(bir)

listen to the pronunciation of (bir)
الإنجليزية - التركية
kıskaç gözlük pince-nez
birini bir yere bırakmak
Drop someone to somewhere
الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف (bir) في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
bir
British Institute of Radiology
التركية - الإنجليزية

تعريف (bir) في التركية الإنجليزية القاموس.

bir kere
once

I met your father once. - Bir keresinde babanla karşılaştım.

You can't be two places at once. - Bir kerede iki yerde olamazsın.

bir zamanlar
once upon a time

Once upon a time there was a poor man and a rich woman. - Bir zamanlar yoksul bir adam ve zengin bir kadın vardı.

Once upon a time, there was a pretty little house way out in the country. - Bir zamanlar köyün çıkışında küçük güzel bir ev varmış.

bir daha
once more
beklenmedik bir para
windfall
bir kez daha
once more

Read it once more, please. - Onu bir kez daha okuyun, lütfen.

She'll try it once more. - O onu bir kez daha deneyecek.

düzgün bir şekilde
properly

Musical talent can be developed if it's properly trained. - Düzgün bir şekilde eğitilirse müzikal yetenek geliştirilebilir.

Properly listen to what I'm going to say. - Söyleyeceklerimi düzgün bir şekilde dinle.

bir kez
once

She was late once again. - Bir kez daha geç kalmıştı.

Stir once every fifteen minutes. - Her on beş dakikada bir kez karıştırın.

bir araya getirmek
gather
bir defada alınan miktar
batch
bir sürü
lots of

Our plan has lots of advantages. - Planımızın bir sürü avantajı var.

Lots of famous people come here. - Bir sürü ünlü kişi buraya gelir.

uygun bir şekilde
properly

Are you unable to see properly? - Uygun bir şekilde göremiyor musun?

We're going to do it properly. - Biz onu uygun bir şekilde yapacağız.

bir kez daha
once again

Could you please repeat it once again? - Lütfen onu bir kez daha tekrarlar mısın?

Let's try once again. - Bir kez daha deneyelim.

basit bir şekilde
simply
beklenmedik bir şekilde
unexpectedly
nazik bir şekilde
gently
bir anlık
momentary
bir daha
again

I never want to see you here ever again! - Ben bir daha seni burada asla görmek istemiyorum.

Please do that again. - Lütfen onu bir daha yap.

son bir çaba göstermek
spurt
(bir işte) yan çizmek
evade
(bir yer)den
from
(bir yerde) yetişmek
range
bir şey
anything

Let me know if you are in need of anything. - Eğer bir şeye ihtiyacın olursa haberim olsun.

Don't you have anything smaller than that? - Ondan daha küçük herhangi bir şeyin yok mu?

her bir
each

The tickets are 1,000 yen each. - Biletlerin her biri 1.000 yen.

Each person paid one thousand dollars. - Her biri bin dolar ödedi.

bir
single

I don't have a single enemy. - Benim tek bir düşmanım yok.

Did God really create the earth in a single day? - Tanrı, dünyayı gerçekten tek bir günde mi yarattı?

bir süre
for a while

He stayed here for a while. - O, bir süre burada kaldı.

He stood there for a while. - O, bir süre orada durdu.

bir tarafa
aside

They set aside her objections. - Onun itirazlarını bir tarafa bıraktılar.

katı bir biçimde
strictly
insanı kamçılayan bir durum
challenge
bir yıl yaşayan bitki
annual
herhangi bir
certain

I'm not certain about anything. - Herhangi bir şey hakkında emin değilim.

I met her on a certain winter day. - Herhangi bir kış gününde ona rastladım.

bir tek
only

Will I be the only one going to the party? - Bir tek ben mi partiye gideceğim?

Everyone has a house to go to, a home where they can find shelter. My house is the desert, my home the barren heath. The north wind is my fire, the rain my only bath. - Herkesin gidebileceği bir evi, sığınabileceği bir yuvası var. Benim evim çöllerdir, yurdum çorak topraklar. Kuzey rüzgarı ışığım, yağmurda bir tek paklanırım.

bir
uni
bir iş için gönderme
errand
bir kenara
aside

Tom laid the book aside and looked up. - Tom kitabı bir kenara koydu ve yukarı baktı.

