تعريف (bound) في الإنجليزية التركية القاموس.
- bound
- {f} zıplaya zıplaya gitmek
- bound
- zıplamak
- bound
- sıçramak
- bound
- bağlı
İnsanın beden ve aklı birbirine öylesine bağlıdır ki birini etkileyen diğerini de etkiler.
- The body and the mind of man are so closely bound together that whatever affects one affects the other.
Biz yakın bir dostluk ile birbirimize bağlıyız.
- We are bound to each other by a close friendship.
- bound
- {i} fırlama
- bound
- {i} sınır
Hayatı ölümden ayıran sınırlar azami karanlık ve belirsizdir. Birinin nerede biteceğini ve diğerinin nerede başlayacağını kim söyleyecek?
- The boundaries which divide Life from Death are at best shadowy and vague. Who shall say where the one ends, and where the other begins?
Bu nehir, iki il arasındaki sınırı oluşturur.
- This river forms the boundary between the two prefectures.
- be bound
- e mecbur, ... ile yükümlü
- bound
- {f} sınırlamak
- bound to
- (Fiili Deyim ) zorunda , yükümlü
- bound
- {i} sıçrama
- be bound to something
- Bir şeye bağlılığı/sadâkati olmak
- bound
- hoplamak
- bound
- atlayış
- bound
- kalgımak
- bound
- ciltlenmiş
- bound
- hoplama
- bound
- had
- bound
- sıçrayış
- bound
- bağlanmak
- bound
- sınır koymak
- bound column
- (Bilgisayar) ilişkili sütun
- bound electron
- (Bilgisayar,Teknik) bağlı elektron
- bound for
- -e giden
- bound form
- (Dilbilim) bağımlı biçim
- bound hand and foot
- eli kolu bağlı olmak
- bound hand and foot
- (deyim) çaresiz
- bound hand and foot
- (deyim) eli kolu bağlı
- bound html
- (Bilgisayar) html ilişkisini kur
- bound hyperlink
- (Bilgisayar) köprü ilişkisini kur
- bound in honour
- (Kanun) namus borcu saymakta
- bound long wave
- (Askeri) uzun periyotlu dalga grubu
- bound long waves
- (Askeri) uzun periyotlu dalga grubu
- bound moisture
- (Gıda) bağlı nem
- bound morpheme
- (Dilbilim) bağımlı biçimbirim
- bound object frame
- (Bilgisayar) ilişkili nesne çerçevesi
- bound span
- (Bilgisayar) bağımlı yayılma
- bound tariff rates
- (Politika, Siyaset) zorunlu tarife oranları
- bound to unknown type
- (Bilgisayar) bilinmeyen türe bağlama
- bound variable
- (Matematik) bağımlı değişken
- bound variable
- bağlı değişken
- bound vector
- bağlı vektör
- bound vector
- (Matematik) bağımlı vektör
- bound water
- (Gıda,İnşaat) bağlı su
- bound waves
- (Askeri) dalga grubu
- greatest lower bound
- (Matematik) en büyük alt sınır
- lower bound
- (Matematik) altsınır
- product bound
- (Ticaret) ürüne bağlı
- single bound
- tek bağ
- to be bound
- (Ticaret) bağlı olmak
- upper bound
- üst sınır
- upper bound
- (Matematik) üstsınır
- bound
- düşkün
- bound
- {i} sekme
- be bound hand and foot
- eli kolu bağlı olmak
- bound
- sekmek
- bound
- azimli
- bound
- gidici
- bound
- yükümlü
- bound
- giden
Los Angeles'a giden bir uçağa bindi.
- He boarded a plane bound for Los Angeles.
Tom Tokyo'ya giden bir trene bindi.
- Tom boarded a train bound for Tokyo.
- bound
- kesin
O kesinlikle sınavı geçecek.
- He is bound to pass the test.
Tom kesinlikle yarışı kaybedecek.
- Tom is bound to lose the race.
- bound
- kafasına takmış
- bound
- (for ile) gitmeye hazır
- bound
- {f} bağlan
Rehineler bağlandı ve ağızları kapatıldı.
- The hostages were bound and gagged.
Hırsızın eli ve ayağı bağlandı.
- The thief was bound hand and foot.
- bound
- gitmeye niyetli
- bound
- zıplama
- bound
- gitmek üzere olan
- bound
- bağlanmış
- bound
- mecbur
Tom, yeni dairesine taşınmak için yardım almaya mecbur.
- Tom's bound to need help to move into his new apartment.
