تعريف (b) position في الإنجليزية التركية القاموس.
- position
- mevki
- position
- {i} pozisyon
Ben, istediğim pozisyonu alamadım.
- I failed to get the position I wanted.
Bir inşaat şirketinde on beş yıldan sonra, Bill Pearson'a sorumlu bölge müdürü pozisyonu verildi.
- After fifteen years at a building firm, Bill Pearson was given the responsible position of area manager.
- position
- {i} konum
Sana tavsiye verecek konumda değilim.
- I'm not in a position to give you advice.
Şu anda hassas bir konumdayım.
- I am now in a delicate position.
- position
- durum
Onu tartışacak durumda değilim.
- I'm not in a position to discuss that.
Tom durumunu netleştirmedi.
- Tom didn't make his position clear.
- position lamp
- Araç park lambası
- put someone in an awkward position
- Birini zor duruma sokmak
- chair
- başkan! (parlemento)
- alternate firing position
- (Askeri) değiştirme ateş mevzii
- alternate position
- (Askeri) değiştirme mevzii
- alternative position
- (Askeri) değiştirme mevzii
- apparent position
- (Askeri) zahiri mevki
- assault position
- (Askeri) hücum mevzi
- assembly position
- toplanma yeri
- chair
- ray yatağı
- chair
- mevki
- clock code position
- (Askeri) saat kodu mevkii
- closed position
- (Bilgisayar,Teknik) kapalı konum
- competitive position
- (Ticaret) rekabetçi konum
- develop a position
- (Askeri) durumu aydınlatmak
- difficult position
- açmaz
- digit position
- (Bilgisayar,Teknik) sayamak konumu
- financial position
- (Ticaret) finansal yapı
- financial position
- (Ticaret) finansal durum
- firing position
- (Askeri) nişan vaziyeti
- in a position to
- durumda olmak
- kneeling position
- (Askeri) çökerek nişan vaziyeti
- kneeling position
- (Askeri) çökerek atış vaziyeti
- middle position
- (Spor) orta pozisyon
- neutral position
- (Otomotiv) boş vites
- neutral position
- (Otomotiv) boş
- observed position
- (Askeri) rasadi mevki
- offside position
- (Spor) ofsayt pozisyonu
- position
- (Kanun) yargı
- position
- (Ticaret) kanı
- position
- konumuna getirmek
- position
- hal
Amcam geçen yıl öğretmenlikten emekli oldu, fakat üniversitede bir görevi hâlâ sürdürebiliyordu.
- My uncle retired from teaching last year, but he still managed to hang onto a position at the university.
- position
- konumlanmak
- position
- konumlamak
- position
- pozisyonlandırmak
- position
- unvan
Büyük bir unvan mutlaka yüksek bir görev anlamına gelmez.
- A big title does not necessarily mean a high position.
- position
- (Ticaret) kişisel görüş
Başkan konuyla ilgili kişisel görüşünü belirtti.
- The president stated his position on the issue.
- position
- görevi
O on yıldır şimdiki görevinde kaldı.
- She has remained in her present position for ten years.
Amcam geçen yıl öğretmenlikten emekli oldu, fakat üniversitede bir görevi hâlâ sürdürebiliyordu.
- My uncle retired from teaching last year, but he still managed to hang onto a position at the university.
- position
- (Politika, Siyaset) düşünce
- position
- (Ticaret) konumlandırmak
- position paper
- anımsatıcı not
- position paper
- hatırlatıcı not
- privileged position
- (Politika, Siyaset,Ticaret) imtiyazlı durum
- prone position
- (Tıp) yüzükoyun
- reverse position
- (Otomotiv) geri vites konumu
- reverse position
- (Otomotiv) r konumu
- secure one's position
- yerini sağlama almak
- secure one's position
- yerini sağlamlaştırmak
- stroke position sleeve
- ayar lokması
- supine position
- (Tıp) sırtüstü
- throttle position
- (Otomotiv) boğaz pozisyonu
- throttle position
- gaz konumu
- true position
- (Denizbilim) hakiki mevkii
- units position
- virgül konumu
- air position indicating radar
- hava durum gösterge radarı
- assign to a lower position
- daha alt göreve ata
- be in a position to
- -cek durumda olmak
- bit position
- bit pozisyonu
- block position
- blok konumu
- chair
- yönetmek
- chair
- profesörlük makamı
- chair
- iskemle
Sadece bir iskemle vardı.
- There was only one chair.
- chair
- başkan
Lütfen başkana hitap et!
- Please address the chair!
Bay Suzuki, eski bir Başbakan, komitenin başkanı olacak.
- Mr Suzuki, who is a former Prime Minister, will be chairman of the committee.
