'her'

listen to the pronunciation of 'her'
التركية - الإنجليزية
distributive
her
every

These are on sale everywhere. - Bunlar her yerde satılıyor.

She goes running every morning. - O her sabah koşmaya gider.

her biri
each

Each person paid one thousand dollars. - Her biri bin dolar ödedi.

She treated each of us to an ice cream. - O, her birimize bir dondurma ikram etti.

her yer
everywhere

These are on sale everywhere. - Bunlar her yerde satılıyor.

She is an excellent scholar, and is recognized everywhere as such. - O, mükemmel bir bilim adamıdır, bu itibarla her yerde tanınır.

her zaman
always

Bill is always honest. - Bill her zaman dürüsttür.

To be always honest is not easy. - Her zaman dürüst olmak kolay değildir.

her şey
everything

Put everything in my basket. - Her şeyi sepetime koy.

Everything about him was grey. - Onun hakkında her şey griydi.

elinden her iş gelme
versatility
her ikisi
both

Both the brothers were out. - Kardeşlerin her ikisi de dışarıdalardı.

Both my parents are at home now. - Ebeveynlerimin her ikisi de şu an evdeler.

her ikiside
both

They are both unmarried. - Onların her ikiside evli değil.

her gün
every day

Do you study English every day? - Her gün İngilizce çalışıyor musun?

Every day they killed a llama to make the Sun God happy. - Onlar Güneş Tanrısı'nı mutlu etmek için her gün bir lama öldürdü.

her nasılsa
somehow

Somehow, he saved himself. - Her nasılsa kendini kurtardı.

Mr. Jackson somehow knew that Tom had done my homework for me. - Bay Jackson her nasılsa Tom'un benim için ev ödevimi yaptığını biliyordu.

her bir
each

She treated each of us to an ice cream. - O, her birimize bir dondurma ikram etti.

Each of the brothers has a car. - Erkek kardeşlerin her birinin bir arabası var.

her şeye inanan
credulous
her
any

Can you see anything in there? - Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?

Give help to anyone who needs it. - Her kimin ihtiyacı olursa ona yardım et.

her
(Askeri) each

Each person paid one thousand dollars. - Her biri bin dolar ödedi.

Brush your teeth after each meal. - Her yemekten sonra dişlerini fırçala.

her
all

All that glitters is not gold. - Parlayan her şey altın değildir.

Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout. - Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.

her biri ayrı olarak
respectively
her
pan

She planted some pansies in the flower bed. - Çiçekliğe bazı hercai menekşeler dikti.

Above all, don't panic! - Her şeyden önce, panik yok!

her
omni

How many omnivorous children are patients in hospital? - Hastanede her şeyi yiyen kaç çocuk hasta var?

Tom is omnilingual. He can speak every language on Earth. - Tom omnilingualdir. O, Dünya'daki her dili konuşabilir.

her ihtimale karşı
keeping every possibility in mind; just in case
her ihtimale karşı
just in case
her yerde birden bulunan
ubiquitous
her yıl 25 Aralık tarihinde İsa'nın doğumunun kutlanıldığı Hristiyan bayramı
Christmas
her zaman olduğu gibi
as usual

They're late, as usual. - Her zaman olduğu gibi geç kaldılar.

Tom and Mary were wasting time, as usual. - Tom ve Mary her zaman olduğu gibi boşa zaman harcıyordu.

her iki
both

Both of my parents were brought up in the country. - Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.

Both my parents are at home now. - Ebeveynlerimin her ikisi de şu an evdeler.

her ne zaman
whenever

Whenever my uncle comes, he brings some nice things for us. - Amcam her ne zaman gelse, o bizim için bazı güzel şeyler getirir.

Whenever I go abroad, I suffer from jet lag and diarrhea. - Her ne zaman yurtdışına gitsem saat farkı ve ishalden rahatsız olurum.

her nasılsa
for some reason
elinden her iş gelen
versatile
her (bir)
every
her derde deva
panacea
her gün
daily

I speak English daily. - Her gün İngilizce konuşurum.

The patient was recovering daily. - Hasta her gün iyileşiyordu.

her gün işe trenle gidip gelen kimse
commuter
her iki cinse de uyan
unisex
her ne
any

Anyway, you'll never know. - Her neyse, asla bilmeyeceksin.

Anyhow, he may now be in Paris. - Her neyse, o şimdi Paris'te olabilir.

her nedense
for some reason

For some reason I don't like Tom. - Her nedense Tom'dan hoşlanmıyorum.

