تعريف bütün bütün في التركية الإنجليزية القاموس.
- totally
- altogether
- utter
- whole
- stubbornness
- (deyim) for good and all
- up to the hilt
- altogether, totally
- through and through
- thru and thru
- utterly
- totally, altogether
- wholly
- hilt
- flat
- completely
- trans
- stark
- teetotal
- bütün
- all
All the flowers in the garden are yellow.
- Bahçedeki bütün çiçekler sarı.
If it rains tomorrow, I will stay at home all day.
- Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.
- bütün
- whole
Tom spent the whole day reading in bed.
- Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.
Karam is the best student in the whole school.
- Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
- bütün
- entire
Examine the question in its entirety.
- Soruyu bütünü ile inceleyin.
We spent the entire day on the beach.
- Bütün günü plajda geçirdik.
- bütün
- complete
Tom worked all day and was completely worn out.
- Tom bütün gün çalıştı ve tamamen bitkin düştü.
Having worked on the farm all day long, he was completely tired out.
- Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.
- bütün bütüne
- completely, altogether
- bütün
- utter
- bütün olarak düşünmek
- structure
- bütün bunlara rağmen
- nevertheless
Nevertheless, I'm immensely proud.
- Bütün bunlara rağmen, ben son derece gurur duyuyorum.
- bütün
- pan
The whole city is in panic.
- Bütün şehir panik içinde.
- bütün
- intact
- bütün
- every
I have read every book in the library.
- Kütüphanede bütün kitapları okudum.
Everyone in the class is here today.
- Bugün bütün sınıf burada.
- bütün eserler
- complete works
- bütün olarak
- totally
- dini bütün
- devout
- bir bütün halinde
- (Tıp) enblock
- bir bütün olarak
- as a whole
- bir bütün olarak
- in the aggregate
- bütün
- out-and-out
- bütün
- monolith
- bütün
- grand
Tom has been staying with his grandmother all summer.
- Tom bütün yaz büyükannesi ile birlikte kalıyor.
Grandmother died, leaving the whole family stunned.
- Büyükanne bütün aileyi buz kesilmiş bırakarak öldü.
- bütün
- continuum
- bütün
- overall
- bütün
- thorough
- bütün
- full
He addressed my full attention to the landscape outside.
- Bütün dikkatimi dışarıdaki manzaraya yöneltti.
She got full marks by memorizing the whole lesson.
- O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.
- bütün
- all-out
- bütün
- entirely
Sami is still not entirely satisfied.
- Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
You're not entirely wrong.
- Sen bütünüyle hatalı değilsin.
- bütün
- sum total
- bütün
- integral
- bütün
- integrate
- bütün ayrıntılarıyla
- warts and all
- bütün ayrıntılarıyla
- at large
- bütün bunlara rağmen
- even so
- bütün bunlara rağmen
- for all that
- bütün bunlara rağmen
- despite all
- bütün bunlara rağmen
- still
- bütün bunlara rağmen
- even then
- bütün dosyalar
- (Bilgisayar) all files
- bütün dünyada
- worldwide
- bütün dünyada
- throughout the world
- bütün dünyada
- the world over
- bütün gece çalışmak
- pull an all-nighter
- bütün gün
- early and late
- bütün gün
- a clear day
- bütün gün
- full time
- bütün haklar
- (Ticaret) all rights
- bütün halinde
- bodily
- bütün haline gelmek
- coalesce
- bütün hızı ile
- in full career
- bütün hızıyla
- in full course
- bütün kalbimle
- with my whole heart
- bütün kullanıcılar
- (Bilgisayar) all users
- bütün kuvvetimle
- as far as in me lies
- bütün kuvvetiyle
- for dear life
- bütün kuvvetiyle
- in force
- bütün kuvvetiyle
- all-out
- bütün malını satmak
- sell out
- bütün masraflar
- all expenses
- bütün olarak
- in the lump
- bütün oluşturmak
- (deyim) make up
- bütün sayfalar
- (Bilgisayar) all pages
- bütün sistem
- systemwide
- bütün tehlikeler
- (Sigorta) all risks
- bütün vakit
- right along
- bütün vatandaşlar
- citizenry
- bütün yil
- year round
- bütün yol
- (Bilgisayar) full path
- bütün yıl
- through the year
- bütün yıl
- all the year round
- bütün yıl boyunca
- year round
- bütün yıl boyunca
- (Konuşma Dili) all the year round
- bütün yıl boyunca
- year-round
- bütün çeker
- low-gear all wheel drive
- dini bütün
- religious
- dini bütün
- pious
- dini bütün
- god-fearing
- bütün insanları göz önüne alan
- takes into consideration all the people
- bütün insanları içine alan varlık
- to encompass all human existence
- bütün kilitleri açan anahtar
- passepartout
- bütün tamir
- (Askeri) overhaul
- başı bütün
- married (person)
- bir bütün halinde toplamak
- embody
- bölünmez bütün
- (Kanun) indivisible whole
- bütün
- out and out
- bütün
- totality
- bütün
- (a) whole, (a) totality
- bütün
- total, sum
- bütün
- whole, entire, total; all
- bütün
- clear
- bütün
- unbroken
- bütün
- round
It is very cold here all the year round.
- Bütün yıl boyunca burada hava çok soğuk.
It is warm there all the year round.
- Orada hava bütün yıl boyu sıcak.
- bütün
- solid
- bütün
- undivided
- bütün
- (before plural form) all
- bütün
- omni
- bütün
- all over the
What we call 'Standard English' is only one of the many dialects spoken all over the world.
- Standart İngilizce dediğimiz şey sadece bütün dünyada konuşulan birçok lehçeden biridir.
Our trading companies do business all over the world.