- bound
- kesin kararlı
- bound
- ciltli
- bound
- niyetli
- bound
- sınırlarını belirlemek
- bound for
- -e gitmek üzere
- bound set
- sınır ayrımı
- bound to
- zorunlu
O maçı kazanmaya zorunlu.
- He is bound to win the match.
Er ya da geç onun olacağı zorunluydu.
- It was bound to happen sooner or later.
- bound to
- kesinlikle
Tom kesinlikle yarışı kaybedecek.
- Tom is bound to lose the race.
Daha çok çalışmazsan, kesinlikle başarısız olursun.
- You are bound to fail unless you study harder.
- bound to
- garanti
- bound to
- mutlâka
İyi bir antrenörle, yüzücü mutlaka kazanır.
- With a good trainer, the swimmer is bound to win.
- bound up in
- çok ilgili
- bound up in
- -le meşgul
- bound up with
- -e bağlı
- bound up with
- -le ilgili
- branch and bound technique
- dal sınır yöntemi
- cement bound macadam
- çimento makadam
- cloth-bound
- bez ciltli
- cloth-bound
- bez kaplı
- compute bound
- hesaplama sınırlaması
- homeward bound
- evine dönen
- i/o bound
- giriş / çıkış sınırlı
- input bound
- girdi sınırlı
- input/output bound
- giriş / çıkış sınırlı
- least upper bound
- en küçük üst sınır
- lower bound
- alt sınır
- muscle-bound
- kasları çok gelişmiş
- output bound
- çıktı sınırlı
- process bound
- işlem sınırlı
- processor bound
- işlemci sınırlı
- rock-bound
- kayalarla kuşatılmış
- well bound
- yolunda giden
- at a bound
- a bağlı
- be bound to
- -mesi kesin gibi/kesin olmak: "He's bound to win. - Kazanması kesin gibi."
- bed-bound
- Yatağa bağımlı yaşayan kimse
- bound 2
- 2 bağlı
- bound to happen
- ne bağlı
- bound up
- bağlı olmak
- bound up
- ilgili olmak
His life was bound up with the town's history.
- bound volume
- bağlı hacim
- branch and bound
- Dal (ve) sınır yöntemi
- culture bound
- kültüre özgü
- culture-bound
- kültür-bağlı
- earth bound
- toprak bağlı
- flight bound
- uçuş sahası
Yesterday a small explosion set off in a flight bound while a plane about to taken off.
- grid-bound
- şebekeye bağlanmış
- home bound
- eve bağlı
- home-bound
- ev-bağlı
- homeward bound
- memleket yolunda
- leather bound
- deri kaplı
- leather-bound
- (Din) Deri kaplı
- membrane-bound
- (Biyoloji) Zarla çevrili, çevresi zar ile kaplanmış
An eukaryotic cell has a nucleus which is a membrane bound organalle.
- paper bound book
- Kağıt bağlı kitap
- paper bound copy
- Kağıt bağlı kopya
- peripheral bound
- çevresel donatı sinirlamali
- place bound
- yere bağlı
- re bound
- re bağlı
- snow bound
- kar bağlı
- spell bound
- büyülendi
- spiral bound
- spiral bağlı
- time bound
- zamana bağlı
- time bound
- zaman kısıtlamalı
- value-bound
- Değer bağımlı
The theory deserves to be defined as value-bound, if it treats the value judgements as part and parcel of its framework.
- wheelchair-bound
- Tekerlekli sandalyeye mahkum/bağlı
- work bound with another
- işe başka bir ile bağlı
- bound
- f., bak. bind
- bound
- bind bağla
- bound
- {i} avut
- bound
- {s} zorunlu
O maçı kazanmaya zorunlu.
- He is bound to win the match.
Tom unutmaya zorunlu.
- Tom is bound to forget.
- bound
- yaylan/zıpla/sınırla
- bound
- sıçratmak
- bound
- {s} yola çıkmış
- bound
- {s} for -e giden
- bound
- sektirmek
- bound
- bağımlı
- bound
- {f} kuşatmak
- bound
- sınırlarını belirle
- bound
- {f} sekmek, sıçramak, zıplamak, fırlamak
- bound by contract
- sözleşmeye bağlanmış
- bound electron
- bagli elektron
- bound sulphur
- (Havacılık) bileşik kükürt
- bound up with
- ilgili olmak
- bound vortex
- (Havacılık) birleşik girdap
- cloth bound
- bez ciltli
- i will be bound
- eminim
- processor bound
- (Bilgisayar,Teknik) işlemci sınırlamalı
- tightly bound
- sıkıca bağlı
- tightly bound
- sımsıkı bağlanmış