şey'an

listen to the pronunciation of şey'an
التركية - الإنجليزية

تعريف şey'an في التركية الإنجليزية القاموس.

şey
stuff

Tom can't afford all the stuff Mary wants him to buy on his salary. - Tom'un, Mary'nin ondan satın almasını istediği her şeyi maaşıyla almaya gücü yetmez.

The only thing on the table that I normally wouldn't eat is that stuff on the yellow plate. - Normal olarak yemediğim masadaki tek şey sarı tabaktaki şeydir.

şey
thing

We talked about various things. - Çeşitli şeyler hakkında konuştuk.

I would love to write hundreds of sentences on Tatoeba, but I've got things to do. - Tatoeba'ya yüzlerce cümle yazmak isterdim ama yapmam gereken şeyler var.

şey
article

There are a variety of articles in her purse. - Çantasında çeşitli şeyler var.

Please place all articles not related to the lesson inside your bag. - Lütfen dersle ilgisi olmayan her şeyi çantana koy.

hiçbir şey
nothing

She knows nothing about your family. - Aileniz hakkında hiçbir şey bilmiyor.

She knows nothing about your family. - Ailen hakkında hiçbir şey bilmiyor.

her şey
everything

Some people believe that Japan is No.1 in everything. - Bazı insanlar Japonya'nın her şeyde 1 numara olduğuna inanıyor.

Don't worry, everything will be OK. - Üzülmeyin, her şey düzelecek.

şey
chose

There are some things we could've change, but we chose not to. - Değiştirebileceğimiz bazı şeyler vardır fakat seçeceğimiz değil.

I realized that what I had chosen didn't really interest me. - Seçtiğim şeyin beni ilgilendirmediğini anladım.

şey (soyut)
thing
şey
whosit
şey
doing

Today I just feel like staying at home and doing nothing. - Canım bügün evde kalmak ve bir şey yapmamak istiyor.

I asked Tom to do the same thing that Mary was doing. - Tom'un Mary'nin yaptığı aynı şeyi yapmasını rica ettim.

şey
well

Tom is pretty sure everything will go well. - Tom her şeyin iyi gideceğinden oldukça emin.

Everything is well with us. - Bizimle her şey iyidir.

şey
doohickey
şey
thingumajig
şey
thing, stuff, object; what-d'you-call-him/-her/-it; what's-his/-her/-its-name; thingummy, thingumabob, thingumajig; well
şey
doodad
şey
thingumabob
şey
lark
şey
what-do-you-call-it; what-do-you-call-him; whatyoumayjigger, thingumbob, thingamabob, thingumajig, thingummy (used to designate something or someone whose name one has either forgotten or doesn't know)
şey
object

It was an object of terror. - Dehşet veren bir şeydi.

You don't really love me at all. You only care about your math stuff! Not at all, I do love you! Prove it! Okay. Let A be the set of the objects I love... - Aslında beni hiç sevmiyorsun. Tek önem verdiğin şey matematik! Ne münasebet, seni seviyorum! Kanıtla! Peki. Sevdiğim şeyler A kümesi olsun...

şey
concern

That's nothing you need to concern yourself with. - Bu kendinizi endişelendirmenizi gereken bir şey değil.

As far as Bob is concerned, anything goes. By contrast, Jane is very cautious. - Bob'a kalırsa, bir şey dönüyor. Buna karşılık, Jane çok dikkatli.

şey
matter

Do you have anything to say with regard to this matter? - Bu konu ile ilgili olarak söyleyeceğin bir şey var mı?

As a matter of fact, I know nothing about it. - Aslına bakarsan, ben bu konuda hiçbir şey bilmiyorum.

şey
doings
şey
thingummy
şey
affair

He knows a lot about foreign affairs. - Dış ilişkiler hakkında çok şey bilir.

bir şey
anything

Can you see anything in there? - Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?

Let me know if you are in need of anything. - Eğer bir şeye ihtiyacın olursa haberim olsun.

değersiz şey
junk

Have you ever considered getting rid of some of this junk? - Sen hiç bu değersiz şeyin bazılarından kurtulmayı düşündün mü?

göz zevkini bozan şey
eyesore
şaşılacak şey
wonder

It's a wonder they're still awake. - Onların hâlâ uyanık olması şaşılacak şey.

sarınacak şey
muffle
dinlendirici şey
escape
hizmet karşılığı kazanılan şey
reward
orta dereceli şey
intermediate
sudan ucuz şey
bargain
çok istenen şey
prize
ilginç şey
curiosity
nefis şey
dream
asıl gerekli şey
essential
esas olan şey
essential
oval şey
ovoid
ekmeğe sürülen şey
spread
artakalan şey
(Hukuk) legacy
bir şey değil
not at all

This is not at all what Tom expected. - Bu hiç de Tom'un beklediği bir şey değil.

gelecekte olacak şey
future
gereken şey
necessary
gitgide büyüyen şey
snowball
hak edilen şey
deserts
heyecan verici şey
sensation
iddia konusu şey
submission
insan eliyle yapılmış şey
artifact
kendini bir şey sanan
self righteous
kendini bir şey sanan önemsiz tip
pipsqueak
konu olan şey
subject
lazım olan şey
necessary
mükemmel şey
prime
ok başına benzeyen şey
arrowhead
olağanüstü şey
prodigy
rüya gibi şey
dream
sevimsiz şey
bitch
sıkıcı şey
bore
ufacık şey
mite
vazgeçiren şey
deterrent
yeni çıkmış şey
novelty
zevk veren şey
treat
çok etkili şey
blockbuster
önemsiz şey
straw
birinci gelen şey
first
gizli şey
secret
herhangi bir şey
anything

Can you see anything at all there? - Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?

