açığa

listen to the pronunciation of açığa
التركية - الإنجليزية
wide
forth
açık
open

He told me to leave the window open. - Bana pencereyi açık bırakmamı söyledi.

Tatoeba is open source. - Tatoeba açık kaynaklıdır.

açığa vurmak
{f} disclose
açık
bare

I can barely keep my eyes open. - Zar zor gözlerimi açık tutabiliyorum.

açık
{s} express

Express yourself as clearly as you can. - Elinizden geldiği kadar kendinizi açık biçimde ifade edin.

He expressed himself clearly. - O, kendini açıkça ifade etti.

açığa vurmak
reveal

I can't stop you from revealing my secrets. However, I beg you not to. - Seni sırlarımı açığa vurmaktan vazgeçiremem. Ancak, yapmaman için yalvarıyorum.

Tom didn't want to reveal more than he had to. - Tom zorunda olduğunun daha fazlasını açığa vurmak istemedi.

açık
clear

We need a clear definition of the concept of human rights. - İnsan hakları kavramının açık bir tanımına ihtiyacımız var.

This drink clearly has the same flavor as tea. - Bu içecek açıkça çay ile aynı tadı içeriyor.

açığa çıkarmak
expose
açığa vurmak
yield
açığa çıkarmak
dismiss
açığa vurmak
utter
açığa çıkarma
exposure
açığa çıkarma
revelation
açığa vurma
divulgence
açığa vurma
revelation
açığa vurmak
betray
açığa vurmak
evince
açığa çıkarmak
display
açığa almak
To get into the open
açığa imza
blank signature
açığa satmak (borsa)
(Ticaret) go short
açığa vurma
divulgement
açığa vurma
ventilation
açığa vurma
divulgation
açığa vurma
disclosure
açığa vurma
airing
açığa vurma
giveaway
açığa vurma
apocalypse
açığa vurmak
vent
açığa vurmak
ventilate
açığa vurmak
uncloak
açığa vurmak
express
açığa vurmak
yield up
açığa vurmak
let on
açığa vurmak
divulge
açığa vurmak
unveil
açığa vurmak
unseal
açığa vurmak
externalize
açığa vurmak
unclose
açığa vurmak
to express, to expose, to divulge, to publish, to disclose
açığa vurmak
lay bare
açığa vurmak
uncork
açığa vurmak
spill
açığa vurmak
give vent to
açığa vurmamak
to keep sth dark
açığa vurulmamış
undisclosed
açığa çıkan şey
disclosure
açığa çıkarmak
debunk
açığa çıkarmak
extricate
açığa çıkarmak
tell
açığa çıkarmak
unclothe
açığa çıkarmak
a) to bring out into the open b) to remove from a government office
açığa çıkarmak
bring into the open
açığa çıkarmak
lay bare
açığa çıkarmak
drag up
açığa çıkarmak
smell out
açığa çıkma
liberation
açığa çıkmak
come into the open
açığa çıkmamış
potential
açığa çıkmış
out
açığa çıkış
debouchment
açıktan açığa
professedly
açıktan açığa
openly
açıktan açığa
openly, publicly, without any attempt at secrecy
açıktan açığa
in open day, openly, publicly
açık
{s} fair

She has a fair skin and hair. - Onun açık renkli bir cilt ve saçı vardır.

It should be fairly obvious. - Bu oldukça açık olmalı.

açık
shiny
açık
{s} distinct
açık
definite

It is definite that he will go to America. - Onun Amerika'ya gideceği açık.

açık
obvious

It's obvious he's wrong. - Onun hatalı olduğu açıktır.

Brian is mad because Chris obviously does not intend to return the money. - Chris'in açıkça parayı getirmeye niyeti olmadığı için Brian çıldırdı.

açık
{s} pale

At daytime, we see the clear sun, and at nighttime we see the pale moon and the beautiful stars. - Gündüzleri açık bir güneş görürüz, ve geceleri solgun bir ay ve güzel yıldızları görürüz.

The turquoise colour evokes the colour of clear water, it's a light and pale blue. - Turkuaz rengi, berrak su rengini çağrıştırıyor, açık ve soluk bir mavi.

açık
{s} precise
açık
{s} forthright
açık
{s} light

I prefer a lighter color. - Daha açık bir renk tercih ederim.

