ve dahası bir bisikleti de.

büyük
sumptuous
büyük
widely
büyük
legend
büyük
sizable

Tom won a sizable amount of money. - Tom oldukça büyük bir miktarda para kazandı.

büyük
edifice
büyük
substantial

The stability of Chinese economy is substantially overestimated. - Çin ekonomisinin istikrarı büyük ölçüde abartılmıştır.

büyük
tremendous

The earthquake created a tremendous sea wave. - Deprem büyük bir deniz dalgası yarattı.

Tom is taking a tremendous chance. - Tom çok büyük bir risk alıyor.

büyük
ample
büyük
considerable

The earthquake caused considerable damage. - Deprem, büyük ölçüde hasara yol açtı.

Tom's experience attracted considerable attention. - Tom'un deneyimi büyük ilgi gördü.

büyük
bulky

This box is too bulky to carry. - Bu kutu taşımak için çok fazla büyüktür.

These presents are really bulky. - Bu hediyeler gerçekten büyük.

büyük
redoubtable
büyük
{s} precious
büyük
massive

A massive earthquake of magnitude 8.8 hit the Japanese islands today. - 8.8 büyüklüğündeki büyük deprem bugün Japon adalarını vurdu.

The bad harvest caused massive food shortages. - Kötü hasat büyük gıda sıkıntısına neden oldu.

büyük
dire

The castle was in dire need of major repairs. - Kale, büyük onarımlara çok ihtiyaç duyuyordu.

büyük
prize

Kaoru, yours is the best reaction so far - you win the grand prize. - Kaoru, şimdiye kadar en iyi tepki sizinki - büyük ödülü kazanırsınız.

The grand prize is a kiss from the princess. - Büyük ödül prensesten bir öpücüktü.

büyük
no end of
büyük
untold
büyük
grown-up
büyük
sizeable

He won a sizeable amount of money. - O büyük miktarda para kazandı.

büyük
{s} rousing

The concert was a rousing success. - Konser büyük bir başarıydı.

Büyük
large-scale

Tatoeba is a mini-LibriVox, it just needs to be written before the large-scale reading aloud would start. - Tatoeba bir mini-LibriVox'tur. O, yüksek sesle büyük ölçekli okuma başlamadan önce sadece yazılması gerekiyor.

Büyük
the older
büyük
the biggest
büyük
a great
büyük
great of
büyük
the greatest

The Lake Van is the greatest lake of Turkey. - Van Gölü Türkiye'nin en büyük gölüdür.

I think Beethoven is the greatest composer who ever lived. - Sanırım Beethoven, şimdiye kadar yaşamış en büyük besteci.

büyük
greater

Nothing gave her greater pleasure than to watch her son growing up. - Hiçbir şey ona oğlunun büyüdüğünü görmekten daha büyük bir zevk vermedi.

Our friendship is greater than our quarrels. - Dostluğumuz kavgalarımızdan büyük.

büyük
the great

Security is the greatest enemy. - Güvenlik en büyük düşmandır.

I think Beethoven is the greatest composer who ever lived. - Sanırım Beethoven, şimdiye kadar yaşamış en büyük besteci.

büyük
the largest
büyük
a big
Büyük
(Tıp) magnus
büyük
important; grand, chief, major
büyük
healthy

His grandmother looks healthy. - Onun büyükannesi sağlıklı görünüyor.

My grandfather is very healthy. - Büyük babam çok sağlıklı.

büyük
great, grand, exalted
büyük
extended
büyük
macro
büyük
megalo
büyük
capacious
büyük
old; older, senior
büyük
Cyclopean
büyük
maxi

The largest muscle in the human body is the gluteus maximus. - İnsan vücudundaki en büyük kas gluteus maximus'tur.

büyük
magniloquent
büyük
one's senior, older person; person whose rank or qualities command respect
büyük
elder

How old is your elder son? - Büyük oğlun kaç yaşında?

