O, onun ne söylediğini anlamayı olanaksız buldu.
- She found it impossible to understand what he was saying.
Olanaksız geliyor ama gerçek.
- It sounds impossible, but it's true.
Allen'e çözülmesi imkânsız bir problem verilmişti.
- Allen was given a problem that was impossible to solve.
Zamanda geçmişe seyahat etmenin imkansız olduğu düşünülüyor.
- It is considered impossible to travel back to the past.
Bugün ütopya gerçekleşebilir bir imkansızlık anlamına geliyor.
- Utopia today means a realisable impossibility.
Meeting the deadline is an impossibility; there is no way we can be ready in time.