- chair
- (tren rayı) kalası tutturan metal nesne
- chair
- başkanlık yapmak
- change of position
- pozisyonu değiştirme
- change position
- pozisyon değiştir
- code position
- kod konumu
- digit position
- sayı konumu
- empty position
- boş alan
- erect position
- ayakta dik duruş pozisyonu
- erect sitting position
- dik oturuş pozisyonu
- face down position
- yüz aşağı pozisyon
- favorable position
- elverişli pozisyon
- financial position
- mali durum
- genupectoral position
- diz göğüs pozisyonu
- had position
- pozisyon al
- have position
- pozisyon al
- having position
- {i} pozisyon alma
- having position
- {f} pozisyon al
- horizantal face down position
- yatay başaşağı pozisyonu
- idle position
- rölanti yağdayı
- idle position
- boşta durum
- in position
- yerinde
- index position
- dizin konumu
- initial position
- başlangıç konumu
- knee chest position
- diz göğüs pozisyonu
- legal position
- hukuki durum
- lithotomy position
- litotomi pozisyonu
- method of false position
- yanılma yöntemi
- mid position
- orta nokta
- next available position counter
- ilk boş yer sayacı
- out of position
- yerinden çıkmış
- out of position
- yerinde değil
- position
- yerini belirlemek
- position
- yer
Bütün oyuncular yerlerindeydi.
- All the players were in position.
Derin ve saygılı huşuyla şamdanı önceki yerine koydum.
- With deep and reverent awe I replaced the candelabrum in its former position.
- position
- vaziyet
- position
- iş
CEO'nun işbirliği yapma konusundaki isteksizliği bizi zor duruma soktu.
- The CEO's unwillingness to cooperate put us in a difficult position.
O, firmada önemli bir konumu işgal eder.
- He occupies a prominent position in the firm.
- position
- memuriyet
- position
- yerleştirmek
- position
- rütbe
- position
- duruş
- position
- görev
Yeni bir görev arıyor.
- He is seeking a new position.
Büyük bir unvan mutlaka yüksek bir görev anlamına gelmez.
- A big title does not necessarily mean a high position.
- position finder
- yön bulucu
- position lights
- seyir ışıkları
- position of fetus
- fetus pozisyonu
- position of the effort
- kuvvet çekidi
- position of the fulcrum
- destek çekidi
- position of the sun
- güneşin konumu
- position out
- konum değiştir
- position vector
- konum vektörü
- prone position
- yüzükoyun pozisyon
- resting position
- dinlenme pozisyonu
- starting position
- başlama yağdayı
- starting position
- marş yağdayı
- tab position
- sekme konumu
- trendelenburg's position
- trendelenburg pozisyonu
- upright position
- dik pozisyon
- be in a position to do s.t.
- (about) (bir konuda) bir şeyler yapabilecek durumda olmak
- breech position
- Ana rahmindeki bebeğin doğumdan önce aldığı poızisyon
- conning position
- (Denizcilik) Denizcilikte, köprüüstünde, teknenin olağan manevralarının yaptırılabileceği, tekne üzerinde yol olduğunda ilgili tüm düzenek ve donanımların kolayca kullanılabileceği, ayrıca seyirde dışarıyı gözlemenin en iyi olduğu bir konum
- current position analysis
- Geçerli konumunuzu analizi
- equilibrium trade position
- denge ticaret durumu
- executive position
- yönetici pozisyonu
- fetal position
- cenin pozisyonunda
- fowler's position
- Arkaya konulan bir yastıkla sırt belirli düzeyde yükseltilmiş, bacaklar dizden hafif bükülmüş şekilde yarı oturur pozisyon
- he knows his position
- onun konumunu biliyor
- in my position
- Benim yerimde
- intermediate daily position
- günlük ara mevzii
- lotus position
- lotus pozisyonu
- off position
- pozisyon kapatma
- permanent position
- kalıcı pozisyon
- persons of position
- pozisyonu kişiler
- position o.s.
- (to do s.t.) 1. -e uygun pozisyona girmek: The football player positioned himself for a goal. Futbolcu gol pozisyonuna girdi. 2. (bir şey yapabilmek için) zemin hazırlamak: He iş positioning himself to become president. Cumhurbaşkanı seçilebilmek için kendine zemin hazırlıyor
- position on
- pozisyon
- powerful position
- güçlü bir konuma
- put yourself in my position
- benim yerime köy
- rotational position sensing
- dönel konum algılama
- sign position
- işaret konumu
- staff position
- personel pozisyon
- starting position
- başlama durumu, mars durumu
- superior-position
- üstün konuma
- take position
- Pozisyon almak
- to gain a position by force
- zorla bir pozisyon elde etmek için
- upright position
- ayakta dik duruş pozisyonu
- chair
- (fiil) sandâlyeye oturtmak, makama geçirmek, yetki vermek, başkanlık etmek, yönetmek
- chair
- (isim) sandalye, iskemle, koltuk; makam, başkanlık makamı, kürsü; elektrikli sandalye; tahtırevan
- chair
- {i} elektrikli sandalye
Elektrikli sandalye bir dişçi tarafından icat edildi.
- Electric chair was invented by a dentist.
- chair
- {i} başkanlık makamı
Barry Taylor'un ismi başkanlık makamı için ileri sürüldü.
- Barry Taylor's name has been put forward for the post of chairman.
- chair
- {f} makama geçirmek
- chair
- {i} kurul başkanı, başkan
- chair
- take the chair başkanlık makamın
- chair
- {f} sandâlyeye oturtmak
- chair
- {i} tahtırevan
- chair
- {i} iskemle, sandalye