تعريف (spread) في الإنجليزية التركية القاموس.
- spread
- yayılmış
Ateş yandaki evin duvarlarına kadar yayılmıştı.
- The fire spread and licked the neighboring house.
- spread
- {f} yaymak; sermek; yayılmak: Spread that rug on the ground. O halıyı yere yay. The news is spreading. Haber yayılıyor
- spread out
- yayılmak
- spread
- {i} şölen
- spread out
- açmak
- spread
- iyice açılmış
- spread
- dağılmış
- spread
- (Ticaret) alış-satış farkı
- spread
- bulaşmak
- spread
- iki uç arasındaki uzunluk
- spread
- (Ticaret) alım-satım marjı
- spread
- çalmak
- spread
- yaygın
- spread
- iki uç arasındaki genişlik
- spread
- (Ticaret) iki fiyat arasındaki fark
- spread
- (Ticaret) bir yerine iki fiyat verme
- spread
- (Arılık) kuluçkanın yayılması
- spread
- (Ticaret) alış satış farkı
- spread
- dökmek (gübre vb'ni tarlaya)
- spread
- sıçramak
- spread
- (Askeri) yayma
Bacaklarını yaymadan önce battaniyeyi kontrol et.
- Check your blanket before spreading your legs.
Tom Mary hakkında yalanları yaymakla suçluydu.
- Tom was guilty of spreading lies about Mary.
- spread
- (Denizbilim) ağız açıklığı
- spread
- sirayet etmek (hastalık)
- spread
- çiftlik
- spread
- sürüştürmek
- spread
- saçılmak
- spread
- neşrolunmak
- spread out
- yayılı
- spread
- genişlemiş
- cause to spread
- yayılmasına neden ol
- spread
- bölmek
- spread
- örtmek
- spread
- sürmek
- spread
- dağıtmak
O, mesajı dağıtmak için ceza evine gitmek istiyor.
- He wants to go to jail to spread the message.
- spread
- yaymak
Tom Mary hakkında yalanları yaymakla suçluydu.
- Tom was guilty of spreading lies about Mary.
O, ayartıcı ahlakla ve tehlikeli fikirleri yaymakla suçlandı.
- He was accused of corrupting morals and spreading dangerous ideas.
- spread
- yayılış
- spread
- yayılmak
- spread
- açılmak
- spread
- kenara çekilmek
- spread
- uzanıp gitmek
- spread
- genişlik
- spread
- {f} yayıl
Isı odanın her tarafına elektrik sobasıyla yayıldı.
- Heat was spread throughout the room by the electric stove.
Kasvetli bir manzara, her yöne millerce yayıldı.
- A dreary landscape spread out for miles in all directions.
- spread
- sermek
- spread
- açmak
- spread
- bölüştürmek
- spread
- dağılma
- spread
- örtü
Masaya bir örtü serdi.
- She spread a cloth over the table.
Garson masaya beyaz bir örtü serdi.
- The waitress spread a white cloth over the table.
- spread foundation
- yayık taban
- spread like wildfire
- ağızda sakız olmak
- spread oneself too thin
- kırk tarakta bezi olmak
- spread over
- yayıl
- spread
- açık
- ask spread
- dağılmış teklif
- bid-ask spread
- açık arttırmada alıcının verdiği fiyatla istenen bedel arasındaki fiyat farkı
- chocolate spread
- çikolata yayıldı
- lay/spread/pour it on thick
- k. dili 1. fazlasıyla övmek. 2. fazlasıyla eleştirmek, (birinde) fazlasıyla kabahat bulmak. 3. fazlasıyla bahane ileri sürmek
- scattered, spread
- Dağınık yayılma
- spread
- yay
Yangın yayıldı ve komşu evi yaladı.
- The fire spread and licked the neighboring house.
Isı odanın her tarafına elektrik sobasıyla yayıldı.
- Heat was spread throughout the room by the electric stove.
- spread
- yayılma
O, söylentinin yayılmasını engellemeye çalıştı.
- She tried to prevent the rumor from spreading.
Virüsün daha fazla yayılmasını engellemek için ciddi tedbirler alınmalı.
- Drastic measures must be taken to prevent the further spread of the virus.
