ağırlaşmış

listen to the pronunciation of ağırlaşmış
التركية - الإنجليزية
gamy
willing to face danger
Showing an unyielding spirit to the last; plucky; furnishing sport; as, a gamy trout
alternative spelling of gamey
of game kept uncooked till near the condition of tainting; high- flavored
{s} tasting like a wild animal; having a strong flavor; brave, spirited, courageous (also spelled gamey)
used of the smell of game beginning to taint
another spelling of gamey
Having the flavor of game, esp
suggestive of sexual impropriety; "a blue movie"; "blue jokes"; "he skips asterisks and gives you the gamy details"; "a juicy scandal"; "a naughty wink"; "naughty words"; "racy anecdotes"; "a risque story"; "spicy gossip"
ağır
heavy

There is a heavy tax on tobacco. - Tütünde ağır bir vergi vardır.

The clothes soaked in water overnight were heavy. - Suda bir gecede ıslanmış elbiseler ağırdılar.

ağır
weighty
ağır
{s} slow

I'm taking it slow right now. - Şimdi ağırdan alıyorum.

They showed the scene in slow motion. - Onlar sahneyi ağır çekimle gösterdiler.

ağır
serious

Both were seriously wounded. - Her ikisi de ağır yaralandı.

Her child had been seriously ill for a week before Dr. Kim arrived. - Dr. Kim gelmeden önce bir hafta boyunca çocuğu ağır hasta olmuştu.

ağır
severe

In severe cases, cracks can form or it can snap apart. - Ağır vakalarda çatlaklar oluşabilir ya da kırılabilir.

The Great Blizzard of 1888 was one of the most severe blizzards in the history of the United States. - 1888'deki Büyük Kar Fırtınası, Birleşik Devletler tarihinin en ağır kar fırtınalarından biriydi.

ağır
{s} cumbersome
ağır
{s} harsh

The surrender terms were harsh. - Teslim şartları ağır idi.

ağır
{s} languid
ağır
{s} arduous
ağır
lazy
ağır
severly
ağır
hurtful
ağır
{s} ponderous
ağır
nasty
ağır
difficult

This is the most difficult book I have ever read. - Bu, şimdiye kadar okuduğum en ağır kitap.

ağır
smelly
ağır
clunky
ağır
biting
ağır
close
ağır
foul smell
ağır
deed
ağır
severest
ağır
offensive
ağır
viscous
ağır
precious
ağır
sharp
ağır
thick

The ice is not thick enough to hold our weight. - Buz bizim ağırlığımızı taşıyacak kadar kalın değil.

ağır
cutting
ağır
{s} oppressive
ağır
{s} strong

Is this ladder strong enough to bear my weight? - Bu merdiven benim ağırlığımı taşıyacak kadar güçlü mü?

I'm strong enough to carry those heavy metal boxes. - Şu ağır metal kutuları taşıyacak kadar güçlüyüm.

ağır
dull
ağır
torpid
ağır
onerous
ağır
drudge
ağır
rich

An earthquake, 8.9 on the Richter scale, hits Japan and causes a massive tsunami. - Richter ölçeğine göre 8.9 şiddetinde bir deprem, Japonya'yı vurdu ve ağır bir tsunamiye sebep oldu.

ağır
drudging
ağır
drudgery
ağır
logy
ağır
hulking
ağır
stick-in-the-mud
ağır
tardy
ağır
laggard
ağır
desperate
ağır
not fast
ağır
heavier

Gold is heavier than silver. - Altın gümüşten daha ağırdır.

Gold is heavier than iron. - Altın demirden daha ağırdır.

ağır
heavily

I was heavily sedated. - Ağır şekilde sakinleşmiştim.

Were they heavily armed? - Onlar ağır silahlı mıydı?

ağır
valuable
ağır
graver
ağır
heavy weight
ağır
heavy; heavy, difficult, strenuous; dull, stodgy, ponderous; serious, grave, severe, nasty; stuffy, smelly; (söz) offensive, hurtful, cutting, biting; slow, ponderous; (yiyecek) indigestible, rich, stodgy, heavy; thick, viscous; (uyku) deep; valuable, pre
ağır
slow-moving
ağır
valuable, precious
ağır
hard

His dog is hard of hearing. - Onun köpeği ağır duyar.

My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf. - Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır.

ağır
heavyweight

He will fight the heavyweight champion tomorrow. - Yarın ağır siklet şampiyonu ile karşılaşacak.

ağır
bovine
ağır
heavy, difficult (work)
ağır
thick, viscous
ağır
sharp (words)
ağır
stuffy, oppressive; smelly
ağır
seriously

Both were seriously wounded. - Her ikisi de ağır yaralandı.

Barney was wounded seriously. - Barney ağır şekilde yaralandı.

ağır
slowly; ponderously
ağır
badly

Tom's bag was badly damaged. - Tom'un çantası ağır hasar gördü.