Women seem to like him for some reason. - Her nedense kadınlar ondan hoşlanıyor gibi görünüyor.

her tarafta
all over
her türlü
every

He had every reason for doing so. - Öyle yapmak için her türlü nedeni vardı.

Everyone has the right to the protection of the moral and material interests resulting from any scientific, literary or artistic production of which he is the author. - Herkesin yarattığı, her türlü bilim, edebiyat veya sanat eserlerinden mütevellit manevi ve maddi menfaatlerin korunmasına hakkı vardır.

her zamanki gibi
as usual, as ever as
her şeye burnunu sokan
meddlesome
her şeye gücü yeten
almighty
her şeye inanma
credulity
her şeye kadir
almighty

Man is not as almighty as God. - İnsan Allah kadar her şeye kadir değildir.

her şeye rağmen
for all that

His story may sound false, but it is true for all that. - Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.

I told her once and for all that I would not go shopping with her. - Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla alışverişe gitmedim.

her şeye rağmen
regardless
her şeye çare bulur
resourceful
oluşturan parçalardan her biri
constituent
desteklemek (her iki tarafı)
straddle
elinden her iş gelen
jack of all trades
elinden her iş gelen
ambidextrous
elinden her iş gelen erkek
handyman
elinden her iş gelen kimse
jack-of-all-trades
emek her şeyi yener
(Latin) labor omnia vincit
hafta içi her gün
every weekday
her
soever
her
(Bilgisayar) recur every
her
either

Either way will lead you to the station. - Her iki yol da seni istasyona götürecektir.

Do you know either of the two girls? - İki kızın her birini tanıyor musun?

her
(Bilgisayar) start every
her
every single

I think about that every single day. - Her gün onu düşünürüm.

Tom comes here every single day. - Tom her tek günde buraya gelir.

her
(Bilgisayar) for all

He was in favor of equality for all. - O, herkes için eşitliğin lehindeydi.

That dispute has been settled once and for all. - O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.

her
(Bilgisayar) refresh every
her (bir)
each
her akşam
every evening
her an
at any time

The building may crash at any time. - Bina her an çökebilir.

That could happen at any time. - O her an meydana gelebilir.

her an
any moment

We are expecting him any moment. - Biz her an onu bekliyorduk.

He'll be here any moment. - O, her an burada olacak.

her an
any day of the week
her an
at every turn
her ay
(Bilgisayar) monthly
her biri için
cum
her biri için
for each
her cuma
fridays
her daim
every time
her daim
always
her de
each time
her diğer
every other
her durum
any case
her gece
every night

Tom calls Mary every night and talks with her for at least 45 minutes. - Tom her gece Mary'yi arar ve onunla en az 45 dakika konuşur.

Tom used to be drunk by this time every night. - Tom her gece bu zamanda sarhoş olurdu.

her gün
day after day

The dog waited day after day for its master's return. - Köpek her gün sahibinin dönüşünü bekledi.

He comes to see his sick friend day after day. - Her gün hasta arkadaşını görmeye geliyor.

her gün
(Ticaret) per diem
her günkü
routine
her günkü
diurnal
her günkü
everyday

It's just an everyday thing. - O sadece her günkü bir şeydir.

her günkü
per diem
her günkü
day-to-day
her günkü
usual
her hafta
each week
her hafta
per week
her hafta
every weekday
her halde
anyhow
her halde
at discretion
her halde
at any rate
her halde
by all manner of means
her ikisi
either

Either skillful or lazy. But not both. - Ya becerikli ya da tembel ama her ikisi değil.

I don't know either girl. - Kızların her ikisini de tanımıyorum.

her ikisi
both of them

He wants to eat both of them. - O, onların her ikisini de yemek istiyor.

Both of them are in the room. - Onların her ikisi de odadalar.

her ikisi de
both of

The Brown twins, both of whom got recently married, held a party. - Brown ikizleri, son zamanlarda her ikisi de evlendi, bir parti düzenledi.

Both of my parents were brought up in the country. - Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.

her ikisi de
both and
her için
for each
her kim ise
no matter who
her kim ise
whoever
her kimse
whomever
her nasıl
however

What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers. - Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.

her ne ise
at any rate
her ne ise
anyhow
her ne ise
whatever it is

Whatever it is, I didn't do it. - O her ne ise, ben yapmadım.

Whatever it is, I'd like to know what Sami wants. - Her ne ise, Sami'nin ne istediğini bilmek isterim.

her ne ise
anyway
her neyse
at any rate

At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders. - Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.

