(bir)

listen to the pronunciation of (bir)
الإنجليزية - التركية
kıskaç gözlük pince-nez
birini bir yere bırakmak
Drop someone to somewhere
الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف (bir) في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
bir
British Institute of Radiology
التركية - الإنجليزية

تعريف (bir) في التركية الإنجليزية القاموس.

bir kere
once

You can't be two places at once. - Bir kerede iki yerde olamazsın.

Tom hates it when Mary asks him to explain the same thing more than once. - Mary ondan aynı şeyi bir kereden fazla açıklamasını istediğinde, Tom bundan nefret ediyor.

bir zamanlar
once upon a time

Once upon a time there was a chicken that had a crispbread. - Bir zamanlar bir tavuk vardı, onun bir gözlemesi vardı.

Once upon a time, there was a bad king in England. - Bir zamanlar İngiltere'de kötü bir kral vardı.

bir daha
once more
beklenmedik bir para
windfall
bir kez daha
once more

Explain it once more, Jerry. - Onu bir kez daha açıkla, Jerry.

Please say it once more. - Lütfen onu bir kez daha söyleyin.

düzgün bir şekilde
properly

Musical talent can be developed if it's properly trained. - Düzgün bir şekilde eğitilirse müzikal yetenek geliştirilebilir.

Properly listen to what I'm going to say. - Söyleyeceklerimi düzgün bir şekilde dinle.

bir kez
once

She was late once again. - Bir kez daha geç kalmıştı.

When he was a student, he went to the disco only once. - Öğrenci olduğu zamanlar diskoya sadece bir kez gitti.

bir araya getirmek
gather
bir defada alınan miktar
batch
bir sürü
lots of

Mr Miyake showed me lots of places during my stay in Kurashiki. - Bay Miyake Kurashiki'de kaldığım sırada bana bir sürü yer gösterdi.

There were lots of people at the concert. - Konserde bir sürü insan vardı.

uygun bir şekilde
properly

Tom wanted to do his job properly. - Tom işini uygun bir şekilde yapmak istedi.

We're going to do it properly. - Biz onu uygun bir şekilde yapacağız.

bir kez daha
once again

Let's try once again. - Bir kez daha deneyelim.

You are entitled to try once again. - Bir kez daha deneme hakkın var.

basit bir şekilde
simply
beklenmedik bir şekilde
unexpectedly
nazik bir şekilde
gently
bir anlık
momentary
bir daha
again

I never want to see you here ever again! - Ben bir daha seni burada asla görmek istemiyorum.

Please do that again. - Lütfen onu bir daha yap.

son bir çaba göstermek
spurt
(bir işte) yan çizmek
evade
(bir yer)den
from
(bir yerde) yetişmek
range
bir şey
anything

Can you see anything in there? - Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?

Don't you have anything smaller than that? - Ondan daha küçük herhangi bir şeyin yok mu?

her bir
each

The president appointed each man to the post. - Genel müdür her bir adamı görevine atadı.

Each person paid one thousand dollars. - Her biri bin dolar ödedi.

bir
single

Get both a phone and internet access in a single package! - Tek bir pakette hem bir telefon hem de bir internet erişimi alın!

She left without saying even a single word. - Tek bir kelime bile etmeden ayrıldı.

bir süre
for a while

She pondered the question for a while. - Soruyu bir süre düşünüp taşındı.

He stayed here for a while. - O, bir süre burada kaldı.

bir tarafa
aside

They set aside her objections. - Onun itirazlarını bir tarafa bıraktılar.

katı bir biçimde
strictly
insanı kamçılayan bir durum
challenge
bir yıl yaşayan bitki
annual
herhangi bir
certain

Tom certainly works as hard as anyone else on his team. - Tom kesinlikle takımındaki herhangi biri kadar çok çalışıyor.

Tom certainly didn't let anyone know that he was arriving today. - Tom kesinlikle bugün geleceğini herhangi birinin bilmesine izin vermedi.

bir tek
only

The question can only be interpreted a single way. - Sorun sadece bir tek şekilde yorumlanabilir.

Only those who believe in the future believe in the present. - Bir tek geleceğe şu inananlar, o ana inanır.

bir
uni
bir iş için gönderme
errand
bir kenara
aside

She set it aside for future use. - O, onu ileride kullanmak üzere bir kenara koydu.