My elder brother got a position in a big business. - Ağabeyim büyük bir ticari kuruluşta görev yapıyor.

büyük
big, large, great, grand, massive, colossal, tremendous; extensive; important, serious, chief; great, exalted; old, older, elder; oldest, eldest
büyük
big, large
büyük
no end
büyük
mega
büyük
keen
büyük
out

My grandmother used to go out for a walk almost every day, but now she seldom, if ever, goes out. - Büyükannem hemen hemen her gün bir yürüyüş için dışarı çıkardı fakat şimdi o nadiren, kırk yılda bir, dışarı çıkar.

Tom doesn't have much interest in outdoor sports. - Tom, açık hava sporlarına büyük ilgi duymuyor.

büyük
enormous

The new building is enormous. - Yeni bina çok büyüktür.

Esperanto is surely an enormous waste of time! - Esperanto kesinlikle çok büyük bir zaman kaybı!

büyük
almighty
büyük
{s} stout
büyük
{s} smart

Tom's new smartphone is really big. It doesn't even look like a phone anymore. - Tom'un yeni akıllı telefonu gerçekten büyük. Artık bir telefona bile benzemiyor.

büyük
crying
büyük
hard

He worked hard to support a large family. - O, büyük bir aileyi geçindirmek için çok çalıştı.

He put up with the greatest hardship that no one could imagine. - O, kimsenin hayal edemeyeceği en büyük sıkıntıya katlandı.

büyük
walloping
büyük
bough

Tom bought an engagement ring for Mary with money he inherited from his grandfather. - Tom büyükbabasından miras kalan parayla Mary için bir nişan yüzüğü aldı.

This desk, which I bought yesterday, is very big. - Dün aldığım bu masa çok büyük.

büyük
majuscule
büyük
{s} sublime
büyük
extensive

The earthquake in Hokkaido caused extensive damage. - Hokkaido'daki deprem büyük hasara sebep oldu.

The flood did the village extensive damage. - Sel köye büyük hasar verdi.

büyük
star

Stars are big, because they're hot; when their fuel is exhausted, they collapse. - Yıldızlar büyüktür, çünkü onlar sıcaktır; onların yakıtı bittiğinde, onlar çökerler.

Every sentence that starts with I'm not racist, but is likely to be very racist indeed. - Irkçı değilim, ama ile başlayan her cümle aslında büyük ihtimalle çok ırkçıdır.

büyük
{s} swingeing
büyük
bongo
büyük
goodly
kartvizitten büyükçe fotoğraf
cabinet
kartvizitten büyükçe fotoğraf boyutu
cabinet size
التركية - التركية
Oldukça önemli: "Büyükçe bir beyin humması geçirmiştim."- R. N. Güntekin
Biraz büyük: "Aynı kamarayı paylaşacaksınız, büyükçedir, ikinize de yeter."- Z. Selimoğlu
Oldukça önemli
Biraz büyük
Büyük
(Osmanlı Dönemi) REBUZ
Büyük
muhteşem
büyük
Yetişkin, belli bir yaşa gelmiş: "Büyüklerin yanında sesim çıkmazdı."- S. F. Abasıyanık. Önemli: "Ömrünün tek ve büyük oyunu bitmişti."- T. Buğra
büyük
Somut nesneler için boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karşıtı: "Büyük ağaçların altında, gazinoya doğru gidiyoruz."- Y. Z. Ortaç
büyük
Yetişkin, belli bir yaşa gelmiş
büyük
Boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karşıtı
büyük
Çok, ortalamayı aşan
büyük
Üstün niteliği olan
büyük
Önemli
büyük
Niceliği çok olan
büyük
Soyut kavramlar için çok, ortalamayı aşan: "Büyük bir cevap sıkıntısı geçirdikten sonra itiraf etti."- P. Safa
büyük
Niceliği çok olan: "Benim büyük kalabalıklara karşı ürkekliğim vardır."- R. N. Güntekin. Üstün niteliği olan: "Molière büyük adammış, yeryüzüne gelmiş kişilerin en büyüklerinden biri."- N. Ataç
büyük
(Osmanlı Dönemi) azîme
büyük
(Osmanlı Dönemi) azıme
büyükçe
المفضلات