O, ayak bileğini burktu.
- He sprained his ankle.
Bir taşa takıldım, ayak bileğimi incittim.
- I tripped on a stone, twisting my ankle.
O neredeyse ayak bileklerine kadar uzanan uzun bir siyah ceket giyiyordu.
- He was wearing a long black coat that reached almost to his ankles.
Tom'un ayak bileklerinde prangalar vardı.
- There were shackles around Tom's ankles.
Burkulmuş bir ayak bileği onu bir ay yürümekten alıkoydu.
- A sprained ankle disabled him from walking for a month.
After a while he got up and ankled his way down the corridor and met Penny coming out of the toilet.