تعريف şey'an في التركية الإنجليزية القاموس.
- şey
- stuff
The only thing on the table that I normally wouldn't eat is that stuff on the yellow plate.
- Normal olarak yemediğim masadaki tek şey sarı tabaktaki şeydir.
Tom doesn't like it when this kind of stuff happens.
- Bu tür şey olduğunda, Tom bundan hoşlanmıyor.
- şey
- thing
Please don't leave valuable things here.
- Lütfen değerli şeyleri burada bırakmayın.
Don't say bad things about others.
- Diğerleri hakkında kötü şeyler söyleme.
- şey
- article
I read an academic article in that language and understood almost everything, but when I tried reading a story for beginners I understood nothing.
- O dilde bilimsel bir yazı okudum ve neredeyse her şeyi anladım ama başlangıç seviyesindekiler için yazılmış bir hikayeyi okumaya çalıştığımda hiçbir şey anlamadım.
This article reminds me of something I saw on TV.
- Bu makale bana TV'de gördüğüm bir şeyi hatırlatıyor.
- hiçbir şey
- nothing
She knows nothing about your family.
- Aileniz hakkında hiçbir şey bilmiyor.
I've got nothing to say to him.
- Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- her şey
- everything
Put everything in my basket.
- Her şeyi sepetime koy.
Everything about him was grey.
- Onun hakkında her şey griydi.
- şey
- chose
There are some things we could've change, but we chose not to.
- Değiştirebileceğimiz bazı şeyler vardır fakat seçeceğimiz değil.
I realized that what I had chosen didn't really interest me.
- Seçtiğim şeyin beni ilgilendirmediğini anladım.
- şey (soyut)
- thing
- şey
- whosit
- şey
- doing
Doing that sort of thing makes you look stupid.
- Bu tür bir şey yapmak aptal görünmesini sağlar.
I asked Tom to do the same thing that Mary was doing.
- Tom'un Mary'nin yaptığı aynı şeyi yapmasını rica ettim.
- şey
- well
Everything is well with us.
- Bizimle her şey iyidir.
I couldn't sleep well last night because there were lots of things on my mind.
- Kafamda çok şeyler olduğu için dün gece iyi uyuyamadım.
- şey
- doohickey
- şey
- thingumajig
- şey
- thing, stuff, object; what-d'you-call-him/-her/-it; what's-his/-her/-its-name; thingummy, thingumabob, thingumajig; well
- şey
- doodad
- şey
- thingumabob
- şey
- lark
- şey
- what-do-you-call-it; what-do-you-call-him; whatyoumayjigger, thingumbob, thingamabob, thingumajig, thingummy (used to designate something or someone whose name one has either forgotten or doesn't know)
- şey
- object
You don't really love me at all. You only care about your math stuff! Not at all, I do love you! Prove it! Okay. Let A be the set of the objects I love...
- Aslında beni hiç sevmiyorsun. Tek önem verdiğin şey matematik! Ne münasebet, seni seviyorum! Kanıtla! Peki. Sevdiğim şeyler A kümesi olsun...
It was an object of terror.
- Dehşet veren bir şeydi.
- şey
- concern
That's nothing you need to concern yourself with.
- Bu kendinizi endişelendirmenizi gereken bir şey değil.
What I have to say concerns everyone here.
- Söylemek zorunda olduğum şey, buradaki herkesi ilgilendirir.
- şey
- matter
As a matter of fact, I know nothing about it.
- Aslına bakarsan, ben bu konuda hiçbir şey bilmiyorum.
It is no laughing matter that he couldn't graduate from university this year.
- Onun bu yıl üniversiteden mezun olamaması gülünecek bir şey değil.
- şey
- doings
- şey
- thingummy
- şey
- affair
He knows a lot about foreign affairs.
- Dış ilişkiler hakkında çok şey bilir.
- bir şey
- anything
Let me know if you are in need of anything.
- Eğer bir şeye ihtiyacın olursa haberim olsun.
Is there anything to drink in the refrigerator?
- Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?
- değersiz şey
- junk
Have you ever considered getting rid of some of this junk?
- Sen hiç bu değersiz şeyin bazılarından kurtulmayı düşündün mü?
- göz zevkini bozan şey
- eyesore
- şaşılacak şey
- wonder
It's a wonder they're still awake.
- Onların hâlâ uyanık olması şaşılacak şey.
- sarınacak şey
- muffle
- dinlendirici şey
- escape
- hizmet karşılığı kazanılan şey
- reward
- orta dereceli şey
- intermediate
- sudan ucuz şey
- bargain
- çok istenen şey
- prize
- ilginç şey
- curiosity
- nefis şey
- dream
- asıl gerekli şey
- essential
- esas olan şey
- essential
- oval şey
- ovoid
- ekmeğe sürülen şey
- spread
- artakalan şey
- (Hukuk) legacy
- bir şey değil
- not at all
This is not at all what Tom expected.
- Bu hiç de Tom'un beklediği bir şey değil.
