a high place

listen to the pronunciation of a high place
الإنجليزية - التركية

تعريف a high place في الإنجليزية التركية القاموس.

high
{s} önemli

İsrail, dünyadaki en önemli yüksek teknoloji merkezlerinden biri haline gelmiştir. - Israel has become one of the most important high-tech centers in the world.

Yüksek ateş, bu hastalığın önemli bir belirtisidir. - High fever is a prominent symptom of this disease.

high
uyuşturucu etkisi altında
high
{s} sarhoş
high
on high gökte
high
taşkın (neşe)
high
barometrenin yüksek olduğu bölge
high
öfkelenmek
high
fahiş (fiyat)
high
yüksek derece

Eroin yüksek derecede bağımlılık yapar. - Heroin is highly addictive.

Üniversite ona en yüksek dereceyi bahşetti. - The university conferred its highest degree on him.

high
doruk

Fiyatlar on üç yılın doruk noktasına çıktı. - Prices have reached a 13-year high.

Everest dağının doruk noktası dünyada en yüksek noktadır. - The peak of mount Everest is the highest spot in the world.

high
mutluluk
high
coşku
high
büyük heyecan
high
yükseğe

Hiçbir kuş gereğinden çok yükseğe uçmaz, eğer ki kendi kanatlarıyla uçuyorsa. - No bird soars too high if he soars with his own wings.

Bir ödül kazanmak için yeterince yükseğe zıplamadı. - He didn't jump high enough to win a prize.

high place
yüksek yer

Tom'un yüksek yerlerde arkadaşları var. - Tom has friends in high places.

Tom'un kesinlikle yüksek yerlerde çok sayıda arkadaşları var. - Tom certainly has a lot of friends in high places.

high
(sıfat) yüksek, yukarı, uyuşturucu almış, üst, büyük, şiddetli, aşırı, önemli, soylu, yüce, ileri, üstün, neşeli, sarhoş, uçmuş, esrarın etkisinde
high
{s} aşırı
high
{s} üstün

Egzosfer atmosferin en üst tabakasıdır. 10.000 kilometreye kadar termosferin üstünden uzanır. - The exosphere is the highest layer of the atmosphere. It extends from the top of the thermosphere up to 10,000 kilometers.

Bu tekne üstün kaliteli alüminyum ve yüksek güçlü demir ile yapılır. - This boat is made with high grade aluminum and high strength iron.

high
{s} yüce
high
{s} kibirli, kendini beğenmiş
high
{i} uçma

Hiçbir kuş gereğinden çok yükseğe uçmaz, eğer ki kendi kanatlarıyla uçuyorsa. - No bird soars too high if he soars with his own wings.

الإنجليزية - الإنجليزية
{n} high
high place
place that is far above the ground
high place
In early Semitic religions, a place of worship built usually on top of a hill. Hebrew bama. In ancient Israel or Canaan, a shrine built on an elevated site. For Canaanites the shrines were devoted to fertility deities, to the Baals, or to the Semitic goddesses called the Asherot. The shrines often included an altar and a sacred object such as a stone pillar or wooden pole. One of the oldest known high places, dating from 2500 BC, is at Megiddo. The Israelites also associated elevated places with the divine presence, and after conquering Canaan they used Canaanite high places to worship Yahweh (God). Later the Temple of Jerusalem on Mount Zion became the only accepted high place
a high place
المفضلات