Tom laid the book aside and looked up. - Tom kitabı bir kenara koydu ve yukarı baktı.

bir kenara koymak
set aside
bir yığın
heap
on bir
eleven

Since 1990, eleven female students received the award. - 1990'dan beri, on bir bayan öğrenci ödülü aldı.

Rooms should be left vacant by eleven a.m. on the day of departure. - Odalar, ayrılış gününde saat on bire kadar boş bırakılmalıydı.

yumuşak bir biçimde
gently

She laid the child down gently. - O, çocuğu yumuşak bir biçimde yere yatırdı.

bir
un
bir kenara
by
sade bir şekilde
simply

Would you please explain it more simply? - Lütfen onu daha sade bir şekilde açıklar mısın?

bir merkezden yayılmak
radiate
bir ayağı çukurda
decrepit
bir
one person or thing
bir tutmak
identify
Britanya'nın bir kontluğu
Somerset
aklı bir karış havada
flighty
arada bir
from time to time, now and then
arada bir
(every) now and then, occasionally, once in a while, now and then
başka bir
another
berbat bir şekilde
badly

The badly burnt pilot was still in the cockpit. - Berbat bir şekilde yanmış pilot hâlâ pilot kabinindeydi.

He badly exaggerated his ability to achieve a breakthrough. - O bir atılımı gerçekleştirmek için yeteneğini berbat bir şekilde abarttı.

beşte bir
one fifth
bilinçli bir şekilde
consciously
bir
alone
bir an için
momentarily

Tom paused momentarily. - Tom bir an için durakladı.

Tom was momentarily disoriented. - Tom bir an için şaşırmıştı.

bir ara
some time or other
bir araya gelmek
come together
bir araya gelmek
cluster
bir başkasıyla aynı amaca hizmet eden kişi
(Hukuk) counterpart
bir bir
one by one

One by one, the members told us about their strange experience. - Üyeler bir bir garip hikayelerini anlattı.

One by one, the members told us about their strange experience. - Üyeler bir bir enteresan hikayelerini anlattı.

bir daha gözden geçirmek
revise
bir dahaki
next

We'll meet next time at ten o'clock, June the first, next year. - Bir dahaki sefere saat onda, 1 Haziran'da, gelecek sene buluşacağız.

Next time you come to see me, I will show you the book. - Bir dahaki sefere beni görmeye geldiğinde, sana kitabı göstereceğim

bir deri bir kemik
skinny
bir deri bir kemik
emaciated
bir deri bir kemik
rawboned
bir gecelik
overnight

It was an overnight sensation. - Bu bir gecelik heyecandı.

I am planning to make an overnight trip to Nagoya. - Nagoya'ya bir gecelik gezi yapmayı planlıyorum.

bir ihtimal
perchance
bir ihtimal
perhaps

Could you perhaps translate that for me? - Bir ihtimal bunu benim için çevirir misin?

bir kararın veya bir hareketin olası etkisi
(Hukuk) implication
bir kez
one time

I've been to Canada one time. - Kanada'da bir kez bulundum.

I'm only going to ask you this one time, Tom. - Ben bunu sana sadece bir kez soracağım, Tom.

bir konu hakkında genel tanıtım yapmak
(Hukuk) to introduce
bir müddet
awhile, for a while
bir nebze
a little bit
bir sefer
one time

The clinic allowed only two visitors per patient at any one time. - Klinik, bir seferde hasta başına iki ziyaretçiye izin verdi.

How many books can I take out at one time? - Ben dışarıya bir seferde kaç tane kitap alabilirim?

bir seferde
at a time

Do one thing at a time. - Bir seferde bir şey yapın.

Perhaps you should try doing one thing at a time. - Belki bir seferde bir şey yapmaya çalışmalısın.

bir sonra
next

When is the next guided tour? - Bir sonraki rehberli tur saat kaçta?

I think we get off at the next stop. - Sanırım bir sonraki durakta ineceğiz.

bir sonraki
next

I think we get off at the next stop. - Sanırım bir sonraki durakta ineceğiz.

