önünü

listen to the pronunciation of önünü
التركية - الإنجليزية
front

Warning, the guy in front of you is a certified nutter! - Uyarı, önünüzdeki adam raporlu bir deli!

Pardon me, madam, I'm ashamed to be crying like this in front of you, but I can't hold my tears. - Affedersiniz hanımefendi, önünüzde böyle ağlıyor olmaktan utandım ama gözyaşlarıma hakim olamıyorum.

Located at or near the front

The front runner was thirty meters ahead of her nearest competitor.

To lead or be the spokesperson of (a campaign, organisation etc.)

Ray Winstone is fronting a campaign for the Football Association that aims to stop pushy parents shouting abuse at their children during the grassroots football season.

Of a vowel pronounced near the tip of the tongue
The foremost side of something or the end that faces the direction it normally moves
To pronounce with the tongue in a front position

The velar plosives are often fronted through the influence of a following front vowel, and retracted through the influence of a following back vowel.

The most conspicuous part
the line along which opposing armies face each other
To provide money or financial assistance in advance
A transition zone between two differing air masses Basic types are cold front, warm front, and stationary front Thunderstorms can form in association with any of these fronts, although fronts are not necessary for thunderstorm development
That which covers the foremost part of the head: a front piece of false hair worn by women
See Guide to Pronunciation, §10
A person's or animal's front is the part of their body between their head and their legs that is on the opposite side to their back. If you lie your baby on his front, he'll lift his head and chest up. back
If you say that something is happening on a particular front, you mean that it is happening with regard to a particular situation or field of activity. We're moving forward on a variety of fronts
The front is a road next to the sea in a seaside town. Amy went out for a last walk along the sea front. = promenade
If someone puts on a particular kind of front, they pretend to have a particular quality. Michael kept up a brave front both to the world and in his home
boundary that defines two separate air masses; where two different air masses collide, sometimes resulting in severe weather changes
a person used as a cover for some questionable activity
Front is used to refer to the side or part of something that is towards the front or nearest to the front. I went out there on the front porch She was only six and still missing her front teeth Children may be tempted to climb into the front seat while the car is in motion. back
A building or an area of land that fronts a particular place or fronts onto it is next to it and faces it. real estate, which includes undeveloped land fronting the city convention center There are some delightful Victorian houses fronting onto the pavement. quaint cottages fronted by lawns and flowerbeds. = face
{f} face toward; confront; be against or in opposition to; apply a front to
ön
preliminary

A preliminary hearing is scheduled for October 20th. - Bir ön duruşma 20 Ekim'de planlanıyor.

ön
face

What is old age? First you forget names, then you forget faces, then you forget to pull your zipper up, then you forget to pull it down. - Yaşlılık nedir? Önce isimleri unutursun, sonra yüzleri unutursun, sonra fermuarını çekmeyi unutursun, sonra onu indirmeyi unutursun.

I have seen that face somewhere before. - O yüzü daha önce bir yerde gördüm.

ön
{s} anterior
ön
front

There is a post office in front of my house. - Evimin önünde bir postahane var.

The garden is in front of the house. - Bahçe, evin önündedir.

önünü tıkamak
to block the front
önünü almak
to prevent, to arrest
önünü almak
to nip (something) in the bud; to put a stop to; to check
önünü almak
(Hukuk) tackle
önünü ardını bilmek
1. to be cautious, be prudent. 2. to know how to conduct oneself
önünü ardını düşünmemek
not to think (something) through, not to consider (something) carefully
önünü kesmek
bar
önünü kesmek
to waylay
önünü kesmek
to block (someone's) path; to waylay
ön
forward

The old man leaned forward and asked his wife with a soft voice. - Yaşlı adam öne doğru eğildi ve karısına yumuşak bir sesle sordu.

If you put your best foot forward, you will succeed. - Eğer en iyi ayağınızı öne koyarsanız, başarılı olursunuz.

önünü kesmek
confront
ön
first

We'll go to Hong Kong first, and then we'll go to Singapore. - Önce Hong Kong'a gideceğiz ve sonra Singapura gideceğiz.

Tom divorced his first wife more than fifteen years ago. - Tom on beş yıldan daha önce ilk eşinden boşandı.

ön
(Dilbilim) proto
ön
(Bilgisayar,Dilbilim) initial

Tom carved his initials on the large oak tree in front of the school. - Tom okulun önündeki büyük meşe ağacına adının baş harflerini kazıdı.

