Tom Mary'nin kalbini kırmak istemiyordu.
- Tom didn't want to break Mary's heart.
Tom kapıyı kırmak için uğraşmaya başladı.
- Tom began trying to break down the door.
Çalışmalarımda bir mola sırasında televizyon izledim.
- I watched television during a break in my studies.
İşin yarısını yaptım ve şimdi bir mola verebilirim.
- I've done half the work, and now I can take a break.
İskoçya, İngiltere'den kopmak istiyor.
- Scotland wants to break away from England.
Erkek arkadaşın sorunlu bir kişi ama bırakmak ya da kopmak için yeterince iyi bir neden değil.
- Your boyfriend is a problematic person, but that's not a good enough reason to give up or break off your relationship.
Neden bir kırık kemiğin var?
- Why do you have a fractured bone?
Fadıl kafatası kırıkları nedeniyle öldü.
- Fadil died of skull fractures.
Biz bu müzakereyi bozmak istiyoruz.
- We want to break off this negotiation.
Ben bu 100 dolarlık banknotu, dört tane 20 dolarlık banknot ve yirmi tane tekliğe bozmak istiyorum.
- I'd like to break this 100 dollar bill into four 20 dollar bills and twenty singles.
O, ara vermeden 30 dakika boyunca konuştu.
- She spoke for 30 minutes without a break.
Hırsız arabaya girmek için bir tornavida kullandı.
- The thief used a screwdriver to break into the car.
Büyük bir fırsat yakaladık.
- We caught a big break.
Bu benim büyük fırsatım.
- This is my big break.
Biz bu gece kaçmak zorundayız, yoksa çıldıracağım.
- We've got to break out tonight or I'll go crazy!
Tom, yataktan dışarı fırladı, bazı giysiler giyiverdi, kahvaltı yaptı ve on dakika içinde kapıdan çıktı.
- Tom sprang out of bed, threw on some clothes, ate breakfast and was out of the door within ten minutes.
Ben dün kahvaltı etmeden evden çıktım.
- I left home without having breakfast yesterday.
O asla alışkanlığına ara vermez.
- He never breaks his habit.
Dün gece ara vermeden çalıştı.
- He worked last night without taking a break.
Bir mola vermeni ve biraz dinlenmeni öneriyorum.
- I suggest that you take a break and cool off a little.
Eğer Jane daha fazla dinlenmezse, O bir sinir krizi geçirebilir.
- If Jane does not rest more, she may have a nervous breakdown.
Sadece mola vermek üzereydik.
- We were just about to take a break.
Bence şimdi bir mola vermek en iyisi.
- I think it's best to take a break now.
Kahvaltı bitirdikten sonra aceleyle okula gittim.
- Having finished breakfast, I hurried to school.
Mary Tom uyanmadan önce kahvaltı hazırlamayı bitirmek istedi.
- Mary wanted to finish making breakfast before Tom woke up.
Bizim sosyal engelleri yıkmak için çok çalışmamız gerekmektedir.
- We must work hard to break down social barriers.
Bambu eğildi ama kırılmadı.
- The bamboo bent but did not break.
Bambu eğildi ama kırılmadı.
- The bamboo gave but did not break.
O, oğlunun sigara içme alışkanlığı kırmaya çalıştı.
- He tried to break his son's habit of smoking.
Benim evimde partiler vermek istiyorsanız, daha sonra her şeyi temizleyin ve bir şey kırmayın, ya da zarar için ödeme yapın.
- If you want to have parties in my house, clean up everything afterwards, and don't break anything, or else pay for the damage.
Tom şafak vaktinde okula gitti.
- Tom left for school at the break of dawn.
Hükümet, aile bağlarını koparmak için elinden gelen her şeyi yaptı.
- The government did all it could to break family ties.
Birbirinizi tanıyıp kaynaşmanıza yardımcı olması için bazı oyunlar ürettik.
- To help you all get to know each other, we've created some games to break the ice!
Kahvaltı için iki tane tost ve üç yumurta yedim.
- I ate three eggs and two pieces of toast for breakfast.
Bazı kötü kırıklarım vardı.
