şansla

listen to the pronunciation of şansla
التركية - الإنجليزية
luckily
{a} by good hap, fortunately, favorably
Good fortune; favorable issue or event
In a lucky manner; by good fortune; fortunately
Being without luck; unpropitious; unfortunate; unlucky; meeting with ill success or bad fortune; as, a luckless gamester; a luckless maid
fortunately
The state or quality of being lucky; as, the luckiness of a man or of an event
by good fortune; "fortunately the weather was good"
Favored by luck; fortunate; meeting with good success or good fortune; said of persons; as, a lucky adventurer
In a lucky manner; by good fortune; fortunately; used in a good sense; as, they luckily escaped injury
You add luckily to a statement to indicate that it is good that a particular thing happened or is the case because otherwise the situation would have been difficult or unpleasant. Luckily, we both love football Luckily for me, he spoke very good English. = fortunately. used to say that it is good that something happened or was done because if it had not, the situation would be unpleasant or difficult = fortunately
Producing, or resulting in, good by
şans
luck

When one lucky spirit abandons you another picks you up. I just passed an exam for a job. - Şanslı bir ruh seni terk ettiği zaman, bir başkası seni alır.Ben az önce bir iş sınavını geçtim.

Luckily, I was able to get the tickets yesterday. - Şansa bak ki, biletleri dün almıştım.

şans
fortune

He had the good fortune to marry a pretty girl. - Güzel bir kızla evlenmek için iyi şansı vardı.

You'll make a fortune by taking a chance. - Bir şans elde ederek bir kader yaratacaksın.

şans
chance

This is your only chance. - Bu senin yegâne şansın.

Gerhard Schroeder is the first German chancellor not to have lived through World War II. - Gerhard Schröder, II. Dünya Savaşı boyunca yaşamayan ilk şansölyedir.

şans
hap

You're very lucky you know! A such thing happen only once in a lifetime. - Bilirsin çok şanslısın! Böyle bir şey bir ömür boyu sadece bir kez olur.

I am happy about your good luck. - Ben senin iyi şansın hakkında mutluyum.

şans
{i} show
şans
good fortune

Most people judge men only by their success or their good fortune. - Çoğu insan erkekleri sadece onların başarıları ya da iyi şansıyla değerlendirir.

By good fortune, they escaped. - Iyi şans sayesinde onlar kaçtı.

şans
shot

Give me another shot. - Bana bir şans daha ver.

I've never seen a shot like that. - Hiç böyle bir şans görmemiştim.

şans
fluke
şans
odds
şans
break

This is the big break I've been waiting for. - Bu beklediğim büyük şans.

Tom can't catch a break. - Tom bir şans yakalayamaz.

şans
hep
şans
serendipity
şans
luck of
şans
by luck
şans
have chance
şans
fluky
şans
hit

You're lucky Tom didn't hit you. - Tom sana çarpmadığı için şanslısın.

I should've hit Tom while I had the chance. - Şansım varken Tom'u vurmalıydım.

şans
Good luck!

Tom wished Mary good luck. - Tom Mary'ye iyi şans diledi.

Goodbye and good luck. - Güle güle ve iyi şanslar.

şans
inning
şans
hazard
şans
turnup
şans
flukey
şans
auspiciousness
şans
star

There is no one who is born under an unlucky star, there are only people who cannot read the sky. - Şanssız bir yıldızın altında doğmuş olan kimse yoktur, sadece gökyüzünü okuyamayan insanlar vardır.

I am giving you a star. - Sana bir şans veriyorum.

şans
opportunity

Tom deserves another opportunity. - Tom başka bir şansı hak ediyor.

There is no security on this earth; there is only opportunity. - Bu dünyada hiçbir güvenlik yoktur; sadece şans vardır.

şans
luck, chance, good fortune, break
şans
innings
şans
peradventure
şans
{i} good luck

Tom wished Mary good luck. - Tom Mary'ye iyi şans diledi.

Goodbye and good luck. - Güle güle ve iyi şanslar.

şans
haphazard
التركية - التركية

تعريف şansla في التركية التركية القاموس.

şans
Talih, baht, felek
şans
Talih, baht, felek: "Bir hafta içinde kayıplar ve kazanmalarla şansım değişti."- R. H. Karay
şansla
المفضلات