We sat around the fire singing songs and telling stories.
He fired his radar gun at passing cars.
You have a little fever today, don't you?
- Senin bugün biraz ateşin var, değil mi?
They took him to the hospital for his fever.
- Ateşi için onu hastaneye götürdüler.
Where there's smoke there's fire.
- Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Animals are afraid of fire.
- Hayvanlar ateşten korkar.
I took my temperature every six hours.
- Her altı saatte ateşimi ölçtüm.
I think she is sick. She has a temperature.
- Sanırım o hasta. Onun ateşi var.
Have you got a cigarette and a light?
- Sigaran ve ateşin var mı?
The difference between the right word and almost the right word is the difference between lightning and the lightning bug.
- Doğru kelime ve doğruya yakın kelime arasındaki fark şimşek ve ateş böceği arasındaki farktır.
Tom didn't shoot anybody.
- Tom herhangi birine ateş etmedi.
The man suddenly started shooting his gun.
- Adam aniden silahını ateşlemeye başladı.
This is the police. Would you mind coming down to the station? W-why? You can't think it's not a crime to go shooting guns off in the middle of town?!
- Ben polis. Karakola kadar gelir misiniz? N-neden? Kasabanın ortasında tabancayla ateş etmeye gitmenin bir suç olmadığını düşünemiyor musun?!
Tom started shooting.
- Tom ateş etmeye başladı.
According to the Chinese, the five elements are metal, earth, fire, water and wood.
- Çinlilere göre beş element, metal, toprak, ateş, su ve odundur.
Aristotle believed that everything on Earth was made from four elements: earth, air, fire and water.
- Aristoteles dünyadaki her şeyin dört elementten yapılmış olduğuna inanıyordu: toprak, hava, ateş ve su.
The car turned over and burst into flames.
- Araba devrildi ve ateş aldı.
She gave herself to flames of love.
- O kendini aşk ateşinin kollarına bıraktı.
You could see the glow of the fire for miles.
- Ateşin parıltısını millerce görebildiniz.
A bright fire was glowing in the old-fashioned Waterloo stove.
- Eski moda Waterloo sobasında parlak bir ateş parlıyordu.
I've been hearing gunfire in the distance.
- Ben uzaktan top ateşi duyuyorum.
They were exposed to the enemy's gunfire.
- Düşmanın ateşine maruz bırakıldılar.
Do you have a fever? You look flushed.
- Ateşin var mı? Kızarmış görünüyorsun.
Tom had a heated argument with Mary.
- Tom'un Mary ile ateşli bir tartışması vardı.
Tom and Mary were in the middle of a heated argument when John walked into the room.
- John odaya girdiğinde Tom ve Marry ateşli bir tartışmanın ortasındaydı.