Is there anything to drink in the refrigerator? - Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?

anlatmak istenilen şey
point
beklenen şey
(Ticaret) prospect
beklenen şey
expectancy
böyle bir şey
such a thing
cezbedici şey
temptation
dalgalar halinde yükselen şey
billow
damla damla akan şey
trickle
demek istenilen şey
drift
devasa ve çok çirkin şey
monstrosity
dilemek (iyi bir şey)
wish
elde edilen şey
acquisition
en mükemmel şey
the last word in
eziyet veren şey
torment
garip şey
oddity
geciktirici şey
retardation
gereksiz şey
non-essential
gerçek şey
the real thing
geçici şey
bauble
gizli şey
confidence
göze batan çirkin şey
eyesore
güldürücü şey
gag
güzel şey
beauty
hangi şey
what
hazırlamak (kötü bir şey)
brew
her şey
(Argo) lock, stock and barrel
hiç bir şey
next to nothing
ilave edilecek şey
addendum
istek uyandıran şey
temptation
istenen veya talep edilen şey
demand
izleyen şey
(İnşaat) tracer
kesilen şey
clipping
kesin şey
cinch
kötü şey
bad
kıymetli şey
asset
nadir şey
curiosity
nefes nefese (bir şey) demek
puff
olumsuz bir şey ima eden söz
innuendo
olur mu öyle şey
come on!
olur mu öyle şey
no way!
sabit şey
fixture
sabit şey
constant
sahte şey
dummy
sinirlendirici şey
vexation
sivri bir şey -e batmak
prick
sonu olmayan şey
blind-alley
sıkıcı şey veya kimse
nuisance
sıkıntı veren şey
annoyance
sıkıntı veren şey
nuisance
tabii bir şey
matter of course
tahsis edilmiş şey
allotment
tersine dönmüş şey
inversion
toptan şey
lump
tuhaf şey
curiosity
ucuz şey
bargain
yeni şey
innovation
yerini alan kimse/şey
replacement
yeterli şey
sufficiency
yuvarlak şey
disc
zorla alınan şey
(Ticaret) extortion
zıt olan şey
reverse
zıt şey
contrast
çekici şey
knockout
önemini yitirmiş şey
has-been
önemsiz şey
picayune
önemli bir şey
something

Each time I see Mary, I learn something new and important from her. - Mary'yi gördüğüm her seferde, ondan yeni ve önemli bir şey öğreniyorum.

Tom wanted to tell Mary something important. - Tom Mary'ye önemli bir şey söylemek istedi.

algılanabilen şey
phenomenon
yasaklanmış şey
taboo
iki şey
twosome
işe yaramaz şey
trash
işe yarar şey
utility
Değişmeyen tek şey değişimdir
(Atasözü) Nothing is permanent but change
asıl önemli olan şey
the most important thing
asıl önemli olan şey
more importantly, what really matters is
az şey
thought
bir şey değil
Don't mention it
bir şey değil
You're welcome
birçok şey
many things

Cows supply us with many things we need. - İnekler ihtiyacımız olan birçok şey bize verirler.

We talked about many things. - Birçok şeyden bahsettik.

eser; yapılmış şey; istisna akdinin konusu
work, the things that were done, the subject of contractual exclusions
farsca'da tat, çeşni, tadılacak şey
farsca'da taste, flavor, taste a thing
gayrimenkul sayılan şey
(Kanun) land
her şey yolunda
all good
içe dert olan şey
The thing to worry about smoking
içilecek şey
The thing inside
içilecek şey. içki
thing to drink. drink
problem yaratan şey
villain
sekizinci şey
eighth
sergilenen şey
exhibit
sınırlayan, daraltan şey
limiting, narrowing things
umarım her şey yolundadır
i hope all is well
umarım her şey yolundadır
i hope everything is fine
çok şey
lots of things

I have lots of things to tell you. - Sana söyleyecek çok şeyim var.

I couldn't sleep well last night because there were lots of things on my mind. - Kafamda çok şeyler olduğu için dün gece iyi uyuyamadım.

özgü şey
speciality
üstün olunan şey
excellence
التركية - التركية
(Osmanlı Dönemi) Uzaktan gören
(Osmanlı Dönemi) İleriyi gören, her şeyin sonunu düşünen
ŞEY'
(Osmanlı Dönemi) İstemek, dilemek
ŞEY'
(Osmanlı Dönemi) Nesne, şey
ŞEY'EN FEŞEY'EN
(Osmanlı Dönemi) Yavaş yavaş, azar azar
şey
Nesne, madde: "Asıl zorluk belki öğrenilmesi lazım gelen şeylerin değil, unutulması gereken şeylerin çokluğundan gelir."- A. Ş. Hisar
şey
Belirsiz bir anlamda madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb.nin adı yerine kullanılır: "Bana sen pek çok şey kazandırdın."- R. H. Karay
şey
Belirsiz bir anlamda madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb. nin adı yerine kullanılır
şey
Nesne, madde
şey'en
(Osmanlı Dönemi) yavaş, ağır, âheste
şey'an
المفضلات