ön
primary

Where to go and what to see were my primary concerns. - Nereye gideceğim ve ne göreceğim benim öncelikli ilgilerim.

My primary concern is your safety. - Benim öncelikli ilgim sizin güvenliğinizdir.

ön
(Tıp) posterior
ön
pre-

He bought the pre-cut pork loin. - O önceden kesilmiş domuz filetosu aldı.

The pre-Islamic Arabs were nomads. - İslam öncesi Araplar göçebeydiler.

ön
foreground

The couch is in the foreground next to the table. - Kanepe masanın yanında ön tarafta.

önünü kesmek
(deyim) cut in
önünü kesmek
(deyim) choke the life out of
ön
fore

The morning forecast predicted thunder showers later in the day. - Sabah hava durumu daha sonra gün içinde gök gürültülü sağanak yağışı öngördü.

According to the weather forecast, the rainy season will set in next week. - Hava tahmini göre, yağışlı mevsim önümüzdeki hafta başlayacak.

ön
ventral
ön
frontal
ön
pre

His opinion is free from prejudice. - Onun görüşü önyargısızdır.

It would be to your advantage to prepare questions in advance. - Soruları önceden hazırlamak senin yararına olur.

önünü kesmek
balk
önünü kesmek
block
ön
precursor
ön
the front

Tom and Mary usually like to sit in the front row. - Tom ve Mary genellikle ön sırada oturmaktan hoşlanırlar.

He sat in the front so as to be able to hear. - İşitebilmek için önde oturdu.

ön
prelımınary
ön
at the front
ön
pro

They know the importance of protecting the earth. - Dünyayı korumanın önemini biliyorlar.

The student has already solved all the problems. - Öğrenci tüm problemleri daha önce çözdü.

Ön
(Diş Hekimliği) vestibule
ön
the time immediately before one, the immediate future
ön
presence

It's the first time I scream in presence of the manager. I saw a big cockroach on the table! - Yöneticinin önünde ilk kez çığlık attım. Masada büyük bir hamamböceği görmüştüm!

Its presence is important for me. - Onun varlığı benim için önemli.

ön
initiative
ön
front; front part (of)
ön
ante

The conquest of İstanbul antedates the discovery of America. - İstanbul'un fethi, Amerika'nın keşfinden önce gelir.

Tom connected the TV to the antenna that the previous owner of his house had mounted on the roof. - Tom TV'yi evin önceki sahibinin çatıya monte ettiği antene bağladı.

ön
front; foreground; face; breast, chest; the future; front, foremost, forward; fore; prior; preparatory, preliminary; anterior, frontal
ön
space in front (of)
ön
precursory
ön
front; foremost; preliminary
ön
windshield

Should I clean your windshield? - Ön camını temizlemem gerekiyor mu?

I saw Tom through the windshield. - Arabanın ön camından Tom'u gördüm.

ön
windscreen
ön
advance

You may as well say it to him in advance. - Siz de ona önceden söyleyebilirsiniz.

It would be to your advantage to prepare questions in advance. - Soruları önceden hazırlamak senin yararına olur.

önünü kesmek
choke
التركية - التركية

تعريف önünü في التركية التركية القاموس.

Ön
(Osmanlı Dönemi) KUDDAMÎ
ön
Bir kimsenin ilerisi: "Bir aralık önümüzden şarkı sesleri geldi."- S. F. Abasıyanık
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzü, arka karşıtı: "Beş on kişi, köşkün önünde toplandık."- M. Ş. Esendal
ön
Bir kimsenin ilerisi
ön
Giyeceklerin genellikle göğsü örten bölümü: "Uçuk siyah renkli çarşaf pelerinin önü açık."- P. Safa
ön
Civar, yöre
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzü, arka karşıtı
ön
Giyeceklerin genellikle göğsü örten bölümü
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzünün baktığı yer, karşı: "Altmış yaşında anamın önünde sigara içmek istemezdim."- B. Felek
ön
Bazı kelimelerin başına getirilerek kelimenin anlamına "önce olan" veya "ilk kavramı" katar
ön
Benzerler arasında bakılan veya gidilen yönde olan: "Ben, Anafartalar'da Mustafa Kemal'in bulunduğu en ön siperlerde de kurşun attım."- A. Gündüz
ön
Yakın gelecek zaman
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzünün baktığı yer, karşı
ön
Benzerler arasında bakılan veya gidilen yönde olan
ön
pişigah
önünü
المفضلات