After dinner, George's dad took him aside. - Akşam yemeğinden sonra, George'nin babası onu bir kenara aldı.

bir kenara koymak
set aside
bir yığın
heap
on bir
eleven

Rooms should be left vacant by eleven a.m. on the day of departure. - Odalar, ayrılış gününde saat on bire kadar boş bırakılmalıydı.

Since 1990, eleven female students received the award. - 1990'dan beri, on bir bayan öğrenci ödülü aldı.

yumuşak bir biçimde
gently

She laid the child down gently. - O, çocuğu yumuşak bir biçimde yere yatırdı.

bir
un
bir kenara
by
sade bir şekilde
simply

Would you please explain it more simply? - Lütfen onu daha sade bir şekilde açıklar mısın?

bir merkezden yayılmak
radiate
bir ayağı çukurda
decrepit
bir
one person or thing
bir tutmak
identify
Britanya'nın bir kontluğu
Somerset
aklı bir karış havada
flighty
arada bir
from time to time, now and then
arada bir
(every) now and then, occasionally, once in a while, now and then
başka bir
another
berbat bir şekilde
badly

Mary has been badly let down. - Mary berbat bir şekilde hayal kırıklığına uğratıldı.

The badly burnt pilot was still in the cockpit. - Berbat bir şekilde yanmış pilot hâlâ pilot kabinindeydi.

beşte bir
one fifth
bilinçli bir şekilde
consciously
bir
alone
bir an için
momentarily

Tom was momentarily silent. - Tom bir an için sessizdi.

Tom is expected to arrive momentarily. - Tom'un bir an için varması bekleniyor.

bir ara
some time or other
bir araya gelmek
come together
bir araya gelmek
cluster
bir başkasıyla aynı amaca hizmet eden kişi
(Hukuk) counterpart
bir bir
one by one

One by one, the members told us about their strange experience. - Üyeler bir bir enteresan hikayelerini anlattı.

One by one, the members told us about their strange experience. - Üyeler bir bir garip hikayelerini anlattı.

bir daha gözden geçirmek
revise
bir dahaki
next

Tom asked Mary what he should do next. - Tom Mary'ye bir dahaki sefer ne yapması gerektiğini sordu.

Next time you come to see me, I will show you the book. - Bir dahaki sefere beni görmeye geldiğinde, sana kitabı göstereceğim

bir deri bir kemik
skinny
bir deri bir kemik
emaciated
bir deri bir kemik
rawboned
bir gecelik
overnight

It was an overnight sensation. - Bu bir gecelik heyecandı.

I am planning to make an overnight trip to Nagoya. - Nagoya'ya bir gecelik gezi yapmayı planlıyorum.

bir ihtimal
perchance
bir ihtimal
perhaps

Could you perhaps translate that for me? - Bir ihtimal bunu benim için çevirir misin?

bir kararın veya bir hareketin olası etkisi
(Hukuk) implication
bir kez
one time

I've been to Canada one time. - Kanada'da bir kez bulundum.

Can I eat this mushroom? You can eat anything one time. - Bu mantarı yiyebilir miyim? Bir şeyi bir kez yiyebilirsin.

bir konu hakkında genel tanıtım yapmak
(Hukuk) to introduce
bir müddet
awhile, for a while
bir nebze
a little bit
bir sefer
one time

The clinic allowed only two visitors per patient at any one time. - Klinik, bir seferde hasta başına iki ziyaretçiye izin verdi.

How many books can I take out at one time? - Ben dışarıya bir seferde kaç tane kitap alabilirim?

bir seferde
at a time

Perhaps you should try doing one thing at a time. - Belki bir seferde bir şey yapmaya çalışmalısın.

Tom is only supposed to have one visitor at a time. - Tom'un bir seferde sadece bir ziyartçisi olması gerekiyor.

bir sonra
next

You are the next in line for promotion. - Tanıtım sırasında bir sonraki kişisin.

I think we get off at the next stop. - Sanırım bir sonraki durakta ineceğiz.

bir sonraki
next

I think we get off at the next stop. - Sanırım bir sonraki durakta ineceğiz.