She has green eyes and light brown hair. - Onun yeşil gözleri ve açık kahverengi saçı var.

açık
{s} plain

His meaning is quite plain. - Onun söylemek istediği oldukça açık.

Explain it in plain words. - Onu sade bir dille açıklayın.

hislerini açığa vuran
demonstrative
açık
wide

Keep your eyes wide open! - Gözlerinizi ardına kadar açık tutun.

The front door was wide open. - Ön kapı sonuna kadar açıktı.

açık
(Bilgisayar) opens

The store also opens at night. - Mağaza gece de açıktır.

açık
lorry
açık
picturesque
açık
unreserved
açık
short and to the point
açık
signal
açık
opened

When he opened the door he had nothing on but the TV. - Kapıyı açtığında TV dan başka açık bir şeyi yoktu.

I opened the door and held it open for Mary. - Kapıyı açtım ve onu Mary için açık tuttum.

açık
legible
açık
in bulk
açık
(Havacılık) extended
açık
smutty
açık
straight

Get your priorities straight. - Önceliklerini açıklığa kavuştur.

Thank you for setting the record straight. - Konuyu açıkladığın için teşekkür ederim.

açık
noticeable
açık
off

After the wind has stopped, let's sail the boat off to the open sea. - Rüzgar durduktan sonra, tekneyle açık denize yelken açalım.

Tom turned off the engine, but left the headlights on. - Tom motoru kapattı ama farları açık bıraktı.

açık
intelligible
açık
(Bilgisayar) powered on
açık
aperture
açık
outspoken

She's an outspoken person. - O açık sözlü bir kişi.

Mary is outspoken and smart. - Mary açıksözlü ve akıllı.

açık
slipt
açığa vurmak
(Politika, Siyaset) display
açığa vurmak
evidence
açığa vurmak
impart
açık
demonstrable
açık
undischarged
açık
graphic

Fewer graphics and more captions would make the description clearer. - Daha az grafikler ve daha fazla başlık açıklamayı daha net yapabilir.

açık
apparent

It was apparent that he did not understand what I had said. - Söylediğimi anlamadığı açıktı.

It is apparent that he will win the election. - Onun seçimi kazanacağı açık.

açık
decollete
açık
shortage
açık
undisguised
açık
outstretched
açık
evident

Evidently, he's made a mistake. - Açıkçası, o bir hata yaptı.

It's an evidently bad example. - Bu açıkçası kötü bir örnek.

açık
perspicuous
açık
weak

I prefer weak coffee. - Açık kahveyi tercih ederim.

Tom is obviously still very weak. - Tom açıkçası hâlâ çok zayıf.

açık
deficient amount
açık
debit
açık
concrete
açık
patent

This is patently unfair. - Bu açıkça adil değil.

açık
broad
açık
manifest

What will happen in the eternal future that seems to have no purpose, but clearly just manifested by fate? - Hiçbir amacı yokmuş gibi görünen ama var olmaktan başka bir kaderi olmadığı da açık olan bir sonsuzluktaki sonsuz gelecekte neler olacak?

açık
specific

He offered no specific explanation for his strange behavior. - O, onun tuhaf davranışı için özel bir açıklama yapmadı.

Could you be more specific? - Biraz daha açık olur musun?

açık
transparent
açık
blunt

To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back. - Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.

Nobody will say it so bluntly, but that is the gist of it. - Hiç kimse bunu çok açıkça söylemeyecek ama bunun özü odur.

açık
diluted
açık
unconstrained
açık
ostensive
açık
fine

He wrote a fine description of what happened there. - O, orada ne olduğu ile ilgili güzel bir açıklama yazdı.

açık
self-evident
açık
uncovered
açık
explicit

Can you be more explicit? - Biraz daha açık olabilir misin?

I don't like it when mathematicians who know much more than I do can't express themselves explicitly. - Benim bildiğimden çok daha fazla bilen matematikçiler kendilerini açıkça ifade edemedikleri zaman bundan hoşlanmam.

açık
shadowless
açık
heart-to-heart
açığa vurmak
publish
açığa vurmak
expose
açığa vurmak
give a vent to
açığa vurmak
speak volumes for
açığa vurmak
spill the beans
açığa vurmak
show one's true colours
açık
spread
açık
loosy
açık
open to

The park is open to everybody. - Park herkese açıktır.