When is the next guided tour? - Bir sonraki rehberli tur saat kaçta?

bir sorunu enine boyuna incelemek
(Hukuk) deliberation
bir süre
awhile, for a time
bir süre
awhile

We're going to have good weather for awhile. - Bir süreliğine daha havalar güzel olacak.

I'll bet Madonna doesn't return to her career for awhile. - Madonna'nın kariyerine bir süre için geri dönmeyeceğine bahse girerim.

bir süre sonra
in time
bir tür elma
russet
bir türlü
in no way
bir türlü
in one way or another
bir türlü
just as bad
bir yazıyı gözden geçirip düzeltmek
(Hukuk) revise
bir yerde
somewhere

You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth. - Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.

I saw her somewhere two years ago. - Onu ben iki yıl önce bir yerde gördüm.

bir yere götürmek
take someone off
bir yere götürmek
take something off
bir yıllık bitki
annual
bir zamanlar
once

All this worldly wisdom was once the unamiable heresy of some wise man. - Bütün bu dünyevi bilgelik bir zamanlar herhangi bir bilge adamın sevimsiz sapıklığıydı.

I have seen him once on the train. - Onu bir zamanlar trende gördüm.

bir şey değil
not at all

This is not at all what Tom expected. - Bu hiç de Tom'un beklediği bir şey değil.

bir şeye çözüm bulmak
sort something out
ciddi bir şekilde
severely

The storm severely damaged the crops. - Fırtına ürünlere ciddi bir şekilde zarar verdi.

Tom was beaten severely. - Tom ciddi bir şekilde yenildi.

derin bir nefes alma
sigh
derin bir nefes alma
sigh of relief
değişik bir meslek için eğitmek
retrain
dikkatli bir şekilde
rigorously
dinç bir şekilde
vigorously
harika bir biçimde
awesomely
her (bir)
every
iki haftada bir olan
biweekly
iyi bir yere saklamak
stash
içi dışı bir
genuine
kendini bir şey sanan
self righteous
kendini bir şey sanan önemsiz tip
pipsqueak
komik bir şekilde
ridiculously
kusursuz bir şekilde
flawlessly
kırk yılda bir
seldom

She seldom, if ever, goes to movies by herself. - Nadiren, kırk yılda bir, kendi başına sinemaya gider.

My grandmother used to go out for a walk almost every day, but now she seldom, if ever, goes out. - Büyükannem hemen hemen her gün bir yürüyüş için dışarı çıkardı fakat şimdi o nadiren, kırk yılda bir, dışarı çıkar.

mükemmel bir şekilde
flawlessly
orakla bir defada biçilen yer
swath
sakin bir biçimde
quietly
sevimli bir biçimde
endearingly
size uygun gelen bir zamanda
at your convenience
suçsuz bir şekilde
innocently
tutumlu bir şekilde
economically
uygun bir biçimde
seemly
yerle bir etmek
raze
yumuşacık bir şekilde
smoothly
zorlayıcı bir şekilde
(Hukuk) drastically
çarpıcı bir biçimde
conspicuously
bir hayli
many

There are many books on this subject. - Bu konuda bir hayli kitap var.

There are many rare fish at the aquarium. - Akvaryumda bir hayli nadir balık var.

bir kenara bırakmak
put away
bir takım
several

A combination of several mistakes led to the accident. - Bir takım hataların birleşimi kazaya neden oldu.

Several houses were damaged in the last storm. - Son fırtınada bir takım evler hasar gördü.

bir türlü
somehow
herhangi bir şey
anything

Don't you have anything smaller than that? - Ondan daha küçük herhangi bir şeyin yok mu?

Can you see anything in there? - Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?

kararlı bir şekilde
firmly

I shall never forgive Gilbert Blythe, said Anne firmly. - Anne kararlı bir şekilde Gilbert Blythe'ı asla affetmeyeceğim dedi.

içi dışı bir
sincere
-ecek bir şekilde
so as to
adil bir şekilde
justly
adil bir şekilde
impartially
adil bir şekilde
fairly
adil bir şekilde davranmak
do justice
ancak ufak bir grupça bilinen
esoteric
aptal bir şekilde
witlessly
arada bir
occasionally
arada bir
from time to time
arada bir
now and then

Tom comes here every now and then. - Tom arada bir buraya gelir.