When is the next guided tour? - Bir sonraki rehberli tur saat kaçta?

bir sorunu enine boyuna incelemek
(Hukuk) deliberation
bir süre
awhile, for a time
bir süre
awhile

I'll bet Madonna doesn't return to her career for awhile. - Madonna'nın kariyerine bir süre için geri dönmeyeceğine bahse girerim.

We're going to have good weather for awhile. - Bir süreliğine daha havalar güzel olacak.

bir süre sonra
in time
bir tür elma
russet
bir türlü
in no way
bir türlü
in one way or another
bir türlü
just as bad
bir yazıyı gözden geçirip düzeltmek
(Hukuk) revise
bir yerde
somewhere

You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth. - Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.

He lives somewhere around the park. - O, parkın civarında bir yerde yaşıyor.

bir yere götürmek
take someone off
bir yere götürmek
take something off
bir yıllık bitki
annual
bir zamanlar
once

I have seen him once on the train. - Onu bir zamanlar trende gördüm.

That dispute has been settled once and for all. - O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.

bir şey değil
not at all

This is not at all what Tom expected. - Bu hiç de Tom'un beklediği bir şey değil.

bir şeye çözüm bulmak
sort something out
ciddi bir şekilde
severely

Such a thing is considered theft and it has to be punished severely. - Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.

The storm severely damaged the crops. - Fırtına ürünlere ciddi bir şekilde zarar verdi.

derin bir nefes alma
sigh
derin bir nefes alma
sigh of relief
değişik bir meslek için eğitmek
retrain
dikkatli bir şekilde
rigorously
dinç bir şekilde
vigorously
harika bir biçimde
awesomely
her (bir)
every
iki haftada bir olan
biweekly
iyi bir yere saklamak
stash
içi dışı bir
genuine
kendini bir şey sanan
self righteous
kendini bir şey sanan önemsiz tip
pipsqueak
komik bir şekilde
ridiculously
kusursuz bir şekilde
flawlessly
kırk yılda bir
seldom

She seldom, if ever, goes to movies by herself. - Nadiren, kırk yılda bir, kendi başına sinemaya gider.

He seldom, if ever, comes. - O nadiren, kırk yılda bir, gelir.

mükemmel bir şekilde
flawlessly
orakla bir defada biçilen yer
swath
sakin bir biçimde
quietly
sevimli bir biçimde
endearingly
size uygun gelen bir zamanda
at your convenience
suçsuz bir şekilde
innocently
tutumlu bir şekilde
economically
uygun bir biçimde
seemly
yerle bir etmek
raze
yumuşacık bir şekilde
smoothly
zorlayıcı bir şekilde
(Hukuk) drastically
çarpıcı bir biçimde
conspicuously
bir hayli
many

There are many books on this subject. - Bu konuda bir hayli kitap var.

He received a good many letters this morning. - O, bu sabah bir hayli mektup aldı.

bir kenara bırakmak
put away
bir takım
several

Several houses were damaged in the last storm. - Son fırtınada bir takım evler hasar gördü.

A combination of several mistakes led to the accident. - Bir takım hataların birleşimi kazaya neden oldu.

bir türlü
somehow
herhangi bir şey
anything

Can you see anything in there? - Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?

Can you see anything at all there? - Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?

kararlı bir şekilde
firmly

I shall never forgive Gilbert Blythe, said Anne firmly. - Anne kararlı bir şekilde Gilbert Blythe'ı asla affetmeyeceğim dedi.

içi dışı bir
sincere
-ecek bir şekilde
so as to
adil bir şekilde
justly
adil bir şekilde
impartially
adil bir şekilde
fairly
adil bir şekilde davranmak
do justice
ancak ufak bir grupça bilinen
esoteric
aptal bir şekilde
witlessly
arada bir
occasionally
arada bir
from time to time
arada bir
now and then

I feel sad every now and then. - Arada bir üzgün hissederim.