This garden is open to the public. - Bu bahçe halka açıktır.

açık
wide-open
açık
open on
açık
open for
açık
{s} free

My door is always open. Feel free to visit when you want. - Kapım her zaman açık. İstediğin zaman ziyaret etmeye çekinme.

There Akai joins them and it becomes a free-for-all in front of the finish line. - Orada Akai onlara katılır ve bu bitiş çizgisinin önünde herkese açık bir yarışma olur.

Açık
power on
açık
clear, easy to understand; not in cipher
açık
blank
açık
obscene; suggestive
açık
clear-cut
açık
open sea

When we awoke, we were adrift on the open sea. - Uyandığımız zaman, açık denizde akıntıya kapılıp sürükleniyorduk.

After the wind has stopped, let's sail the boat off to the open sea. - Rüzgar durduktan sonra, tekneyle açık denize yelken açalım.

açık
aboveground
açık
confessed

He confessed his crime frankly. - Suçunu çok açık bir şekilde itiraf etti.

açık
in blank
açık
uncovered; naked, bare, exposed
açık
expressly

Here everything is forbidden that isn't expressly permitted. - Burada açıkça izin verilmeyen her şey yasaktır.

açık
fortunate, promising
açık
visible

During clear weather, the coast of Estonia is visible from Helsinki. - Açık havada, Estonya kıyısı Helsinki'den görülebilir.

açık
unobstructed, free
açık
articulate
açık
deficiency
açık
cloudless
açık
on , open
açık
frank, open
açık
clean cut
açık
light (shade of color)
açık
wide open

The front door was wide open. - Ön kapı sonuna kadar açıktı.

Keep your eyes wide open! - Gözlerinizi ardına kadar açık tutun.

açık
spaced far apart, separated
açık
decided

He explained at length what had been decided. - O, neye karar verildiğini uzun uzadıya açıkladı.

We've decided to paint the walls light blue. - Duvarları açık maviye boyamaya karar verdik.

açık
vacancy, job opening
açık
excess of expense over income
açık
not secret, in the open
açık
open; (çay/kahve) weak; (yol/geçit) free, clear; (hava) clear, cloudless; (renk) light; uncovered; naked, bare; clear, plain, distinct; frank, outspoken; vacant" " boş, münhal; (çek) blank;" "(resim/kitap vb.) smutty, bawdy, pornographic, salacious; open air; open sea; vacant position; deficit; shortfall; openly, baldly, frankly, straight out
açık
declared

Tom has been declared brain dead. - Tom'un beyin ölümü açıklandı.

Tom declared himself bankrupt. - Tom iflas ettiğini açıkladı.

açık
shortfall
açık
open for business, open
açık
open, defenseless, unprotected (city)
açık
unclouded
açık
clear, cloudless, fine
açık
exposed

Fadil exposed his dark secret. - Fadıl karanlık sırrını açıkladı.

açık
frankly, openly
açık
outskirts; nearby place
açık
the open

We had a good time in the open air. - Açık havada iyi zaman geçirdik.

She thought they were about to fly out through the open window. - O açık pencereden uçmak üzere olduklarını düşünüyordu.

açık
not roofed; not enclosed
açık
(Hukuk) deficit

Lower taxes don't cause deficits. - Düşük vergiler açıklara neden olmaz.

The company incurred a deficit of $400 million during the first quarter. - Şirket ilk çeyrekte 400 milyon dolar açık verdi.

açık
categorical
açık
candid

Tom is candid about his past. - Tom geçmişi konusunda çok açıktır.

He officially announced his candidacy. - O resmen adaylığını açıkladı.

açık
crystal

Let me make myself crystal clear. - Kendimi açık seçik ifade etmeme izin verin.

açık
distance, space between
açık
empty, clear, unoccupied
açık
avowed
açık
deficit, shortage
açık
soccer wing, winger, player in a wing position
açık
explicitly

I explicitly told Tom not to do that. - Tom'a açıkça onu yapmamasını söyledim.

I don't like it when mathematicians who know much more than I do can't express themselves explicitly. - Benim bildiğimden çok daha fazla bilen matematikçiler kendilerini açıkça ifade edemedikleri zaman bundan hoşlanmam.

açık
{s} lucid
açık
{s} definitive
açık
{s} unconcealed
açık
open ended
açık
flagrant
açık
(Nükleer Bilimler) on
açık
{s} unlocked

Tom pushed the unlocked door open. - Tom kilidi açık kapıyı iterek açtı.