- gelecekte olacak şey
- future
- gereken şey
- necessary
- gitgide büyüyen şey
- snowball
- hak edilen şey
- deserts
- heyecan verici şey
- sensation
- iddia konusu şey
- submission
- insan eliyle yapılmış şey
- artifact
- kendini bir şey sanan
- self righteous
- kendini bir şey sanan önemsiz tip
- pipsqueak
- konu olan şey
- subject
- lazım olan şey
- necessary
- mükemmel şey
- prime
- ok başına benzeyen şey
- arrowhead
- olağanüstü şey
- prodigy
- rüya gibi şey
- dream
- sevimsiz şey
- bitch
- sıkıcı şey
- bore
- ufacık şey
- mite
- vazgeçiren şey
- deterrent
- yeni çıkmış şey
- novelty
- zevk veren şey
- treat
- çok etkili şey
- blockbuster
- önemsiz şey
- straw
- birinci gelen şey
- first
- gizli şey
- secret
- herhangi bir şey
- anything
Don't you have anything smaller than that?
- Ondan daha küçük herhangi bir şeyin yok mu?
Can you see anything in there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
- anlatmak istenilen şey
- point
- beklenen şey
- (Ticaret) prospect
- beklenen şey
- expectancy
- böyle bir şey
- such a thing
- cezbedici şey
- temptation
- dalgalar halinde yükselen şey
- billow
- damla damla akan şey
- trickle
- demek istenilen şey
- drift
- devasa ve çok çirkin şey
- monstrosity
- dilemek (iyi bir şey)
- wish
- elde edilen şey
- acquisition
- en mükemmel şey
- the last word in
- eziyet veren şey
- torment
- garip şey
- oddity
- geciktirici şey
- retardation
- gereksiz şey
- non-essential
- gerçek şey
- the real thing
- geçici şey
- bauble
- gizli şey
- confidence
- göze batan çirkin şey
- eyesore
- güldürücü şey
- gag
- güzel şey
- beauty
- hangi şey
- what
- hazırlamak (kötü bir şey)
- brew
- her şey
- (Argo) lock, stock and barrel
- hiç bir şey
- next to nothing
- ilave edilecek şey
- addendum
- istek uyandıran şey
- temptation
- istenen veya talep edilen şey
- demand
- izleyen şey
- (İnşaat) tracer
- kesilen şey
- clipping
- kesin şey
- cinch
- kötü şey
- bad
- kıymetli şey
- asset
- nadir şey
- curiosity
- nefes nefese (bir şey) demek
- puff
- olumsuz bir şey ima eden söz
- innuendo
- olur mu öyle şey
- come on!
- olur mu öyle şey
- no way!
- sabit şey
- fixture
- sabit şey
- constant
- sahte şey
- dummy
- sinirlendirici şey
- vexation
- sivri bir şey -e batmak
- prick
- sonu olmayan şey
- blind-alley
- sıkıcı şey veya kimse
- nuisance
- sıkıntı veren şey
- annoyance
- sıkıntı veren şey
- nuisance
- tabii bir şey
- matter of course
- tahsis edilmiş şey
- allotment
- tersine dönmüş şey
- inversion
- toptan şey
- lump
- tuhaf şey
- curiosity
- ucuz şey
- bargain
- yeni şey
- innovation
- yerini alan kimse/şey
- replacement
- yeterli şey
- sufficiency
- yuvarlak şey
- disc
- zorla alınan şey
- (Ticaret) extortion
- zıt olan şey
- reverse
- zıt şey
- contrast
- çekici şey
- knockout
- önemini yitirmiş şey
- has-been
- önemsiz şey
- picayune
- önemli bir şey
- something
I'm about to tell you something important.
- Sana önemli bir şey söylemek üzereyim.
I want to tell you something important.
- Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
- algılanabilen şey
- phenomenon
- yasaklanmış şey
- taboo
- iki şey
- twosome
- işe yaramaz şey
- trash
- işe yarar şey
- utility
- Değişmeyen tek şey değişimdir
- (Atasözü) Nothing is permanent but change
- asıl önemli olan şey
- the most important thing
- asıl önemli olan şey
- more importantly, what really matters is
- az şey
- thought
- bir şey değil
- Don't mention it
- bir şey değil
- You're welcome
- birçok şey
- many things
Tom is interested in many things.
- Tom birçok şeyle ilgileniyor.
We talked about many things.
- Birçok şeyden bahsettik.
- eser; yapılmış şey; istisna akdinin konusu
- work, the things that were done, the subject of contractual exclusions
- farsca'da tat, çeşni, tadılacak şey
- farsca'da taste, flavor, taste a thing
- gayrimenkul sayılan şey
- (Kanun) land
- her şey yolunda
- all good
- içe dert olan şey
- The thing to worry about smoking
- içilecek şey
- The thing inside
- içilecek şey. içki
- thing to drink. drink
- problem yaratan şey
- villain
- sekizinci şey
- eighth
- sergilenen şey
- exhibit
- sınırlayan, daraltan şey
- limiting, narrowing things
- umarım her şey yolundadır
- i hope all is well
- umarım her şey yolundadır
- i hope everything is fine
- çok şey
- lots of things
We have lots of things to do.
- Yapacak çok şeyimiz var.
I have lots of things to tell you.
- Sana söyleyecek çok şeyim var.
- özgü şey
- speciality
- üstün olunan şey
- excellence