- I had some bad breaks.
X ışınları kemiklerdeki kırıkları bulmak için kullanılır.
- X rays are used to locate breaks in bones.
Bu benim büyük şansım olabilir.
- This could be my big break.
Bir ayna kırarsan yedi yıl kötü şansa uğrayacağına inanıyor musun?
- Do you believe that you will get seven years of bad luck if you break a mirror?
Sanat hayatın monotonluğu kırar.
- Art breaks the monotony of our life.
O her bulaşık yıkamada bir tabak kırar.
- She breaks a dish every time she washes dishes.
Her zaman konuşmamızı kesiyor.
- He's always breaking into our conversation.
Kes, kalbimi kırıyorsun.
- Stop, you're breaking my heart.
Bir kazma sert zemin yüzeyleri parçalamak için kullanılan uzun saplı bir araçtır.
- A pick is a long handled tool used for breaking up hard ground surfaces.
Ne yazık ki tartışmayı kesmek zorundayız.
- I'm afraid we must break off the discussion.
Bütün ödevlerimi yaptım ve kısa bir ara vermek istiyorum.
- I have done all of my homework and I'd like to take a short break.
Ara vermek istiyorum.
- I want to take a break.
Birkaç kişi, yasayı çiğnemekle suçlandı.
- Several people have been accused of breaking the law.
Kuralları çiğnemekten korkma.
- Don't be afraid to break the rules.
Ne yazık ki tartışmayı kesmek zorundayız.
- I'm afraid we must break off the discussion.
Tom Mary ile ilişkiyi bitirmek istemiyor.
- Tom doesn't want to break up with Mary.
Seninle ilişkiyi bitirmek bir hataydı.
- It was a mistake to break up with you.
Gerçekten o okula devam etmeyi sevdim. Gustavo bize mola sırasında oynamak ve şarkı söylemek için her gün gitar getirirdi.
- I really liked attending to that school. Every day, Gustavo would bring the guitar for us to play and sing during the break.
Kuralları azıcık ihlal etmekten korkma.
- Don't be afraid to break the rules a little.
Hakim Scopes'i yasayı ihlal etmekle suçlu buldu.
- The judge found Scopes guilty of breaking the law.
Tom hapisten kaçmam için bana yardım eden kişiydi.
- Tom was the one who helped me break out of jail.
Biz bu gece kaçmak zorundayız, yoksa çıldıracağım.
- We've got to break out tonight or I'll go crazy!
Let’s take a five-minute break.
Letting white have three extra queens would break chess.
His ribs broke under the weight of the rocks piled on his chest.
The femur has a clean break and so should heal easily.
Morning has broken.
Let's break for lunch.
I think we need a break.
Not long after this event, Clausen became involved in another disciplinary situation and was broken to private—the only one to win the Medal of Honor in Vietnam.
With the mood broken, what we had been doing seemed pretty silly.
The policeman broke sixty on a residential street in his hurry to catch the thief.
specifically To open (a safe) without using the correct key, combination, or the like.
The forecast says the hot weather will break by midweek.
I couldn't hear a thing he was saying, so I broke the connection and called him back.
The fiddle break was amazing, it was a pity the singer came back in on the wrong note.
The wholesaler broke the container loads into palettes and boxes for local retailers.
The final break in the Greenmount area is Kirra Point.
prison break.
If the vase falls to the floor, it might break.
break one's word.
backgammon, transitive To remove one of the two men on (a point).
She broke the vase.
His voice breaks (or cracks) when he gets emotional.
You have to break an elephant before you can use it as an animal of burden.
He slipped on the ice and broke his leg.
He survived the jump out the window because the bushes below broke his fall.
Interrogators have used many forms of torture to break prisoners of war.
Adding 64-bit support broke backward compatibility with earlier versions.
I don't know how to break this to you, but your cat is not coming back.
Like the crash of thunderbolts , the sound of musquetry broke over the lawn, .
I've got to break this habit I have of biting my nails.
at the break of day.
The recession broke some small businesses.
... office on your lunch break and the two of you went into the parking lot so that she ...
... that are not allowed to break the rules and must be held accountable, for instance, through ...