- spread eagled
- yaymak eagled
- spread footing
- (İnşaat) Radye temel
- spread gossip
- yayılır dedikodu
- spread on
- yaygınlaşmasını
- spread over
- yayil
- spread the word
- Bir şeyi etrafa yaymak, duyurmak; insanları haberdar etmek
- spread with
- yaygınlaştı
- spread-eagle
- şoven
- spread; scattered
- yaymak; dağınık
- yield spread
- Getiri Farkı : benzer vergi ve benzer yükümlülüklere sahip finansal araçların getirileri arasındaki fark
- (virus) to spread
- virüs yayılmak
- beam spread
- (Nükleer Bilimler) demet açılımı veya genişlemesi
- calendar spread
- (Ticaret) takvim spread
- centre spread
- (Ticaret) merkezi dağıtım
- combat spread loading
- (Askeri) dağınık muharebe yüklemesi
- combat spread loading
- (Askeri) DAĞINIK (BÖLÜNMÜŞ) MUHAREBE YÜKLEMESİ: Bindirmede; yüklerin ayrı ayrı gemilere yüklenmesi
- credit spread
- (Ticaret) kredi marjı
- dealing spread
- (Ticaret) al-sat farkı
- droplet spread
- (Tıp) damlacık yayılımı
- error spread
- hatalarin yayilmasi
- fishing spread
- (Denizbilim) ağız genişliği
- full beam spread
- (Askeri) TAM IŞIK YAYILMASI: Bak. "indirect illumination"
- horizontal spread
- (Ticaret) yatay fark
- large spread
- (Askeri) fazla yayılmış
- large spread
- (Askeri) FAZLA YAYILMIŞ: Gözcü tarafından yapılan ve salvo atışlarının patlama noktası arasındaki uzaklığın fazla olduğunu belirten bildirim
- lateral spread
- (Askeri) (NATO) YAN YAYILMA: Ateşi, top hedef hattına dik bir hat üzerinde dağıtmakta kullanılan bir teknik
- lay/spread/pour it on
- {k} fazlasıyla eleştirmek, (birinde) fazlasıyla kabahat bulmak
- lay/spread/pour it on
- {k} fazlasıyla bahane ileri sürmek
- lay/spread/pour it on
- {k} fazlasıyla övmek
- range spread
- (Askeri) MESAFE YAYMASI: İki veya daha fazla birliğin ortalama vuruş, noktasının top-hedef hattında 100 m ara ile olmasını sağlamak amacıyla kullanılan bir teknik
- spread
- (Askeri) KUNDAK AÇMAK: Bir topun kundak kuyruğunu açıp yerleştirmek
- spread
- saçmak
- spread
- genişl
- spread
- {i} yayılım
- spread
- {i} uzatma
- spread
- {f} ayırmak
- spread
- üzerine sermek
- spread
- gergin
- spread
- {i} ara
Snorri Sturluson'un hikayeleri diğer şeylerin arasında Hristiyanlığın Norveç'te nasıl zorla yayıldığını anlatır.
- Snorri Sturluson's stories tells, among other things, how Christianity was spread in Norway by force.
- spread
- {f} gübre
- spread
- {f} uzatmak
- spread
- {f} bulaştırmak
- spread
- {f} döşemek
- spread
- {i} genişleme
- spread
- kurmak teferruatıyla meydana koymak veya kaydetmek
- spread
- {i} ekmeğe sürülen şey
- spread
- {f} göz alabildiğine uzanmak
- spread
- sirayet ettirmek
- spread
- alabildiğine açmak
- spread
- {i} aynı konuyu yazan karşılıklı iki sayfa (gazete)
- spread
- {i} şişmanlık
- spread
- {i} bulaşma
- spread
- {i} yayılma,yay
- spread
- {i} iki uç arasındaki genişlik/uzunluk: What's the spread of this tree? Bu ağacın dallarının yayıldığı alan ne kadar? What is
- spread
- {f} sürülmek
- spread
- {f} iki yana açmak
- spread
- (isim) yayılma, genişleme, dağılma, bulaşma, yayılım, genişlik, açıklık, ara, uzatma, şişmanlık, örtü, ekmeğe sürülen şey, ziyafet, şölen, kâr oranı, aynı konuyu yazan karşılıklı iki sayfa (gazete), sapma (balistik)
- spread
- serilm
- spread
- {i} kâr oranı
- spread
- {f} dağılmak
- spread
- sürülen
- spread
- kaplamak
- spread
- {i} sapma (balistik)
- spread
- neşretmek
- spread
- {f} (spread)
- spread
- {f} uzanmak
- spread
- {i} açıklık
- spread abroad
- yaymak (dedikodu vb.)
- spread abroad
- herkese yaymak
- spread by word of mouth
- ağızdan ağıza yayılmak
- spread eagle
- (fiil) gergin kanatlı kartal, aşırı milliyetçilik, şovenizm, el ve ayaklarını birbirine değdirme (buz pateni)
- spread eagle
- {f} el ve ayaklarını birbirine değdirme (buz pateni)
- spread eagle
- {f} aşırı milliyetçilik
- spread eagle
- {f} şovenizm
- spread eagle
- {f} kolları ve bacakları açarak vücuda X şeklinde görüntü vermek
- spread far and wide
- dünyayı tutmak
- spread its wings
- (kuş) kanatlarını açmak/germek
- spread like wildfire
- büyük bir hızla yayılmak
- spread o.s. thin
- {k} bir sürü işle meşgul olmak, kırk tarakta bezi olmak
- spread one's arms wide
- kollarını alabildiğine açmak
- spread oneself
- kendini harcamak
- spread oneself
- para harcayarak etkilemeye çalışmak
- spread oneself
- yayılmak
- spread out
- ayırmak
- spread out
- genişlemek
- spread out
- sermek
- spread out
- yaymak
- spread out the table
- sofrayı kurmak
- spread out the table
- masayı kurmak
- spread over
- istila etmek
- spread rumors
- dedikodu çıkarmak
- spread s.t. thin
- bir şeyi ince bir tabaka halinde sürmek
- spread sheet
- (Askeri) TEKLİF ZAPTI: Yapılan eksiltme tekliflerinin kaydedildiği zabit
- spread spectrum
- yayili izge (spektrum)
- spread the guns
- (Askeri) ATEŞ TAKSİM ETMEK: Bak. "open sheet"
- spread thickly
- kalın sürmek
- spread wings
- (deyim) spread one's wings calismalarini gelistirmek
- urban spread
- bozuk kentleşme