He comes to visit us every now and then. - Arada bir bizi ziyaret etmeye gelir.

arada bir
every now and again
arada bir
every so often

I play golf every so often. - Arada bir golf oynarım.

arada bir
(deyim) few and far between
arada bir
at times

He gets tough at times. - O arada bir saldırganlaşır.

atlamak (bir şeye tutunarak)
swing
basamak bir
(Bilgisayar) digit one
başka bir yere göndermek
send away
belirgin bir fark
a marked difference
belirgin bir şekilde
prominently
belirsiz bir miktar
some
belirsiz bir sayı
(Matematik) n
belli bir oranda
a certain extent
belli bir tip
standard
benzersiz bir şekilde
incomparably
berbat (bir durum)
abject
berbat bir halde olan
wretched
berbat bir şekilde
terribily
bereketli bir biçimde
productively
beyhude bir arayış
wild-goose chase
bilinçli bir şekilde
facultatively
bin bir
great many
bin bir
numerous
binde bir
very rarely
binde bir
(Bilgisayar) milli-
bini bir paraya
a lot of
bini bir paraya
lots of
bini bir paraya
many
bir
uni-
bir
one and the same
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
once
bir
just
bir
if only
bir amaca yönelik
purposeful
bir an önce
right away

Tom says he wants to get married right away. - Tom bir an önce evlenmek istediğini söylüyor.

Why did you put the chicken in such a difficult place to get when you knew that I wanted to use it right away? - Bir an önce onu kullanmak istediğimi bildiğin halde niçin tavuğu böyle alması zor bir yere koydun?

bir an önce
forthwith
bir anlamı olmak
make sense
bir anlamı olmak
add up
bir anlamı olmak
have a meaning
bir araya gelmek
get together

Bill and John like to get together once a month to shoot the breeze. - Bill ve John çene çalmak için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

Bill and John like to get together once a month to talk. - Bill ve John konuşmak için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

bir bütün halinde
(Tıp) enblock
bir bütün olarak
in the aggregate
bir bütün olarak
as a whole
bir büyük
a grown up
bir de
and also
bir de
moreover
bir de
in addition to

In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay. - Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.

bir de
and what's more
bir de
in addition

In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay. - Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.

bir de
and what is more

He is a great statesman, and what is more a great scholar. - O büyük bir devlet adamı ve bunun da ötesinde büyük bir bilgindir.

bir de
boot
bir de
also

This financial audit also includes an evaluation of the company's assets. - Bu mali denetim, aynı zamanda şirketin varlıklarının bir değerlendirmesini içerir.

Many people also considered him a madman. - Birçok kişi ayrıca onun bir deli olduğunu düşünüyordu.

bir de bana sor
tell me about it
bir dizi
a range of
bir dizi ...
a series of
bir dizi delikten biri
perforation
bir durumu düzeltmek
(Politika, Siyaset) remedy a situation
bir düz
knit one, purl one
bir hafta önce
one week ago
bir hafta önce
a week ago
bir işin üstesinden gelmek
be equal to
bir kere
begin with
bir kere
start with
bir kere daha
one more time
bir kere daha
encore
bir kere yaz
(Bilgisayar) write once
bir kere yazılır bellek
Write Once Read Many
bir kerede
in one go
bir kez
ever

They go to watch a play once every month. - Onlar her ay bir kez maç izlemeye giderler.

I promised my parents I would visit them at least once every three months. - Ebeveynlerime en az her üç ayda bir kez onları ziyaret edeceğime söz verdim.

bir kez
e'er
bir kez daha
on one occasion
bir kez daha
(deyim) once and again
bir kez daha
one more time

I'll say it one more time. - Bir kez daha söyleyeceğim.

If I go by air one more time, I'll have flown in an airplane five times. - Ben bir kez daha hava yoluyla gidersem uçakta beş kez uçmuş olurum.

bir kez sor
(Bilgisayar) ask once
bir kez yumurtlayan
(Denizbilim) semelparous
bir kez çalıştır
(Bilgisayar) run once
bir nevi
sort of

I sort of had a crush on Tom. - Ben bir nevi Tom'a aşık oldum.

bir olayı çözmek
(Argo) dope
bir seferde
in one go
bir seçim yapmak
make a choice
bir sorunu çözmek
sort something out