تعريف şeyler في التركية الإنجليزية القاموس.
- stuff of
- things
Please don't leave valuable things here.
- Lütfen değerli şeyleri burada bırakmayın.
We talked about various things.
- Çeşitli şeyler hakkında konuştuk.
- somethings
- şey
- stuff
The only thing on the table that I normally wouldn't eat is that stuff on the yellow plate.
- Normal olarak yemediğim masadaki tek şey sarı tabaktaki şeydir.
Tom doesn't like it when this kind of stuff happens.
- Bu tür şey olduğunda, Tom bundan hoşlanmıyor.
- şey
- {i} thing
The thing you have to know about Batman is, he's a superhero.
- Batman hakkında bilmeniz gereken şey, onun süper kahraman olmasıdır.
Please don't leave valuable things here.
- Lütfen değerli şeyleri burada bırakmayın.
- şey
- article
There are a variety of articles in her purse.
- Çantasında çeşitli şeyler var.
This article reminds me of something I saw on TV.
- Bu makale bana TV'de gördüğüm bir şeyi hatırlatıyor.
- şey
- {i} matter
Do you have anything to say with regard to this matter?
- Bu konu ile ilgili olarak söyleyeceğin bir şey var mı?
I have nothing to say on this matter.
- Benim bu konuda söyleyecek bir şeyim yok.
- şey
- chose
There are some things we could've change, but we chose not to.
- Değiştirebileceğimiz bazı şeyler vardır fakat seçeceğimiz değil.
I realized that what I had chosen didn't really interest me.
- Seçtiğim şeyin beni ilgilendirmediğini anladım.
- şey
- entity
- gereksiz şeyler
- expendable
- şey
- {i} doing
Today I just feel like staying at home and doing nothing.
- Canım bügün evde kalmak ve bir şey yapmamak istiyor.
I asked Tom to do the same thing that Mary was doing.
- Tom'un Mary'nin yaptığı aynı şeyi yapmasını rica ettim.
- şey
- {i} concern
What I have to say concerns everyone here.
- Söylemek zorunda olduğum şey, buradaki herkesi ilgilendirir.
Tom seems to be very concerned about something.
- Tom bir şey hakkında çok endişeli görünüyor.
- kıymetli şeyler
- valuable
- olur böyle şeyler
- c'est la vie
- ve benzeri şeyler
- and so on
The vessel was loaded with coal, lumber, and so on.
- Gemi kömür, kereste, ve benzeri şeylerle yüklüydü.
You must buy milk, eggs, butter, and so on.
- Süt, yumurta, tereyağı ve benzeri şeyleri satın almalısınız.
- şey
- gizmo
- şey
- aggregate
- şey
- gimmick
- şey
- hickey
- şey
- thingumabob
- şey
- business
Find out all you can about Tom's business.
- Tom'un işi hakkında öğrenebildiğin her şeyi öğren.
Perpetual devotion to what a man calls his business, is only to be sustained by perpetual neglect of many other things.
- kendi işini sürekli fedakarlık olarak tanımlayan biri, sadece diğer bir çok şeyi ihmal ederek sürdürülebilir.
- şey
- dingus
- şey
- doohickey
- değersiz şeyler
- pulp
- gereken yiyecek ve içecek şeyler
- things need food and drink
- içilecek şeyler, içecekler
- thing to drink, drinks
- süslü şeyler
- fancy stuff
- yapılmış şeyler
- made things
- şey
- the thing is
- şey
- in thing
- Bir şeyler dönüyor
- There is something afoot
- atıştırmak için bir şeyler rica ediyorum
- I would like a snack
- aşırılmış şeyler
- pickings and stealings
- bagajım kırılmış ve bazı şeyler eksik
- My baggage is broken
- bambaşka şeyler
- disparate
- basılmış şeyler
- presswork
- başka şeyler arasında
- (Hukuk) interalia
- benzeri şeyler
- suchlike
- benzeşmeyen şeyler
- disparate
- beğendiğiniz bir şeyler bulabildiniz mi
- Did you find something you like
- bir şeyler dönmek
- be in the wind
- birbiri ardına yapılan şeyler
- round
- damlayan şeyler
- droppings
- damlayan şeyler
- drippings
- değersiz şeyler
- gadget
- eski püskü şeyler
- gimcrackery
- eski püskü şeyler
- gimcracks
- eski püskü şeyler
- dead wood
- farklı şeyler
- disparate
- gerekli şeyler
- (Latin) necessarium
- gereksiz şeyler
- white elephant
- gereksiz şeyler
- expendables
- gerçekte var olan şeyler
- reality
- gösterişli şeyler kullanan
- arty crafty
- harcıâlem şeyler
- a dime a dozen
- harika şeyler
- (Konuşma Dili) flowing with milk and honey
- hatırlanmaya değer şeyler
- memorabilia
- hayati önemi olmayan şeyler
- nonessentials
- heveslenerek bir şeyler yapan kimse
- faddist
- inekleme ile öğrenilen şeyler
- cram
- ipe dizilmiş şeyler
- rope
- istenen şeyler
- wants
- iç içe geçen şeyler
- nest
- küçük şeyler
- trifles
Don't trouble him with trifles.
