çıkarmak

listen to the pronunciation of çıkarmak
التركية - الإنجليزية
take out

Is that to eat here or take out? - Burada yemek için mi yoksa çıkarmak için mi?

It's Tom's turn to take out the garbage. - Çöpü çıkarmak için Tom'un sırası.

bare
subtract
deduct
remove

It's going to be impossible to remove this stain. - Bu lekeyi çıkarmak imkansız olacak.

It's going to be difficult to remove this stain. - Bu lekeyi çıkarmak zor olacak.

{f} eject
exclude
extract
divest
expel
to vomit, throw (something) up, spew (something) up
to start (a row), pick (a quarrel); to create (a difficulty)
to make (a law)
to show (someone) to be, reveal (someone) to be (a bad type of person); to call (someone) (something unfavorable); to expose (someone's wrongdoing, mistake); to make people think (someone) is, give people the impression that (someone) is (a bad type of person): Münci'nin yalanını çıkardınız. You showed Münci to be a liar. Onu yalancı çıkardılar. They've made people think he's a liar
to develop (the spots or pustules characteristic of certain diseases): Kızamık çıkarıyor. She's coming down with measles
(Matematik) to subtract (one amount) from (another)
(masraf) pay off
slang to say, spit out
to extend (something) from, stick (something) out: Başını kapıdan çıkardı. He stuck his head out the door
bruit about
(elbise) put off
(Hukuk) omit
subtract , remove
to understand, make (something) out; to deduce; to interpret (something) in (a specified way): Söylediklerimden bunu nasıl çıkardın? How could you take what I said to mean this?
displace
(devreden) unmount
to make it through, get through (a period of time) with (a specified amount of something)
eliminate
(duman) belch
to take (someone, an animal) out to/into (a place outdoors)
/ı, a /to bring (one person) before (another), bring (one person) to (another), present (one person) to (another)
print out
derive
to make (someone, an animal) climb up on (something), make (someone, an animal) get up on (something); to make (someone, an animal) go up to (a place); to put (someone, something) in/on (a higher place)
to publish (a book, newspaper, etc.)
to remove, take out, get rid of (a stain)
to make (one's living) from (a specified work)
dislodge
doff
to offer (a guest) (something to eat or drink)
delete
to take off, remove (an article of clothing); to doff (one's hat)
draw off
(eklem) dislocate
blank
(öfke) wreak
publish
disconnect
(yasa) enact
bring out

Poverty does more to bring out the worst in people and conceal the best than anything else in the world. - Yoksulluk insanlardaki en kötüyü ortaya çıkarmak ve en iyiyi gizlemek için dünyadaki başka her şeyden daha fazlasını yapar.

(kutudan) uncase
to come up with, create, produce, invent (something new); to develop (a new habit)
to unload (something) from (a vehicle)
make out
to find (a place, an address)
throw out
dismantle
to play, perform (a tune) on (an instrument)
out

Tom asked Mary out to dinner, but she said no. - Tom Mary'yi akşam yemeğine çıkarmak istedi, fakat o hayır dedi.

Poverty does more to bring out the worst in people and conceal the best than anything else in the world. - Yoksulluk insanlardaki en kötüyü ortaya çıkarmak ve en iyiyi gizlemek için dünyadaki başka her şeyden daha fazlasını yapar.

(kışı) tide over
to vent, take out (one's anger, frustration, negative emotion) on (someone)
unfix
to take out, to put out, to get out, to get off; to extract, to abstract, to mine; (giysi) to take off; to remember, to place" " anımsamak, hatırlamak; to find, to find out, to discover; to make out, to figure out, to get; to dislodge; to remove" " gidermek; to expel, to dismiss; to excrete; to omit, to leave out; to cross sth out, to cross sth off, to delete; to dislocate, to displace; to publish, to get sth out" " yayımlamak;" "to produce, to bring out, to get out; to emit, to send out, to exhale, to give sth off; to cause, to raise" " neden olmak, yol açmak; to issue, to bring out; to subtract" " tarh etmek; to deduct; to eliminate; to vomit, to bring sth up, to throw up, to spew; to offer" " sunmak; (hastalık) to have; (şarkı, vb.) to play by ear; (diş) to cut; (dil, vb.) to stick sth out; (telefonda birini) to get through to sb; (sahneyi kesmek) to cut
to make (one thing) out of (another)
to remove (someone, something) (from); to take or get (someone, something) out (of), extricate (someone, something) (from); to extract or pull (something) from; to bring (someone, something) out (from) (a place); to expel (a student) (from) (a school); to fire (a worker); to evict (a tenant)
to turn out, produce (something, a specified kind of person)
to get the maximum of (pleasure) from: Tatilin tadını çıkarmasını bilir. He knows how to have a great vacation
(Askeriye) to land (a force) on (a shore)
{f} emit
{f} reject
çıkarma
extraction