I never leave my house unlocked. - Asla evimi açık bırakmam.

açık
clearcut
açık
{s} uncrossed
açık
revealing

Thank you for this revealing lecture! - Bu açıklayıcı ders için teşekkürler!

açık
{s} direct

He is very direct about it. - O, bu konuda açıktır.

I don't understand; you have to be more direct. - Anlamıyorum; daha açık olmak zorundasın.

açık
clarion
açık
{s} unequivocal

This is quite unequivocal. - Bu oldukça açık anlamlıdır.

Their deep love for each other was unequivocal. - Onların birbirlerine duydukları derin aşk oldukça açık.

açık
pointblank
açık
{s} vacant
açık
{s} expansive
açık
open air

We spent the day in the open air. - Günü açık havada geçiririz.

A few seconds ago I was in the open air and the bright daylight, and now my eyes refuse to serve me in this darkness. - Birkaç saniye önce ben açık havada ve parlak gün ışığındaydım ve şimdi gözlerim bu karanlıkta bana hizmet etmeyi reddediyor.

açık
{s} gaping
açık
{s} square
açık
{s} round

Strictly speaking, the earth is not round. - Açıkçası dünya yuvarlak değil.

Most of the hotels are open all year round. - Otellerin çoğu tüm yıl boyunca açıktır.

açık
{s} downright
açık
shirt sleeve
açık
{s} unprotected

Tom left the box unprotected. - Tom kutuyu açık bıraktı.

açık
{s} lucent
açık
pellucid
açık
outspread
açık
{s} translucent
açık
{s} unambiguous

Write clear and unambiguous texts! - Açık ve net metinler yazın!

Write unambiguous texts. - Açık anlamlı metin yazın.

açık
{s} deficient
التركية - التركية

تعريف açığa في التركية التركية القاموس.

açıktan açığa
Belirgin olarak, göz göre göre
Açık
(Osmanlı Dönemi) CEHVA'
Açık
(Osmanlı Dönemi) BÂZ
Açık
(Osmanlı Dönemi) MÜNFEC
Açık
(Hukuk) VAZIH
Açık
dekolte
Açık
(Hukuk) SARİH
açık
Bir ihtiyacın karşılanamaması durumu
açık
İşler durumda olan
açık
Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı
açık
Denizin kıyıdan uzakça olan yeri
açık
Aralığı çok. Çalışır durumda olan: "Bazı dükkânları açık olan caddeden sola saptılar."- Ö. Seyfettin
açık
Gizliliği olmayan, olduğu gibi görünen
açık
Görevlisi olmayan, boş (iş, görev), münhal
açık
Aralığı çok
açık
Belli bir yerin biraz uzağı
açık
Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı: "Açık pencerenin önünde denize karşı saatlerce dertleştik."- R. N. Güntekin
açık
Sevişme sahnelerini bütün çıplaklığıyla anlatan (kitap, resim, film)
açık
Rengi açık olmayan, koyu karşıtı: "Açık sarı saçlı, zayıf bir kadın keman çalıyordu."- Ö. Seyfettin
açık
Koyu olmayan (renk)
açık
Her türlü düşünceyi hoşgörüyle karşılayabilen, etkisinde kalabilen
açık
Kolay anlaşılır, vazıh
açık
Kolay anlaşılır, vazıh: "Açık konuşma zamanının artık geldiğine kani idim."- R. N. Güntekin
açık
Engelsiz
açık
Her türlü düşünceyi hoşgörüyle karşılayabilen, etkisinde kalabilen: "... her çeşit kafa ve gönül fırtınalarına açık bir adamdı o."- T. Buğra
açık
Engelsiz. Örtüsüz, çıplak
açık
Boş
açık
Örtüsüz, çıplak
açık
Doğru olarak, açıkça
açık
Denizin kıyıdan uzakça olan yeri: "Limanda bilinen gemiler, oysa açıklardadır."- B. Necatigil
açık
Doğru olarak, açıkça: "İnsan mağlubiyetini bu kadar açık kabul eder mi?"- M. Yesarî
açık
(Osmanlı Dönemi) sarih
açık
(Osmanlı Dönemi) küşâde
açığa
المفضلات