تعريف şeyler في التركية الإنجليزية القاموس.
- stuff of
- things
Please don't leave valuable things here.
- Lütfen değerli şeyleri burada bırakmayın.
Older people are often afraid of trying new things.
- Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.
- somethings
- şey
- stuff
Tom doesn't like it when this kind of stuff happens.
- Bu tür şey olduğunda, Tom bundan hoşlanmıyor.
The only thing on the table that I normally wouldn't eat is that stuff on the yellow plate.
- Normal olarak yemediğim masadaki tek şey sarı tabaktaki şeydir.
- şey
- {i} thing
Don't say bad things about others.
- Diğerleri hakkında kötü şeyler söyleme.
Please don't leave valuable things here.
- Lütfen değerli şeyleri burada bırakmayın.
- şey
- article
I read an academic article in that language and understood almost everything, but when I tried reading a story for beginners I understood nothing.
- O dilde bilimsel bir yazı okudum ve neredeyse her şeyi anladım ama başlangıç seviyesindekiler için yazılmış bir hikayeyi okumaya çalıştığımda hiçbir şey anlamadım.
Please place all articles not related to the lesson inside your bag.
- Lütfen dersle ilgisi olmayan her şeyi çantana koy.
- şey
- {i} matter
It doesn't matter what he said.
- Söylediği şeyin hiçbir önemi yok.
Do you have anything to say with regard to this matter?
- Bu konu ile ilgili olarak söyleyeceğin bir şey var mı?
- şey
- chose
I realized that what I had chosen didn't really interest me.
- Seçtiğim şeyin beni ilgilendirmediğini anladım.
There are some things we could've change, but we chose not to.
- Değiştirebileceğimiz bazı şeyler vardır fakat seçeceğimiz değil.
- şey
- entity
- gereksiz şeyler
- expendable
- şey
- {i} doing
Doing that sort of thing makes you look stupid.
- Bu tür bir şey yapmak aptal görünmesini sağlar.
The great pleasure in life is doing what people say you cannot do.
- Hayatta büyük zevk insanların yapamayacağını söylediği şeyi yapmaktır.
- şey
- {i} concern
It's no concern of mine.
- O, beni ilgilendiren bir şey değil.
As far as Bob is concerned, anything goes. By contrast, Jane is very cautious.
- Bob'a kalırsa, bir şey dönüyor. Buna karşılık, Jane çok dikkatli.
- kıymetli şeyler
- valuable
- olur böyle şeyler
- c'est la vie
- ve benzeri şeyler
- and so on
We ate sandwiches, cakes, and so on.
- Sandviçler, kekler ve benzeri şeyler yedik.
You must buy milk, eggs, butter, and so on.
- Süt, yumurta, tereyağı ve benzeri şeyleri satın almalısınız.
- şey
- gizmo
- şey
- aggregate
- şey
- gimmick
- şey
- hickey
- şey
- thingumabob
- şey
- business
Find out all you can about Tom's business.
- Tom'un işi hakkında öğrenebildiğin her şeyi öğren.
Perpetual devotion to what a man calls his business, is only to be sustained by perpetual neglect of many other things.
- kendi işini sürekli fedakarlık olarak tanımlayan biri, sadece diğer bir çok şeyi ihmal ederek sürdürülebilir.
- şey
- dingus
- şey
- doohickey
- değersiz şeyler
- pulp
- gereken yiyecek ve içecek şeyler
- things need food and drink
- içilecek şeyler, içecekler
- thing to drink, drinks
- süslü şeyler
- fancy stuff
- yapılmış şeyler
- made things
- şey
- the thing is
- şey
- in thing
- Bir şeyler dönüyor
- There is something afoot
- atıştırmak için bir şeyler rica ediyorum
- I would like a snack
- aşırılmış şeyler
- pickings and stealings
- bagajım kırılmış ve bazı şeyler eksik
- My baggage is broken
- bambaşka şeyler
- disparate
- basılmış şeyler
- presswork
- başka şeyler arasında
- (Hukuk) interalia
- benzeri şeyler
- suchlike
- benzeşmeyen şeyler
- disparate
- beğendiğiniz bir şeyler bulabildiniz mi
- Did you find something you like
- bir şeyler dönmek
- be in the wind
- birbiri ardına yapılan şeyler
- round
- damlayan şeyler
- droppings
- damlayan şeyler
- drippings
- değersiz şeyler
- gadget
- eski püskü şeyler
- gimcrackery
- eski püskü şeyler
- gimcracks
- eski püskü şeyler
- dead wood
- farklı şeyler
- disparate
- gerekli şeyler
- (Latin) necessarium
- gereksiz şeyler
- white elephant
- gereksiz şeyler
- expendables
- gerçekte var olan şeyler
- reality
- gösterişli şeyler kullanan
- arty crafty
- harcıâlem şeyler
- a dime a dozen
- harika şeyler
- (Konuşma Dili) flowing with milk and honey
- hatırlanmaya değer şeyler
- memorabilia
- hayati önemi olmayan şeyler
- nonessentials
- heveslenerek bir şeyler yapan kimse
- faddist
- inekleme ile öğrenilen şeyler
- cram
- ipe dizilmiş şeyler
- rope
- istenen şeyler
- wants
- iç içe geçen şeyler
- nest
- küçük şeyler
- trifles
Don't make a fuss about trifles.