Today we heard a story about biogas extraction. - Bugün biyogaz çıkarma hakkında bir hikaye duyduk.

çıkarma
subtraction

The addition is correct, but there is an error in your subtraction. - Toplama doğru ama çıkarmanda bir hata var.

I like addition but not subtraction. - Toplamayı severim ama çıkarmayı değil.

ıslık sesi çıkarmak
swish
çıkarma
removal
çıkarmak (inilti/ses)
utter
çıkarmak (maden)
mine
çıkarmak (masraf)
pay off
çıkarmak (matematik)
take away
çıban çıkarmak
to develop boils
çıngar çıkarmak
to kick up a row, to make a scene
çıngar çıkarmak
to start a row
açığa çıkarmak
expose
günah çıkarmak
confess
anlam çıkarmak
infer
baştan çıkarmak
seduce
temize çıkarmak
absolve
ortaya çıkarmak
conceive
ortaya çıkarmak
detect
açığa çıkarmak
dismiss
emme sesi çıkarmak
suck
boşa çıkarmak
cancel
ses çıkarmak
utter
(giysi) çıkarmak
take off
boşa çıkarmak
disappoint
boşa çıkarmak
frustrate
dışarı çıkarmak
put out
tadını çıkarmak
relish
tadını çıkarmak
bask
çıkarma
{i} issue

A common way to finance a budget deficit is to issue bonds. - Bir bütçe açığını finanse etmek için ortak bir yöntem tahviller çıkarmaktır.

Saudi Arabia does not issue tourist visas. - Suudi Arabistan turist vizeleri çıkarmamaktadır.

tadını çıkarmak
enjoy

We drove too fast to enjoy the beautiful scenery. - Güzel manzaranın tadını çıkarmak için fazla hızlı sürdük.

He rented a room on the top floor in order to enjoy a good view. - O iyi bir manzaranın tadını çıkarmak için üst katta bir oda kiraladı.

işten çıkarmak
fire
Çıkarma
(Tekstil) Remove

You must remove your shoes before entering a house. - Eve girmeden önce ayakkabılarınızı çıkarmanız gerekir.

Doctors were afraid to remove the bullet. - Doktorlar, kurşunu çıkarmaya korkuyorlardı.

açığa çıkarmak
display
baştan çıkarmak
inveigle
bokunu çıkarmak/ın/, bok etmek
to spoil
buhar çıkarmak
steam
cin çıkarmak
exorcize
elden çıkarmak
throw away
fatura çıkarmak
to bill
göklere çıkarmak
magnify
haklı çıkarmak
legitimize
kabuğunu çıkarmak
to shell
ortaya çıkarmak
unearth
ortaya çıkarmak
discover
ortaya çıkarmak
bring out

Poverty does more to bring out the worst in people and conceal the best than anything else in the world. - Yoksulluk insanlardaki en kötüyü ortaya çıkarmak ve en iyiyi gizlemek için dünyadaki başka her şeyden daha fazlasını yapar.

