âdil

listen to the pronunciation of âdil
التركية - الإنجليزية
equitable
just

Not all laws are just. - Bütün kanunlar adil değildir.

Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment. - Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.

{s} fair

Mr. Hashimoto is fair to us. - Bay Hasimoto bize karşı adil.

They should also be fair to others. - Onlar da başkalarına adil olmalıdır.

impartial

The verdict was fair and impartial. - Karar adil ve tarafsızdı.

Please be fair and impartial. - Lütfen adil ve tarafsız olun.

even-handed
dealing justly
right-minded
nondiscriminatory
(Ticaret) square
(isim) Man with justice; fair, just
righteous
even handed
just, dealing justly
(Hukuk) equitable, fair
just, equitable, fair, impartial, clean
scrupulous
right minded
fair-minded
clean
fair to
fairer
fairminded
fair minded
{s} lawful
square

Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others. - Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.

Do you think they gave Tom a square deal? - Onların Tom'a adil davrandığını düşünüyor musun?

conscionable
adil yargılama
fairness
adil bir şekilde
fairly
adil bir şekilde
impartially
adil bir şekilde
justly
adil bir şekilde davranmak
do justice
adil davranmak
treat fairly
adil değil
it is not fair
adil değil
unfair
adil kullanım
(Bilgisayar) fair use
adil olmak
be fair
adil olmayan
unfair
adil ticaret
(Ticaret) fair trade
adil yargılama
(Hukuk) fair trial
adil yargılanma hakkı
(Kanun) right to a fair trial
adil anlaşma
(deyim) square deal
adil anlaşma
fair agreement
adil anlaşma
(deyim) fair deal
adil bölüşüm
fair distribution
adil ceza
nemesis
adil davranmak
be just to smb
adil dünya hipotezi
(Pisikoloji, Ruhbilim) just-world hypothesis
adil dünya inancı
(Pisikoloji, Ruhbilim) belief in a just world
adil fiyat
equitable price
adil gelir dağılımı
(Ticaret) fair income distribution
adil getiri fiyatı
(Ticaret) fair-return price
adil işlem
(Kanun) fair treatment
adil kullanım
(Hukuk) equitable use
adil muamele
(Hukuk) fair treatment
adil neden
(Ticaret) just cause
adil olma
justness
adil olmak
hold the scales even
adil olmama
(Kanun) inequity
adil olmamak
be unfair
adil piyasa fiyatı
(Ticaret) fair market price
adil tutum
fair approach
adil tutum
fair conduct
adil vergi
(Ticaret) equitable tax
adil yargı
(Kanun) natural justice
adil yargılama ilkesi
(Kanun) fair trial principle
adil ücret
(Ticaret) fair wages
yedi adil
(Kanun) sequestrator
التركية - التركية
(Osmanlı Dönemi) âdâlet eden, her zaman adâletle hükmeden Allah
Adaletle iş gören, adaletten, haktan ayrılmayan, hakkı yerine getiren, adaletli
Adaletle iş gören, adaletten, doğruluktan ayrılmayan, hakkı yerine getiren, adaletli
Hakka uygun, haklı
ADİL
(Osmanlı Dönemi) Eş, denk, akran, benzeri. Ölçüde, miktarda eşit olan
ÂDİL
(Osmanlı Dönemi) (Âdile) Adâlet eden. Allah'ın emirlerini noksansız tatbik eden. Doğru. Doğruluk gösteren. Adâlet sahibi. (Bak: Adâlet)(Meselâ bir hükümdâr-ı âdil, ihkak-ı hak için mazlumların hakkını zâlimlerden almakla ve fakirleri kavilerin şerrinden muhafaza etmekle ve herkese müstahak olduğu hakkı vermekle lezzet alması, iftihar etmesi, memnun olması; hükümdarlığın ve adaletin bir kaide-i esasiyesi olduğundan elbette Hâkim-i Hakim, Adl-i Âdil olan Zât-ı Hayy-ı Kayyumun bütün mahlukatına, hususan zihayatlara "hukuk-u h
MÜN'ADİL
(Osmanlı Dönemi) (Adul. dan) Doğru yoldan sapan. Cayan