At any rate, I'll go to college after graduating from high school. - Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.

her neyse
whatsoever
her neyse
(deyim) at least
her salı
tuesdays
her sene
every year
her sene
each year
her taraf
everywhere

I feel itchy everywhere. - Her tarafım kaşınıyor.

We have people everywhere. - Her tarafta insanlar var.

her tür
gamut of
her türlü
all kinds of

We have all kinds of time. - Her türlü zamanımız var.

He comes into contact with all kinds of people. - Her türlü insanla bağlantı kurar.

her türlü
whatever
her vakit
all through
her yer
anywhere

Tom can sleep anywhere. - Tom her yerde uyuyabilir.

His daughter is eager to go with him anywhere. - Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.

her yer
everyplace
her yer
every place
her yer
(deyim) up hill and down dale
her yerde
everyplace
her yerde
left right and centre
her yerde
no matter where
her yerde
the world over
her yerde
allover
her yerde
anywhere

They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere. - Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.

Injustice anywhere is a threat to justice everywhere. - Herhangi bir yerdeki adaletsizlik her yerdeki adalet için bir tehdittir.

her yerde
here there and everywhere
her yerinde
all over

The man is well-known all over the village. - Adam köyün her yerinde iyi tanınmıştır.

A lot of people want peace all over the world. - Dünyanın her yerinde çok sayıda insanlar barış istiyorlar.

her yol
everyway
her yöne
omnidirectional
her yöne
(Havacılık) omni directional
her yıl
yearly
her yıl
year in year out
her yıl için
per annum
her yıl olduğu gibi
like every year
her yıl yapılan
(Politika, Siyaset) per annum
her zaman
(deyim) for ever and a day
her zaman
in season and out of season
her zaman
e'er
her zaman
every time

This works every time. - Bu her zaman işe yarar.

Every time I hear that song, I think of my high school days. - O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.

her zaman
forever

He will forever live on in our memories. - O her zaman anılarımızda yaşayacak.

I am forever in trouble. - Benim her zaman başım belada.

her zaman
at any time

An accident may happen at any time. - Bir kaza her zaman olabilir.

You can leave at any time. - Her zaman gidebilirsin.

her çeşit
gamut of
her çeşit
whatever
her şey
(Argo) lock, stock and barrel
her şeyden önce
primarily
her şeyden önce
(deyim) first things first
her şeyden önce
in the first place
her şeyden önce
start with
her şeyden önce
above all things
her şeyden önce
before hand
her tarafa
abroad
Her felakette bir hayır vardır
(Atasözü) Every cloud has a silver lining
Her inişin bir çıkışı her çıkışın bir inişi vardır
(Atasözü) Every declivity has an acclivity and every acclivity has a declivity
Her sakallıyı deden sanma
(Atasözü) All that glitters is not gold
her akşam üst üste
on top of each month
her hakkı saklıdır
All rights are reserved
her şey yolunda
all good
to get her
to get every
her yokuşun bir inişi, her inişin bir yokuşu vardır
(Atasözü) All problems eventually get worked out
her zaman her yerde var olan
omnipresent
''her''
{a} that serves to distribute or give
''her''
Relating to distribution
''her''
A distributive adjective or pronoun; also, a distributive numeral
''her''
serving to distribute or allot or disperse
''her''
A property of functions that have a rule describing how the function can be performed to the individual components of another operation
''her''
tending to disperse
''her''
Tending to distribute; serving to divide and assign in portions; dealing to each his proper share
''her''
Distributive means relating to the distribution of goods. Reorganization is necessary on the distributive side of this industry. connected with distribution
''her''
{i} word which relates to other words individually (such as "each" and "every")
''her''
{s} serving to distribute, serving to allot; of or pertaining to distribution
''her''
Assigning the species of a general term
''her''
Expressing separation; denoting a taking singly, not collectively; as, a distributive adjective or pronoun, such as each, either, every; a distributive numeral, as (Latin) bini (two by two)
الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف 'her' في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

HER-2
Receptor which is the target for the drug trastuzumab in chemotherapy
HER-2
Human Epidermal growth factor Receptor 2
Her Maj
Her Majesty
Her Majesty
A title of respect used when referring to a queen
Her Royal Highness
A title given to certain female members of a royal family, abbreviated HRH

Ladies and gentlemen, I present to you Her Royal Highness The Crown Princess Victoria.

allow nature to take her course
Alternative form of let nature take its course
at Her Majesty's pleasure
indefinitely