ovarak çıkarmak
wipe out
parasını çıkarmak
recoup
sonuç çıkarmak
read
sonuç çıkarmak
deduce
sonuç çıkarmak
draw conclusion
sorun çıkarmak
make a fuss
suçsuz çıkarmak
exonerate
tadını çıkarmak
to enjoy fully, to luxuriate in sth, to savour, to savor
topraktan çıkarmak
unearth
yasa çıkarmak/koymak/yapmak
to make laws
yenilik çıkarmak
to innovate
çileden çıkarmak
enrage
çık
drop out of
çıkarma
{i} emission
çıkarma
(Askeri) invasion
çıkarma
taking out
ıskartaya çıkarmak
cull
(yasa) çıkarmak
establish
(yasa) çıkarmak
enact
anlam çıkarmak
make sense out of
anlam çıkarmak
(Dilbilim) extrapolate
baştan çıkarmak
entice
buhar çıkarmak
reek
davetiye çıkarmak
invite
devreden çıkarmak
cut-out
devreden çıkarmak
(Bilgisayar) desactivate
domuz gibi ses çıkarmak
grunt
elden çıkarmak
get rid of
elinden çıkarmak
sell
elinden çıkarmak
sell off
emir çıkarmak
enact
giysi çıkarmak
take off
isten çıkarmak
sack
isten çıkarmak
fire
isyan çıkarmak
revolt
kanun çıkarmak
enact
karanlık çıkarmak (foto)
underexpose
kavga çıkarmak
provoke a quarrel
kavga çıkarmak
kick up a fuss
kavga çıkarmak
kick up
kavga çıkarmak
(deyim) raise hell
kesit çıkarmak
transect
kim olduğunu çıkarmak
place
leke çıkarmak
get out the stain
maden çıkarmak
mine
mesele çıkarmak
sow discord
meydana çıkarmak
elicit
olay çıkarmak
put on a scene
olay çıkarmak
stir up trouble
olay çıkarmak
(Konuşma Dili) raise cain
ortaya çıkarmak
disclose
sigara çıkarmak
sigara içmek
sonuç çıkarmak
deduce from
sonuç çıkarmak
infer
sorun çıkarmak
act up
sorun çıkarmak
raise an issue
sorun çıkarmak
stir up trouble
suret çıkarmak
duplicate
suret çıkarmak
make a copy
suçlu çıkarmak
convict
tulum çıkarmak
skin an animal
tık sesi çıkarmak
click
yasa çıkarmak
enact
yasa çıkarmak
legislate
yekun çıkarmak
add up
yerinden çıkarmak
unsettle
yerinden çıkarmak
disjoint
zorla çıkarmak
rout out
zorla çıkarmak
oust
zorluk çıkarmak
make difficulties
çık
(Bilgisayar) break

I left home without having breakfast yesterday. - Ben dün kahvaltı etmeden evden çıktım.

I went for a walk after breakfast. - Kahvaltıdan sonra yürüyüşe çıktım.

çık
(Bilgisayar) escape

Her name often escapes me. - Onun adı sık sık hatırımdan çıkıyor.

They wanted to escape on vacation. - Tatile çıkmak istediler.

çıkarma
mount
çıkarma
vent
çıkarma
removing

He jumped into water without removing his clothes. - O giysilerini çıkarmadan suya atladı.

çıkarma
desorption
çıkarma
educt
çıkarma
slag discharge
çıkarma
description
çıkarma
deletion

Additions and deletions are not shown immediately. - Ekleme ve çıkarmalar hemen gösterilmiyor.

çık
{f} exit

Where is the emergency exit? - Acil çıkış kapısı nerede?

The exit flowrate is proportional to the pressure difference around the exit valve. - Çıkıştaki akış hızı, çıkış kapakçığının etrafındaki basınç farkıyla orantılıdır.

çık
got out

The argument quickly got out of control. - Tartışma hızla kontrolden çıktı.

When I got out of prison, Tom helped me get back on my feet. - Hapishaneden çıktığımda, Tom tekrar ayaklarımın üstünde durmama yardımcı oldu.

çık
{f} exited

The old woman exited the bus. - Yaşlı kadın otobüsten çıktı.

Tom exited the tunnel at 80 miles an hour. - Tom saatte 80 mil hızla tünelden çıktı.

çık
went forth
çık
go out

I'm going to go out this afternoon. - Bu öğleden sonra dışarıya çıkacağım.

I wish you would shut the door when you go out. - Keşke dışarı çıktığın zaman kapıyı kapatsan.

çık
move up
çık
emerge

The robber emerged from the darkness. - Karanlıktan bir soyguncu ortaya çıktı.

Where is the emergency exit? - Acil çıkış kapısı nerede?

çık
gone forth
çık
took off for
çık
go forth
çık
emanate
çık
take off for
çık
taken off for
çık
get out

By the time you get out of prison, she'll have been married. - Sen hapishaneden çıkıncaya kadar o evlenmiş olacak.

They'll get out of class in forty minutes. - Kırk dakika içerisinde sınıftan çıkacaklar.

