Tom knew that it was hopeless.
- Tom onun ümitsiz olduğunu biliyordu.
Lee did not agree that the situation was hopeless.
- Lee durumun ümitsiz olduğunu kabul etmedi.
You really are pathetic.
- Gerçekten ümitsizsin.
I got gloomy and thought of giving up.
- Ümitsizdim ve vazgeçmeyi düşündüm.
No wonder you're frantic.
- Ümitsiz olmana şaşmamalı.
There is little, if any, hope that Tom will win the election.
- Eğer varsa, Tom'un seçimi kazanmasına dair küçük bir ümit var.
Hope is when you suddenly run to the kitchen like a mad man to check if the empty chocolate cookie box you just finished an hour ago is magically full again.
- Ümit; bir saat önce bitirdiğin çikolatalı çörek kutusunun sihirle tekrar dolup dolmadığını kontrol etmek için çılgın bir adam gibi birdenbire mutfağa doğru koştuğundadır.