- Küçük şeylerle onu rahatsız etmeyin.
Don't make a fuss about trifles.
- Küçük şeyler hakkında yaygara koparmayın.
- kırpılan şeyler
- clipping
- kırpılan şeyler
- clippings
- lütfen ağrıyı giderecek bir şeyler yapın
- Please do something for the pain
- miras konusu olabilen şeyler
- (Kanun) hereditament
- misli şeyler
- (Ticaret) fungible goods
- ne gibi şeyler?
- what kind of things?
- ortada bir şeyler dönüyor
- something in the air
- peşin para ile alınan şeyler
- spot goods
- peşin para ile alınan şeyler
- spots
- söylenen şeyler
- utterances
- ufak tefek şeyler
- odds and ends
The room is full of odds and ends.
- Oda ufak tefek şeylerle dolu.
- ufak tefek şeyler
- etceteran trifles
- ufak tefek şeyler
- etcetera
- ufak tefek şeyler
- snippets
- ufak tefek şeyler
- gewgaw
- ufak tefek şeyler
- oddments
- valizim kırılmış ve bazı şeyler eksik
- My suitcase is broken and some things are missing
- ve benzeri şeyler
- and so on, and what not
- yapılacak ve yapılmayacak şeyler
- do's and don'ts
- yasak şeyler
- prohibited articles
- yeni gelen şeyler
- recent accessions
- yenilebilir şeyler
- edibles
- yiyecek bir şeyler sipariş etmek istiyorum
- I want to order something to eat
- çalıntı şeyler
- pickings and stealings
- önemsiz şeyler
- trivia
- ütülenecek şeyler
- ironing
- üçü de aynı şeyler
- triplicate
- ıçecek bir şeyler ister misiniz
- Would you like something to drink
- ıçecek bir şeyler rica ediyorum
- I would like a drink
- ıçecek bir şeyler sipariş etmek istiyorum
- I want to order some drinks
- şey
- well
He intimated that all is not well in his marriage.
- O, evliliğinde her şeyin iyi olmadığını ima etti.
I couldn't sleep well last night because there were lots of things on my mind.
- Kafamda çok şeyler olduğu için dün gece iyi uyuyamadım.
- şey
- thing, stuff, object; what-d'you-call-him/-her/-it; what's-his/-her/-its-name; thingummy, thingumabob, thingumajig; well
- şey
- object
You don't really love me at all. You only care about your math stuff! Not at all, I do love you! Prove it! Okay. Let A be the set of the objects I love...
- Aslında beni hiç sevmiyorsun. Tek önem verdiğin şey matematik! Ne münasebet, seni seviyorum! Kanıtla! Peki. Sevdiğim şeyler A kümesi olsun...
It was an object of terror.
- Dehşet veren bir şeydi.
- şey
- affair
He knows a lot about foreign affairs.
- Dış ilişkiler hakkında çok şey bilir.
- şey
- thingummy
- şey
- doings
- şey
- what-do-you-call-it; what-do-you-call-him; whatyoumayjigger, thingumbob, thingamabob, thingumajig, thingummy (used to designate something or someone whose name one has either forgotten or doesn't know)
- şey
- lark
- şey
- doodad
- şey
- thingumajig
- şey
- whosit
- şey
- picayune
- şey
- backbone
- şey
- {i} res
- şey
- contraption
- şey
- aught
- şey
- plummet
- şey
- thingamajig