She looked at him with an inscrutable expression.
- O anlaşılmaz bir ifadeyle ona baktı.
Chinese people are so inscrutable.
- Çinli insanlar çok anlaşılmaz.
His novels are too deep for me.
- Onun romanları benim için çok anlaşılmazdır.
Legal terminology is usually incomprehensible to non-specialists.
- Hukuk terminolojisi uzman olmayanlar için genellikle anlaşılmazdır.
Unfortunately, this sentence is completely incomprehensible.
- Maalesef bu cümle tamamen anlaşılmaz.
The meaning is still obscure to me.
- Anlam benim için hâlâ anlaşılmaz.
His intentions were really impenetrable.
- Onun niyetleri gerçekten anlaşılmazdı.
He murmured something unintelligible.
- O, anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı.
Tom is being vague, isn't he?
- Tom anlaşılmaz davranıyor, değil mi?
Tom is being quite vague, isn't he?
- Tom oldukça anlaşılmaz davranıyor, değil mi?