Let's not exaggerate the facts.
- Gerçekleri abartmayalım.
It is impossible to exaggerate the importance of the habit of early rising.
- Erken kalkma alışkanlığının önemini abartmak imkansızdır.
He let out an exaggerated groan and put his hand on the doorknob.
- O, abartılı bir inleme çıkardı ve elini kapı tokmağına koydu.
The salesman made some exaggerated claims in order to sell his product.
- Satıcı onun ürününü satmak için bazı abartılı iddialar ortaya attı.
Aren't you exaggerating a little?
- Biraz abartmıyor musun?
I can see Tom wasn't exaggerating.
- Tom'un abartmadığını anlayabiliyorum.
The company overstated its profits.
- Şirket kârını abarttı.
Let's not overstate matters here.
- Burada konuları abartmayalım.