- Küçük şeyler hakkında yaygara koparmayın.
Don't trouble him with trifles.
- Küçük şeylerle onu rahatsız etmeyin.
- kırpılan şeyler
- clipping
- kırpılan şeyler
- clippings
- lütfen ağrıyı giderecek bir şeyler yapın
- Please do something for the pain
- miras konusu olabilen şeyler
- (Kanun) hereditament
- misli şeyler
- (Ticaret) fungible goods
- ne gibi şeyler?
- what kind of things?
- ortada bir şeyler dönüyor
- something in the air
- peşin para ile alınan şeyler
- spot goods
- peşin para ile alınan şeyler
- spots
- söylenen şeyler
- utterances
- ufak tefek şeyler
- odds and ends
The room is full of odds and ends.
- Oda ufak tefek şeylerle dolu.
- ufak tefek şeyler
- etceteran trifles
- ufak tefek şeyler
- etcetera
- ufak tefek şeyler
- snippets
- ufak tefek şeyler
- gewgaw
- ufak tefek şeyler
- oddments
- valizim kırılmış ve bazı şeyler eksik
- My suitcase is broken and some things are missing
- ve benzeri şeyler
- and so on, and what not
- yapılacak ve yapılmayacak şeyler
- do's and don'ts
- yasak şeyler
- prohibited articles
- yeni gelen şeyler
- recent accessions
- yenilebilir şeyler
- edibles
- yiyecek bir şeyler sipariş etmek istiyorum
- I want to order something to eat
- çalıntı şeyler
- pickings and stealings
- önemsiz şeyler
- trivia
- ütülenecek şeyler
- ironing
- üçü de aynı şeyler
- triplicate
- ıçecek bir şeyler ister misiniz
- Would you like something to drink
- ıçecek bir şeyler rica ediyorum
- I would like a drink
- ıçecek bir şeyler sipariş etmek istiyorum
- I want to order some drinks
- şey
- well
Everything is well with us.
- Bizimle her şey iyidir.
Tom is pretty sure everything will go well.
- Tom her şeyin iyi gideceğinden oldukça emin.
- şey
- thing, stuff, object; what-d'you-call-him/-her/-it; what's-his/-her/-its-name; thingummy, thingumabob, thingumajig; well
- şey
- object
It was an object of terror.
- Dehşet veren bir şeydi.
You don't really love me at all. You only care about your math stuff! Not at all, I do love you! Prove it! Okay. Let A be the set of the objects I love...
- Aslında beni hiç sevmiyorsun. Tek önem verdiğin şey matematik! Ne münasebet, seni seviyorum! Kanıtla! Peki. Sevdiğim şeyler A kümesi olsun...
- şey
- affair
He knows a lot about foreign affairs.
- Dış ilişkiler hakkında çok şey bilir.
- şey
- thingummy
- şey
- doings
- şey
- what-do-you-call-it; what-do-you-call-him; whatyoumayjigger, thingumbob, thingamabob, thingumajig, thingummy (used to designate something or someone whose name one has either forgotten or doesn't know)
- şey
- lark
- şey
- doodad
- şey
- thingumajig
- şey
- whosit
- şey
- picayune
- şey
- backbone
- şey
- {i} res
- şey
- contraption
- şey
- aught
- şey
- plummet
- şey
- thingamajig