Now and then she plays tennis. - O, arada bir tenis oynar.

arada bir
every now and again
arada bir
every so often

I play golf every so often. - Arada bir golf oynarım.

arada bir
(deyim) few and far between
arada bir
at times

He gets tough at times. - O arada bir saldırganlaşır.

atlamak (bir şeye tutunarak)
swing
basamak bir
(Bilgisayar) digit one
başka bir yere göndermek
send away
belirgin bir fark
a marked difference
belirgin bir şekilde
prominently
belirsiz bir miktar
some
belirsiz bir sayı
(Matematik) n
belli bir oranda
a certain extent
belli bir tip
standard
benzersiz bir şekilde
incomparably
berbat (bir durum)
abject
berbat bir halde olan
wretched
berbat bir şekilde
terribily
bereketli bir biçimde
productively
beyhude bir arayış
wild-goose chase
bilinçli bir şekilde
facultatively
bin bir
great many
bin bir
numerous
binde bir
very rarely
binde bir
(Bilgisayar) milli-
bini bir paraya
a lot of
bini bir paraya
lots of
bini bir paraya
many
bir
uni-
bir
one and the same
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
once
bir
just
bir
if only
bir amaca yönelik
purposeful
bir an önce
right away

Tom says he wants to get married right away. - Tom bir an önce evlenmek istediğini söylüyor.

Why did you put the chicken in such a difficult place to get when you knew that I wanted to use it right away? - Bir an önce onu kullanmak istediğimi bildiğin halde niçin tavuğu böyle alması zor bir yere koydun?

bir an önce
forthwith
bir anlamı olmak
make sense
bir anlamı olmak
add up
bir anlamı olmak
have a meaning
bir araya gelmek
get together

Bill and John like to get together once a month to talk. - Bill ve John konuşmak için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

Bill and John like to get together once a month to chat. - Bill ve John sohbet etmek için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

bir bütün halinde
(Tıp) enblock
bir bütün olarak
in the aggregate
bir bütün olarak
as a whole
bir büyük
a grown up
bir de
and also
bir de
moreover
bir de
in addition to

In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay. - Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.

bir de
and what's more
bir de
in addition

In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay. - Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.

bir de
and what is more

He is a great statesman, and what is more a great scholar. - O büyük bir devlet adamı ve bunun da ötesinde büyük bir bilgindir.

bir de
boot
bir de
also

To some degree I am also afraid of people, they have the power to destroy you. - Ben de bir dereceye kadar insanlardan korkuyorum, onların seni yok etme gücü var.

Whatever has a beginning also has an end. - Her yokuşun bir de inişi vardır.

bir de bana sor
tell me about it
bir dizi
a range of
bir dizi ...
a series of
bir dizi delikten biri
perforation
bir durumu düzeltmek
(Politika, Siyaset) remedy a situation
bir düz
knit one, purl one
bir hafta önce
one week ago
bir hafta önce
a week ago
bir işin üstesinden gelmek
be equal to
bir kere
begin with
bir kere
start with
bir kere daha
one more time
bir kere daha
encore
bir kere yaz
(Bilgisayar) write once
bir kere yazılır bellek
Write Once Read Many
bir kerede
in one go
bir kez
ever

I know that it is highly unlikely that you'd ever want to go out with me, but I still need to ask at least once. - Benimle çıkmak isteyeceğinizin pek olası olmadığını biliyorum fakat hâlâ en azından bir kez sormalıyım.

We go to the theater once every two weeks. - Biz her iki haftada bir kez tiyatroya gideriz.

bir kez
e'er
bir kez daha
on one occasion
bir kez daha
(deyim) once and again
bir kez daha
one more time

Read it one more time, please. - Onu bir kez daha okuyun, lütfen.

Open your mouth one more time and I will beat you up! - Ağzını bir kez daha açarsan seni pataklayacağım!

bir kez sor
(Bilgisayar) ask once
bir kez yumurtlayan
(Denizbilim) semelparous
bir kez çalıştır
(Bilgisayar) run once
bir nevi
sort of

I sort of had a crush on Tom. - Ben bir nevi Tom'a aşık oldum.

bir olayı çözmek
(Argo) dope
bir seferde
in one go
bir seçim yapmak
make a choice
bir sorunu çözmek
sort something out