Onların ilişkisi hakkında bir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about their relationship.
O ülke, Amerika Birleşik Devletleri ile diplomatik ilişkileri kesti.
- That country broke off diplomatic relations with the United States.
Öncüleri bir takım engellerin üstesinden geldiler.
- The pioneers overcame a set of obstacles.
Tom her zaman onun arabasındaki sandıkta bir set atlama kabloları saklar.
- Tom always keeps a set of jumper cables in the trunk of his car.
Japonya ve ABD arasındaki arkadaşça ilişkileri sürdürmeliyiz.
- We must maintain the friendly relations between Japan and the U.S.
Aramızdaki ilişkiler bozuk gibi görünüyor.
- Relations between us seem to be on the ebb.
O benimle akraba değil.
- He is no relation to me.
Onunla akrabalığınız nedir?
- What's your relation with him?
En büyük nimet sağlık, en büyük zenginlik kanaat, en büyük bağ da vefadır.
- Health is the greatest gift; satisfaction the greatest wealth; fidelity the greatest relation.
Ciddi bir ilişki ile ilgilenmiyorum.
- I'm not interested in a serious relationship.
Ben, özellikle Pekin gibi büyük şehirler ile ilgili olarak Çin'i tek bir cümleyle açıklayabilirim. - Çin, yaşam hızı hem hızlı hem de keyifli bir ülkedir.
- I can describe China, especially in relation to big cities like Beijing, in one sentence - China is a country whose pace of life is both fast and leisurely.