The murderer was imprisoned at Her Majesty's pleasure.

given her head
Past participle of give her her head, indicating a passive voice

The manager was given her head to make whatever changes she might deem necessary in the structure of her department.

given her head
Past participle of give her head, indicating a perfect tense

He had given her head many times, but this time she especially enjoyed it.

he could be her father
One could be someone's parent, said of a man older than a woman
her
Belonging to her

This is her book.

her
The form of she used after a preposition or as the object of a verb; that woman, that ship, etc

The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..

her ass
she

Her ass is always late.

her indoors
one's wife, especially a domineering one
let her rip
To set off or allow to begin

Once we have the tank full we will back away and you can let her rip.

let nature take her course
Alternative form of let nature take its course
permit nature to take her course
Alternative form of let nature take its course
her
High Efficiency Red
her
adv: here 32
her
The hard error rate is the frequency of errors caused by permanent physical defect in the memory system The hard error rate is usually much lower than the soft error rate
her
Sah'english | adronato
her
pron. specific female; possessive form of she
her
Of them; their
her
her WEAK STRONG Her is a third person singular pronoun. Her is used as the object of a verb or a preposition. Her is also a possessive determiner
her
You use her to refer to a woman, girl, or female animal. I went in the room and told her I had something to say to her I really thought I'd lost her. Everybody kept asking me, `Have you found your cat?' Her is also a possessive determiner. Liz travelled round the world for a year with her boyfriend James
her
{p} belonging to a female or woman
her heart failed her
her heart stopped beating, she became ill because of an unhealthy heart
robbed her of her innocence
raped a virgin
التركية - التركية

تعريف 'her' في التركية التركية القاموس.

HER
Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir: "Bir hafta, her gece çalışmak suretiyle hikâyesini bitirdi."- H. E. Adıvar
HER
(Osmanlı Dönemi) f. Bütün, hep, tamamen
her halde
her halükarda
الإنجليزية - التركية

تعريف 'her' في الإنجليزية التركية القاموس.

her
ona

Ona kendi odamı gösterdim. - I showed her my room.

Muhabir: Ona bir kedi yavrusu aldınız mı? - Reporter: Did you buy her a kitten?

her majesty
Kraliçe hazretleri
her
onun

Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi. - She promised to meet her at the coffee shop.

Onun görünümünü çekici bulurum. - I find her appearance attractive.

her
kendine

O, sırrı kendine sakladı. - She kept the secret to herself.

Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi. - The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.

her
dişil onu
her
{z} dişil onu; ona; ondan; onun: He loves her. Onu seviyor. He looked at her. Ona baktı. They hated her. Ondan nefret ettiler. It pleased
her
ondan

O ondan daha akıllıdır. - He's smarter than her.

Siz ondan daha uzun boylusunuz. - You are taller than her.

her
dişil onun
her
onu

Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi. - He promised to meet her at the coffee shop.

Onu Kaliforniya'ya gönderiyorum. - I'm sending her to California.

her
kendisi

Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum. - I think that girl cut her hair to give herself a new look.

Yeni bir araba satın alması için babasına baskı yaptığında Catherine'nin bir art niyeti vardı; O, arabayı kendisinin sürebileceğini umuyordu. - Catherine had an ulterior motive when she urged her father to buy a new car. She hoped that she'd be able to drive it herself.

her
(dişil) onu
i love her
onu seviyorum
fill her up!
(Otomotiv) depoyu doldur!
hell with her
(deyim) canı cehenneme
her highness
ekselansları
her highness
altes
sweep someone off his/her feet
aklını başından almak
Ask her herself
Bizzat kendisine sorun
her
o
He/She can stew in his/her own juice!
k. dili Ne hali varsa görsün!
Her conscience pricked her
Vicdanı kendisini rahatsız etti
I should have thought ...: I should have thought her to be older
Daha yaşlı olduğunu zannederdim
about her
hakkında onun
give her a break
ona izin verin
in her flower of life
(deyim) Hayatının baharında, gençlik yıllarında
set her free
koymak onu serbest
spoke her mind
zihni konuştu
take s.o. up on his/her offer
birinin teklifini kabul etmek: İ´ll take you up on that. O teklifini kabul ediyorum
woman in her fifties
Onu ellili kadın
take her at her word
sözüne güvenmek
'her'

    فيديوهات

    ... “Spousal Abuse,” and the economics of spousal abuse.  And her theory was that when ...
    ... You know, "My aunt told me that her cousin found this water hole ...
المفضلات