çıkarma
deduction
çıkarma
dismissal

The manager threatened him with dismissal. - Müdür onu işten çıkarma ile tehdit etti.

çıkarma
{i} subtracting
çıkarma
dismantlement
çıkarma
eduction
çıkarma
disqualification
çıkarma
extrusion
çıkarma
{i} omitting
çıkarma
extrication
çıkarma
expulsion
çıkarma
issuing
التركية - التركية
Resim yapmak veya fotoğraf çektirmek
Giysi, ayakkabı gibi şeyleri vücuttan ayırmak, soymak
Hatırlamak
Üçüncü bir sayı elde etmek üzere belli bir sayıdan, daha az değerli başka bir sayı kadar birim eksiltmek, tarh etmek
Bir şeyi bir örneğe göre yapmak: "Yeni öğrendiği bir tangoyu piyanoda tek parmakla çıkarmaya çalışan İlhami..."- H. Taner. Üçüncü bir sayı elde etmek üzere belli bir sayıdan, daha az değerli başka bir sayı kadar birim eksiltmek, tarh etmek
Giysi, ayakkabı gibi şeyleri vücuttan ayırmak, soymak: "İhtiyar hatun, onun ayakkabılarını ve ceketini çıkarıp çekilip gitmişti."- S. F. Abasıyanık
Göstermek: "Sosyeteye bir ustabaşıyı kocam diye çıkaracaksın."- M. Ş. Esendal
Yayımlamak
Yayımlamak: "Gençlerin tenkitlerini gördü, yeni çıkardıkları edebiyat tarihlerini karıştırdı."- O. S. Orhon
Çıkmasını sağlamak, çıkmasına sebep olmak
Söylemek: "Bu dedikoduyu ortaya mutlak bizim arkadaş çıkarmıştır."- O. C. Kaygılı
Sunmak
Söylemek
Anlamak, ne olduğunu bilmek, sezmek
Yükü boşaltmak: "Karşıki kıyıda yün denkleri çıkaran gemiye haykırdık, işaretler ettik."- R. H. Karay
İlgisini keserek uzaklaştırmak
Bulmak, ortaya koymak
Sağlamak, elde etmek
Yapmak, üretmek
Gibi göstermek, bir davranış yüklemek
Zararını çektirmek
Birinin veya bir şeyin çıkmasını sağlamak, çıkmasına sebep olmak: "Cebinden maroken kaplı bir defter çıkardı."- Ö. Seyfettin
Bir örneğe göre yapmak
Sindirim yolundan dışarı atmak
Döküntülü hastalığa tutulmak
Sonunu getirmek
Yollamak, göndermek
Gidermek
Hatırlamak: "Adamı nereden tanıdığımı tam olarak çıkarmaya çalıştım."- N. Cumalı
Çok hoşlanmak
Göstermek
Sebep olmak, yol açmak
Sebep olmak, yol açmak: "Bir dedektif bürosu açmış, hükûmet zorluk çıkardığından kapatmıştı."- R. H. Karay
Döküntülü hastalığa tutulmak. Çok hoşlanmak: "Lezzetini çıkara çıkara hikâyesine devam ediyordu."- R. H. Karay. Öfke, hırs, acı gibi şeylerin zararını çektirmek
Yükü boşaltmak
(Hukuk) ISDAR ETMEK
(Osmanlı Dönemi) NEŞT
(Osmanlı Dönemi) FAZA'
(Osmanlı Dönemi) IHLA'
(Osmanlı Dönemi) NETŞ
(Osmanlı Dönemi) NAKT
tayyetmek
(Osmanlı Dönemi) MAHT
(Osmanlı Dönemi) NETH
(Osmanlı Dönemi) TENHIYE
(Osmanlı Dönemi) FEŞŞ
(Osmanlı Dönemi) IHTİLA'
tadını çıkarmak
Bir şeyin veya durumun keyfini etmek
Çıkarma
tarh
çıkarma
Çıkarmak işi
çıkarma
Kıyılara ve en çok düşman kıyılarına asker indirme, asker çıkarma
çıkarma
Çıkarmak işlemi, tarh
çıkarma
Çıkarmak işi. Çıkarmak işlemi, tarh
çıkarma
Kıyılara ve en çok düşman kıyılarına asker indirme
çıkarmak
المفضلات