He was injured badly in the accident. - O, kazada ağır yaralandı.

ağır
indigestible
ağır
serious, difficult (problem)
ağır
dignified

Tom tried to look dignified. - Tom ağırbaşlı görünmeye çalıştı.

What a dignified man! - Ne ağırbaşlı bir adam!

ağır
indigestible, rich, heavy (food)
ağır
heavy; (Askeriye) heavy
ağır
unwholesome
ağır
severely

Tom insulted me severely, but I gave him tit for tat. - Tom bana ağır biçimde hakaret etti ama ben ona aynen karşılık verdim.

Tom was severely beaten by the police. - Tom, polis tarafından ağır biçimde dövüldü.

ağır
serious, grave (sickness, wound)
ağır
foul (smell)
ağır
serious-minded
ağır
back breaking
ağır
repressive
ağır
cutting, hurtful, offensive
ağır
slow; ponderous
ağır
{s} measured
ağır
slowly
ağır
{s} grievous
ağır
{s} stodgy
ağır
{s} smashing
ağır
{s} slashing
ağır
plodding
ağır
{s} toilful
ağır
{s} grave

Dan was struck and gravely injured by a truck. - Dan bir kamyon tarafından çarpıldı ve ağır bir şekilde yaralandı.

ağır
{s} strenuous
ağır
{s} unwieldy
ağır
stiff
ağır
serious minded
ağır
distant
ağır
{s} cumbrous
ağır
funereal
ağır
{s} slack
ağır
pedestrian
ağır
{s} burdensome
ağır
{s} scornful
ağır
sweaty
ağır
{s} deep
ağır
{s} contemptuous
ağır
slow moving
ağır
ponderable
ağır
largo
ağır
musty
ağır
{s} deliberate
ağır
prosy
ağır
lento
ağır
burden

They were burdened with heavy taxes. - Ağır vergi yükü altındaydılar.

ağır
acute
ağır
{s} sluggish
ağır
{s} Fabian
ağır
{s} lumbering
ağır
soggy
ağır
{s} massive

An earthquake, 8.9 on the Richter scale, hits Japan and causes a massive tsunami. - Richter ölçeğine göre 8.9 şiddetinde bir deprem, Japonya'yı vurdu ve ağır bir tsunamiye sebep oldu.

ağır
{s} hefty
ağır
{s} foul
ağır
{s} toilsome
ağır
{s} muzzy
التركية - التركية

تعريف ağırlaşmış في التركية التركية القاموس.

Ağır
sakil
Ağır
köm
Ağır
kilolu
Ağır
(Osmanlı Dönemi) VAHİM
Ağır
okkalı
ağır
Ağır sıklet
ağır
Tehlikeli, korkulu, vahim: "Viyana Üniversitesinde hocalığım sırasında amirim olan profesör ağır hasta idi."- H. Taner
ağır
Yoğun
ağır
Ağırbaşlı, ciddi
ağır
Değeri çok olan, gösterişli
ağır
Uyanılması güç, derin (uyku)
ağır
Fakat otuz yaşındaki bir insandan daha ağırdı."- H. E. Adıvar
ağır
Tehlikeli, korkulu, vahim
ağır
Keskin, boğucu (koku): "Bu koku, en hafif rüzgârla burnu kuvvetli bir adama uzaktan kendini hissettirecek kadar ağırdır."- F. R. Atay
ağır
Dokunaklı, insanın gücüne giden, kırıcı
ağır
Dokunaklı, insanın gücüne giden, kırıcı: "Kızmıştım, Keziban'a söylenecek şöyle ağır bir söz arıyordum."- N. Ataç
ağır
Ağırbaşlı, ciddi: "Bu, on dokuz yaşında ufak tefek bir kızdı
ağır
Yoğun: "Evin sofasına girer girmez kendisini ağır bir duman karşıladı."- A. Sayar
ağır
Tartıda çok çeken, hafif karşıtı
ağır
Keskin, boğucu (koku)
ağır
Çetin, güç
ağır
Kısık, alçak
ağır
Çapı, boyutları büyük
ağır
Değeri çok olan, gösterişli: "Ağır kıyafeti ile muhite uymayan Canan'ın yanında, ne kadar rahat ve sadeydi."- M. C. Kuntay. Çapı, boyutları büyük. Çetin, güç: "Denizcilik tarihinin en ağır sorumluluklarından birini üzerine alıyordu."- F. F. Tülbentçi
ağır
Yavaş
ağır
Kısık, alçak: "Ağaya pek duyurmak istemeyen ağır bir sesle kulağıma eğildi."- O. C. Kaygılı
ağır
Sindirimi güç (yiyecek)
ağır
Davranışları yavaş olan
ağır
Sıkıntı veren, bunaltıcı
ağır
Güç işiten, sağır
ağır
Yavaş: "Cüneyt Bey sözlerini tartıyormuş gibi ağır söylüyordu."- E. İ. Benice
ağırlaşmış
المفضلات