- Ticari şirketlerimiz bütün dünyada işlerini yaparlar.
- bütün
- one and only
- bütün
- whole, entire, total, complete
- bütün
- holo
- bütün
- gross
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!
- bütün
- large (bill, money)
- bütün
- total
A totally ordered set is often called a chain.
- Bütünüyle sipariş edilmiş bir takıma çoğunlukla bir zincir denilir.
I said hello to Debby but she totally ignored me.
- Debby'ye merhaba dedim fakat o beni bütünüyle görmezlikten geldi.
- bütün
- complement
- bütün
- aggregate
- bütün
- all out
- bütün
- unbroken, undivided
- bütün
- the total
- bütün
- the whole
I spent the whole afternoon chatting with friends.
- Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.
Tom spent the whole day reading in bed.
- Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.
- bütün
- sheer
- bütün Sınıflar muharebe teşhis ve değerlendirme takımı
- (Askeri) all Services combat identification evaluation team
- bütün amerika'ya ait
- Pan-American
- bütün aygıtlar
- (Bilgisayar) all devices
- bütün ayrıntıları
- ins and outs
- bütün benliğiyle
- (deyim) body and soul
- bütün bir yıl
- all year round
- bütün civarda
- for many miles around
- bütün dikkatiyle
- (Konuşma Dili) all eyes
- bütün duraklarda duran tren
- local train
- bütün dünya
- all the world
All the world loves a lover.
- Bütün dünya bir sevgiliyi seviyor.
All the world speaks English.
- Bütün dünya İngilizce konuşuyor.
- bütün dünya
- wide world
I think you're the most beautiful woman in the whole wide world.
- Sanırım sen bütün dünyada en güzel kadınsın.
- bütün dünyaya ait
- mondial
- bütün düşündüğü bu
- that's all he cares about
- bütün eşyası ile
- bag and baggage
- bütün eşyasıyla
- bag and baggage
- bütün fileto
- whole loin
- bütün fırsatı kullanmış olmak
- have had one's chips
- bütün gece
- all night long
- bütün gece
- all night
- bütün gece
- nightlong
- bütün gece açık olan
- all night
- bütün gece içmek
- (deyim) go on a bat
- bütün gövde
- (Otomotiv) body complete
- bütün gücünü kullanmak
- go all out
- bütün gücüyle
- forall one is worth
- bütün gücüyle
- (Konuşma Dili) like blue murder
- bütün gün
- day long
He does nothing but watch TV all day long.
- Bütün gün televizyon izlemekten başka bir şey yapmaz.
Having worked on the farm all day long, he was completely tired out.
- Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.
- bütün gün
- all day
I'm worn out, because I've been standing all day.
- Bütün gün ayakta durduğum için yoruldum.
I stayed at home all day instead of going to work.
- İşe gitmek yerine bütün gün evde kaldım.
- bütün gün
- all day long
He does nothing but watch TV all day long.
- Bütün gün televizyon izlemekten başka bir şey yapmaz.
Having worked on the farm all day long, he was completely tired out.
- Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.
- bütün gün ayaktayım
- i am on my legs all day
- bütün gün çalışmak
- (Ticaret) work full time
- bütün herkes bakımından geçerli
- (Hukuk) erga omnes
- bütün hızla
- (Askeri) full steam
- bütün hızıyla
- at full tilt
- bütün ilgililer
- (Askeri) all concerned
- bütün kalbimle
- with all my heart
- bütün kalbiyle
- from one's heart
- bütün kalbiyle
- (deyim) body and soul
- bütün kapsamı ile
- in the large
- bütün kapıları açan anahtar
- passkey
- bütün kapıları kapatmak
- close the door on
- bütün kapıları kapatmak
- shut the door on
- bütün kapıları kapatmak
- bang the door on
- bütün kilitleri açan anahtar
- master key
- bütün kurallara aykırı
- counter to all rules
- bütün mahalle
- the whole parish
- bütün mesele
- the whole issue
- bütün mesele burada
- but there it is
- bütün millete ait
- nation wide
- bütün olan bitenden sonra
- after all
- bütün olarak
- completely
- bütün olarak
- bodily
- bütün olarak
- en bloc
- bütün olarak
- outright
- bütün parayı kazanmak
- break the bank
- bütün personel
- officiary
- bütün sorun
- the whole issue
- bütün sosyete
- all the world and his wife
- bütün suçlamalardan uzak
- beyond all blame
- bütün sürümler
- (Bilgisayar) all versions
- bütün varlıkların tanrı olduğu görüşü
- pantheism
- bütün varlığıyla
- body and soul
- bütün vücudu
- one's whole body
- bütün vücut dozu
- (Çevre) whole-body dose
- bütün yaamı boyunca
- forthe life
- bütün çabuklukla
- with all despatch
- bütün çıplaklığıyla
- without hiding anything
- bütün ödülleri kazanmak
- clear the deck
- bütün ömrümde
- in all my born days
- bütün üyelerin hazır bulunduğu
- plenary
- bütün şey
- integral
- bütün-kaya analizi
- (Jeoloji) whole-rock analysis
- dini bütün
- sincerely religious, entirely given to the Islamic faith and observing its laws. din değiştirmek/inden dönmek to change one's religion
- dini bütün
- prayerful
- dini bütün
- pious, religious
- dini bütün bir şekilde
- prayerfully
- dini bütün kimse
- Christian
- erişilebilir bütün araştırma alanı
- (Askeri) total attainable search area
- imanı bütün
- 1. (someone) whose religious faith is strong. 2. true believer, person whose religious faith is strong
- kentsel bütün
- (İnşaat) urban complex
- ulusun bütün tanrıları
- pantheon